Bu eylemi seçen kişi, belirli bir süreç sonunda bu kararı alıyor ve hak savunucularına, bu eylemi yapan kişinin ya da kişilerin taleplerini duyurmak kalıyor. Ancak, hükümette diyalog kurulabilecek birileri yok. Bu durumda ölüm orucunu yapan kişinin taleplerini duyurmak kadar, onu ölümden vazgeçirmek de önemli. Ateş düştüğü yeri yakıyor çünkü.
Yine zor bir haftayı geride bıraktık; üstelik sonrası da zor olacak gibi görünüyor. Adil yargılanma talebiyle ölüm orucuna başlayan avukat Ebru Timtik’in kaybı, aynı durumda olan ve eylemini sürdüren Aytuç Ünsal’ın durumu, TİP milletvekili Barış Atay’ın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu eleştirmesinin ardından saldırıya uğraması, Selahattin Demirtaş’ın ailesiyle görüşmesine sınırlama getirilmesi ve bunun yansımaları... Liste uzayıp gidiyor. Dış meseleler zaten ayrı bir gerilim unsuru.
Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, adil yargılanma talebiyle uzunca bir süre önce ölüm orucuna başlamışlardı. Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek ve Helin Bölek’in de daha önce ölüm orucu eylemi sonrası hayatlarını kaybettiklerini hatırlayalım. Dolayısıyla iktidar açısından bu taleplerin görmezden gelindiği, olgusal bir gerçekti. Ancak Timtik ve Ünsal, kararlarından dönmediler. İktidar bu taleplere yine duyarsız, sağır kaldı. Kamuoyunun da etkili bir ses olamadığını söylemek gerek. Sonuçta Ebru Timtik 238 günün sonunda hayatını kaybetti. Bunun, bir toplum için sarsıcı bir ölüm olması gerekirdi. Ancak ne yazık ki sadece hak savunucuları ve sol muhalefet açısından bu kaybın bir yükü oldu. İktidar ve genel siyasi kamuoyu ölüm karşısında bile ilgisiz.
“İlgisiz” demek de aslında doğru değil. Çünkü Timtik hayatını kaybettiğinde, iktidara yakın ve/veya milliyetçi-İslamcı birçok sosyal medya hesabından, neredeyse Timtik’in ölümü hak ettiğini söylemeye varan karalama mesajları yayınlandı. Timtik’i dava dosyasında yer almayan, kanıtlanmamış suçlamalarla karalamaya çalıştılar. Timtik’in cenazesi polis çemberi altında, sirenlerin durmayan gürültüsü eşliğinde toprağa verilebildi.
İktidar bu ölümden de bir ‘terör’ anlatısı çıkarmakta gecikmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan avukatlık yasasında düzenlemeye gidileceğini, bundan böyle bazı avukatların yetkisinin ellerinden alınabileceğini söyledi. Dolayısıyla, bu vakadan da yeni bir ‘uygulama’ çıkarılacak gibi görünüyor. Kamuoyu, Aytaç Ünsal’ın taleplerine ne yazık ki hâlâ duyarsız.
Eskiden, çok da eskiden değil, 90’larda mesela, birileri ölüm orucuna başladığı zaman o kişileri hayatta tutmak için çabalar gösterilir, hükümet de bu taleplere şu ya da bu oranda, düzeyde kulak verirdi. Rejimin geldiği hâl itibariyle artık böyle bir şey yok. Yetkili çevrelerde, ölüm orucuna başlayanların ölmesi bekleniyor ne yazık ki.
Ölüm orucu, tartışmalı bir eylem biçimi. Ben de kişisel olarak insanların bu yolu seçmelerini desteklemiyorum. Ancak burada benim, bizim kişisel görüşlerimizin bir hükmü olmuyor. Bu eylemi seçen kişi, belirli bir süreç sonunda bu kararı alıyor ve hak savunucularına, bu eylemi yapan kişinin ya da kişilerin taleplerini duyurmak kalıyor.
Ancak, hükümette diyalog kurulabilecek birileri yok. Bu durumda ölüm orucunu yapan kişinin taleplerini duyurmak kadar, onu ölümden vazgeçirmek de önemli. Ateş düştüğü yeri yakıyor çünkü.
Barış Atay’ın saldırıya uğraması da aslında bu cümleden değerlendirebilir. 18 yaşındaki İpek Er’e tecavüz etmekle suçlanan Uzman Çavuş Musa Orhan’ın geçen hafta tahliye edilmesi büyük tepki yaratmıştı. Durum ciddi, suçlamalar ağırdı. Buna rağmen Orhan tahliye edildi. Üstelik bu tahliye, geçen hafta da vurguladığım gibi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun konuyu gündemde tutanları terör örgütüne yakın göstermesi üzerine olmuştu.
TİP milletvekili Barış Atay da bu tabloyu dikkate alarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu eleştirdi. Soylu da Atay’a sert bir eleştiri yöneltti. Soylu’nun açıklamasından kısa bir süre sonra, Atay Kadıköy’de dört kişinin saldırısına uğradı. Atay saldırıyı ağır bir yara almadan atlatsa da, olup bitenler ne tür bir ülkede yaşadığımızın göstergesi oldu. Soylu’nun sert eleştirisinden sonra sivillerin harekete geçmesi, geçmişte benzerlerini çokça yaşadığımız bir durum.
Yine aynı cümleden bir vaka: Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş önceki gün pandemi süreci boyunca eşiyle sınırlı bir şekilde görüşebildiğini, Selahattin Demirtaş’ın kızlarıyla aynı anda görüşme yapamadığını yazdı. Bu açık hak ihlalinin basına yansımasından sonra, AKP Manisa milletvekili Tamer Akkal, Demirtaş’a ve ailesine yönelik hakaret içeren bir paylaşımda bulundu. Buraya yazmaya utanırım, öyle bir hakaret... Tepkiler üzerine önce twitter’daki mesajını silen Tamer Akkal, ardından mesajın kendisine ait olmadığını söyleyip “Bir danışman arkadaşımızın hesapları karıştırarak yaptığı bir paylaşımdır” dedi. Bilmiyorum, bu açıklamayı ne kadar inandırıcı bulursunuz.
Bitmeyen bir gerilim, kavga politikasıdır bu izlenen. Önceden ufukta seçim olur, “Bunlar seçim öncesi hamleler” denirdi. Artık öyle de değil. Seçilmiş ve ısrarla sürdürülen, toplumu nefes alamaz hâle getiren bir politika bu.