İki Kurbanın Mirası*

İnanıyorum ki, Anne Frank de Rachel Corrie’ye hayran olurdu. Aynı şekilde, kendi Günlük’ü ve maruz bırakıldığı ölümü, kan ve toprakla tanımlanan bir devletin yaptıklarını ahlaki gerekçesi olarak kullananları rezil edecekti. İnanıyorum ki, Anne Frank, Rachel’ın buldozerden kaçması gerekirdi dendiğinde, “Rachel’ın kaçması gerektiğini düşünmüyorum. Hepimizin onunla birlikte orada durması gerektiğini düşünüyorum” karşılığını veren Rachel’ın annesi Cindy ile aynı fikirde olacaktı.

Jennifer Loewenstein**

II. Dünya Savaşı’nın bitiminden altmış yedi yıl sonra, Hollanda’daki Anne Frank Evi’nden gelen bir grup araştırmacı ve kameraman, Wisconsin eyaletinin Madison şehrindeki Capitol Lakes Huzurevi’nde kayınpederim Fritz Loewenstein’la röportaj yapmak için geldi. Fritz, Anne Frank’in “gizli çatı katı” arkadaşı Peter van Pels’in (Günlük’te Peter van Damm olarak geçer) çocukluk arkadaşı olan ve hâlâ yaşayan tek kişi.

Fritz’le iki saatin üstünde sözlü tarih çalışması yapıldı, aralarında Anne Frank Evi’nin koleksiyonlar müdürü Teresien da Silva’nın bulunduğu röportaj yapanlar, özellikle Peter van Pels’le kesişen, ailesi Almanya’dan kaçmadan önceki hayatının her anına dair derinlemesine sorular sordular. Bu, Fritz için 1930’lar Almanyası’nda Nazizmin karanlık bulutlarının altında büyüyen bir Yahudi çocuğunun geçmişine ait istenmeyen hayaletleri geri çağırmak demekti. Anne Frank’in yaşamı ve ölümünde rol oynayan herkesin, onun duyarsızca ve sistematik öldürülüşünün üzerinden çok zaman geçmesine rağmen halen, milyonların muhayyilesini esir aldığına şüphe yok. Fritz’in gözünden çocukluk arkadaşı Peter, bu yılının sonunda Anne Frank Evi’nde gösterilecek yeni bir Anne Frank belgeselinde yerine alacak. Her yıl bir milyonun üzerinde insan, Anne Frank Evi’ni, Anne’in ailesi birlikte yaşadığı ve van Pelslerin üç yıldan fazla süre saklandıkları yeri görmek için ziyaret ediyor.

Hitler karşıtı çocuk eylemi

Fritz Loewenstein’ın babası, 1920’ler ve 1930’lar boyunca Osnabrueck’te doktorluk yapmış. Almanya, nesiller boyu ailesinin yurdu olmuş ve on yıllar boyunca, alınları açık şekilde yaşamış ve Alman yurtseverleri yetiştirmişler. Loewensteinlar, Nasyonal Sosyalist iktidarın en kötü zamanlarının geçeceğini ummuşlar, fakat zaman geçtikçe, Fritz’in anne ve babası, aileleriyle kaçmaları gerektiğini anlamışlar. Fritz, kendi Hitler karşıtı eylemini hatırlıyor: her sabah babasının kliniğinin kapısındaki gamalı haçları yıkayarak çıkarmaya çalışmış. Bunu yaptığında, yıl 1937, Yahudiler için Almanya’yı terk etmenin giderek zorlaştığı zamanlar. Loewenstein ailesi, en azından bir kısmı, bu konuda şanslı: bazı eşyalarını da yanlarına alarak, birçok Yahudi’nin Nazi rejiminin dehşetinde kaçarkenki ilk tercihi olan ABD’ye göç etmeyi başarmışlar. Bu yolculuk, eşim David Loewenstein’ın büyüdüğü New York’un Binghamton şehrinde son bulmuş.

