ADNAN SARACOĞLU
Yolumuz sürekli masala düşüyor, oradan, buradan, dereden, tepeden, nereden hep masal patikalarına kayboluyoruz. Azıcık gerçekçi olalım derken gerçek o kadar akıldışı imkân dışı geliyor ki, masalın aklıselimine iltica ediyoruz. Masal mekanlar, zamanlar köprüsü çünkü, alternatif gerçekler ummanı. Zamanı büken, dönüştüren ana evinden on adım atıp fizana götüren, baba dükkânından iki seksekte Kaf Dağı’nı aşıran sınırlanması güç bereketli bir imkân.
Klasik masalları dinleyip okuyup yeniden yeniden üretirken modern