Anne Frank Evi’nden gelen grupla yapılan söyleşi boyunca, David, Anne Frank’in ne kadar ikonik bir figüre dönüştüğüne şaşırdı. Dünyadaki her yaştan insan halen Anne’in dikkat çekici Günlük’ünü okuyor ve Almanlar Hollanda’ya saldırıp Hollanda’yı işgal ettikten sonra, Anne’in ailesiyle birlikte Nazilerden saklandığı yeri ziyaret ediyor. On iki yaşımdayken, Anne Frank’in Günlüğü’nü okuduğumu ve onun ve ailesinin yakalandığı ve babası Otto dışında, herkesin yok edildiği toplama kamplarına götürüldüğü gerçeğine rağmen, bu belagat sahibi ve yaratıcı kızın dünyasına tüm ilgimi verdiğimi hatırlıyorum. Bu yaşananlara rağmen, o, zulmün her yerdeki kurbanları için umudun ve sabrin ışığı olarak kaldı. Bazıları, Anne’in yaşamı ve ölümünün Yahudilere özgü ve sadece diğer Yahudilerin anlayabileceği bir tecrübe olduğunu iddia etmeye çalışsa da, Anne’in hikayesinin küresel olduğuna inanıyorum. Hem yaşamında, hem de ölümünde, Anne Frank, yaşamak ve hayal edilebilecek en kötülerden birisine karşı direnebilmek için ortaya konan iradenin ve arzunun cisimleşmiş hali. Biz, Anne’i kabus gibi insani koşullarla mücadele eden bir çocuk olarak tanıdık.

Buldozere karşı bir Rachel

28 Ağustos 2012’de, İsrail’de, Hakim Oded Gershon, Rachel Corrie davasını karara bağladı. Fakat, hiç şaşılmayacak bir şekilde, İsrail devletini ve ordu aracını, Rachel’ın ölümündeki tüm sorumluluktan kurtardı ve temize çıkardı. Ben bunu bekliyordum. Gazze Refah’ta yaşayan on binlerce insanın yaşam alanlarını yok etmek olan yasadışı ve gayriahlaki günlük rutinini yerine getirmek için orada olan D-9 zırhlı Catepillar buldozer tarafından ezildiği günden bugüne geçen dokuz yıldan sonra, Rachel Corrie halen ABD’nin eğitimli kesiminin büyük çoğunluğu tarafından neredeyse bilinmiyor. Ölümüyle ölümsüzleşen Anne Frank’ten farklı olarak, Rachel’ın adı, yaşamı ve ölümü, genel olarak Filistin’le ilgili diğer haberler gibi ABD resmi tarihi tarafından neredeyse karartılıyor. Her ikisi de [Rachel Corrie ve Filistin], kasıtlı dezenformasyonla bilinmez, karanlık ve çarpık kılınıyor.

Rachel'in uğrunda mücadele ederken öldüğü davada savunduğu, sesleri kendi yaşadıkları acılar ve yıkım karşısında hala  meşru ve güvenilir birer tanıklık olarak geçerli sayılmayan insanlar, uzun süredir hakettikleri gibi, yani, tarihi Filistin'in kendilerine karşı hayal edilemeyecek kadar büyük çapta ve acımasız bir suç işlenen yerli halkı olarak kabul edilmeyi bekliyorlar. İsrail kabul edene kadar, tazminat teklif edene kadar ve Uluslararsı Hukuk ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne saygı gösterene kadar; İsrail devleti, Filistin’in yerli halkına karşı uyguladığı muazzam boyuttaki tarihi adaletsizlik için açıkça özür dileyene kadar, İsrail’in açtığı yara, irin toplamaya ve yayılmaya devam edecek ve bu yara, Orta Doğu boyunca ve dünyanın dört bir köşesinde, modern İsrail devletine, Firavun devleti payesi verecek. İsrail’in bu statüsü, İsrail’in, ABD’nin askeri gücünün koruyucu şemsiyesi altında kalmaya devam ettikçe, bu cezadan muaf tavrını takınmaya devam edeceğini anlayan Batılı güçler tarafından bile giderek fark edilmeye başladı.

Rachel Corrie, İsrail’in, Filistin’in birbirlerini besleyen ulusal yaşamını, tarihini ve kültürünü acımasızca ve kasıtlı olarak yok edişine tanıklık etmek için Uluslararası Dayanışma Hareketi’nin diğer üyeleriyle Gazze’ye giden dirençli, dobra ve meydan okuyan 23 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Çünkü Rachel, ABD-İsrail Orta Doğu siyasetinin yanlış tarafının sessiz kurbanları için ayağa kalktı, ismi ve mirası, resmi tarih kayıtlarından çok gizli bilgiler gibi silindi. O , sadece fısıldaşmalarda var oluyor; modern siyasi-tarihi olayların resmi versiyonlarının onaylandığı ve inceltildiği; ABD’nin İsrail’in bölgesel hegemonik amaçlarına desteği ve suç ortaklığının, İsrail’in cömertliği yanılsamasının sürdürülmesine yardım ettiği gücün ve anaakım medyanın koridorların dolaşan bir gölge… 

Onlar ABD politikalarını ifşa ediyor

Eğer Amerikan devleti, yine de Amerikan siyasetine göre “yanlış” tarafta mücadele etmeyi seçen cesur beyaz bir kahramanın yaşamı ve ölümünü, ABD dışişleri çöplüğüne başarıyla yollarsa, bu bize, kendi seslerini duyurmaya çalışan ve davalarının tkrar açılmasını isteyen Filistinliler, diğer Araplar ve Müslümanların genel statüsü ve itibarı hakkında neyi açıklar? Kaç Filistinli Rachel hiç okunmamış günlükler bırakmıştır geriye? Hangi okul, öğrencilerinden, geçtiğimiz yüzyılda kolonyal ve emperyal güçler ve destekleyicilerinin sebep olduğu acıların kayıtlarını ve yüzlerce insanın hikayesini okumasını istemiştir?

Bugünün ABD askeri ortamının hapsettiği Anne Frank ve Rachel Corrie’nin varlıkları, şuurumuzdan silinmelidir. Çünkü onların sözleri, ABD ve müttefiklerinin berbat politikalarını ifşa etme tehdidini barındırıyor. Genç ve yaşlı, kaç insan, insansız hava araçlarının, hiçbir zaman neden böyle bir cehenneme mahkum edildiğini sorma şansı elde edememiş sivillere karşı düzenlediği saldırılarda ölecek?

Filistin’in işgali, etnik temizliği, topraklarına el konması, parçalanması ve toplu kolonilaştirilmesinin, modern İsrail’in meşru amaçlarını ve taktiklerini tasfir etmek için kullanılan dilde yeniden sınıflandırılması gerekiyor. Bu dilin açık biçimde ırkçı çerçevesi, var olma nedeni ve devletin Yahudi çoğunluğunu daim kılacak metodolojiler, “barış” görüşmeleri başlamadan önce, tüm Filistinlilerin gerekli sosyal ve siyasi şartları kabul edeceği şekilde, ABD ve İsrail anlatılarında dikkatlice yeniden tanımlanmalıdır. Daha basit bir deyişle, sadece mukaddes dini alanlar da dahil toprak üzerindeki egemenliğin teslimi ve Filistinlilerin uluslaşmadan vazgeçmeleri, Filistin yönetimine, Netanyahu’nun uygulanamaz “küçük devlet” teklifine rağmen, “müzakere masasına ön şartsız gel” deme cüretine sahip İsrail yönetimini tatmin edecektir.

Rachel, kendi adına, Filistin’in yıkımının Gazze Şeridi’nde nasıl tasarlandığını ve uygulandığını görmüştü. Parlak zekası, keskin algısı ve bugünün dünyasında az bulunan vicdanıyla Rachel Corrie, günlüğünde ve annesine yazdığı mektuplarında, Gazze’deki yaşamı etkileyen en önemsizinden en önemlisine kadar konuşulmayan, ıstırap dolu İsrail rutinini anlatmıştı: herkes ve her şey, kontrol noktalarından, yerleşimlerden ve sadece yerleşimcilerin kullandığı yollardan, sokağa çıkma yasaklarından ve kapatılmalardan etkileniyordu.

Cinayetin zamanlaması

Dün de bugün de, kimse, kendi silahlarını taşıyan askerlerden, kendi nöbetçi kulelerinden, duvarlardan ve dikenli tellerle çevrilmiş çitlerden, hareket sensörlerinden ve geçenlerin insanlıklarını dışarıda bıraktıkları fütüristik geçiş yerlerinden, insanları yeni çağın üretim hattının ruhsuz yedek parçalarına çeviren yönlendirici komut seslerinden bağımsız bir hayat yaşayamıyor. Hiç kimse, Gazze’de yaşayanların hayatlarının içine sızan Orwell’in gözetim teknolojilerinden veya süregiden yaşamın her anını, “istihbarat” toplamak için Gazze Şeridi’nin üstünde ruhani bir varlık gibi dolaşan beyaz balondan kurtulamıyor. Kimse, aniden “şüpheli” olarak tanımlanan insanları birkaç saniye içinde kül edecekmişçesine dolaşan tankların ve zırhlı personel nakliye araçlarının veya savaş helikopterlerinin ve F-16’ların ne zaman ortaya çıkacağını veya saldıracağını tahmin edemiyor. Hiç kimse, çocukları ve yetişkinleri aşağılamak, insanlıktan çıkarmak, acı, korku ve psikolojik zarar vermek için dikkatlice tasarlanmış stratejilerin sonucu olan sadistçe ve haksız eylemlerden kaçamıyor. Su ve yemekten yoksunluk, günlük elektrik kesintileri, açıkta duran lağım suları ve tehdit oluşturan altyapı yetersizliği, ilaç eksikliği ve kelimenin tam anlamıyla etraflarındaki tozdan ve yıkıntıdan harap olan dünyalarını yeniden inşa etmek için gerekli malzemelere erişememe, Gazze’deki gayri-insanların ortalama hayatını tarif ediyor.

Rachel Corrie’nin ölümü, korkunç bir şiddetin yaşandığı zamanda, Filistinlilerin ikinci İntifada’sı sırasında ve Bush yönetimini birkaç gün önce Irak’a savaş açmışken, meydana geldi. Zamanlama ve daha fazla toprak hırsızlığı ve doğal kaynakları iç etmek için kullanılan bahaneler, bundan daha iyi olamazdı. ABD’nin “Terörle Savaş”ı, Bağdat’a karşı süregelen “Şok ve Dehşet” uygulamasının başlangıcıyla neredeyse doruk noktasına ulaşmıştı. İsrail Başbakanı Ariel Şaron, kendi yönetiminin siyasalarını, petrol ve doğal gaz kaynaklarıyla dolu bir bölgenin üzerindeki ABD hegemonyasını genişletmek ve konsolide etmek için yollar geliştiren muhafazakar, neo-muhafazakar siyasetçiler ve kurumlar tarafından ilk olarak ortaya konan ABD’nin psikopatik “terör” ve “teröristler” takıntısıyla,  başarılı bir şekilde birleştirdi.  

İkinci İntifada’nın şiddetli içeriği, İsrail’in kendisini terörist-gavurlara karşı savunduğunu ve Şaron’un kutsal savaşının, ABD’nin Şeytan’la giriştiği savaşın gerekli ve hayati parçası olduğunu iddia eden en ırkçı ve tutucu tezleri şiddetlendirdi. Eğer varsa, Filistin tarafından gelen haberleri, ABD raporlarına sokmak için küçük bir çaba gösterildi, çünkü kabul edilen kanonun bir kısmı, İsrail’in kendi kurtuluşu için savaştığını anlamıştı. Fakat Filistinlilerin motivasyonunu, Rachel Gazze’deyken de, şimdi de duyulmayan özgürlük, bağımsızlık ve hür irade için adil ve gerekli mücadele olarak göstermek, en korkunç saldırılara ve en acımasız ithamlara davetiye çıkarttı.

Kendi yönetimi altındaki insanları baskı gösteren, insanların mülklerine el koyan ve insanları öldüren suçlu rejimlere tanıklık eden diğer insanlar gibi Rachel Corrie’nin de, Gazze’de, zora baş kaldıran bir yerde, gördükleriyle başı dertteydi. Öldürüldüğü gün, Rachel, her gün çıldırmadan yaşaını devam ettirmenin yollarını arayan, büyük çoğunluğu fakir ve savunmasız bir mülteci topluluğu için üzerinlerine el bombası atılmış etkisi yaratan sonsuz sayıda onursuzluklardan ve suçlardan birisini protesto etmek için bir buldozer ile bir ev arasında duruyordu. İsrail mahkemesine göre, Rachel’in ölümü, “müessif bir kaza” ve Rachel, savaş alanının ortasında tehlikeli bir ortamda bulunuyordu. Ayıplanmalıydı. Kurban, kendi cinayetinden sorumluydu; devletsiz, fakir ve mallarına el konmuş insanlar, mülteciliklerinden ötürü kınanmalıydı; insafsız, acınası davranışlarından ötürü, esaretlerinden, insanisizleştirilmelerinden ve işgalden ötürü…

Let me stand alone!

Rachel arkasında bir günlük, mektuplar ve etrafındaki insanların cesaretine ve kararlılığına ayna tutan cesaret ve metanetle dolu bir mirasa bıraktı. Buldozer yaklaşında, kaçmayı reddeti ve belirli bir noktadan sonra, kaçamayacak şekilde kapana kısıldı. Yaşamı gibi, ölümü de, o Refah’a gelmeden çok önce yıkılmak için ayrılmış bir arazide, evlerin yıkılmasını ve “kapalı askeri alan” kurulmasını engellemek için çok zayıf olduğunu bilen genç bir kadının öfkesini yansıttı.

Başka bir çağda, Rachel’ın günlüğü, Let Me Stand Alone, doğru olduğuna inandığı için yaşamaya ve mücadele etmeye karar vermiş genç bir kadının yaşadığı müthiş macerayı anlatan bir klasik olacak. Başka bir zamanda, Rachel’ın hikayesi, tüm dünyadaki okul çağındaki çocuklar tarafından okunacak ve milyonlarca insan, tek başına zırhlı bir buldozerin karşısına dikilip, bedeniyle “bu durmalı!” dediği yeri ziyaret edecek. Bizim yaşadığım zamanda ise, o resmi tarihin kayıtlarında bilinmeyen bir kurban. Cesati kınanıyor ve mahkum ediliyor, ismine kara çalınıyor ve ona iftira atılıyor. Fakat inanıyorum ki, Anne Frank de Rachel Corrie’ye hayran olurdu. O, savaş ve teröre, bütün bir halkın insanisizleştirilmesine içkin tehlikelere ve topraklarının vahşice işgaline karşı, evrensel bir adalet çağrısının farkına varırdı. O, Allah tarafından bahşedildiği iddia edilen bir kaderden ileri gelen güç ve haklılık hissiyle kabaran, geçmişlerinin öcünü alan ve öldürmeye hakkı olduğuna inanan ulusların kurbanları üzerinde yükselen sessiz ve kayıtsız bir dünyanın şiddetini fark edecekti. Aynı şekilde, kendi Günlük’ü ve maruz bırakıldığı ölümünü, kan ve toprakla tanımlanan bir devletin yaptıklarını ahlaki gerekçesi olarak kullananları rezil edecekti. Anne Frank, kendi popülaritesini parlatan, iğrenç bulacağı ve öğrendiği derslere ve yaşadığı şiddete aykırı bir ideolojiyi ifşa edecekti. İnanıyorum ki, Anne Frank, Rachel’ın buldozerden kaçması gerekirdi dendiğinde, “Rachel’ın kaçması gerektiğini düşünmüyorum. Hepimizin onunla birlikte orada durması gerektiğini düşünüyorum” karşılığını veren Rachel’ın annesi Cindy ile aynı fikirde olacaktı.

* İngilizce’den çeviren Sevag Beşiktaşlıyan. Yazının İngilizce orijinali için

http://mondoweiss.net/2012/09/a-legacy-of-two-martyrs.html

** Yazar, University of Wisconsin-Madison’da Orta Doğu Çalışmaları’nda çalışıyor. Çoğunlukla, Lübnan, İsrail ve işgal altındaki Filistin’de yaşıyor ve çalışıyor. Orta Doğu’da sık sık seyahat ediyor. İnsan hakları aktivisti ve freelance gazeteci, yazara amadea311@earthlink.net adresinden ulaşılabilir.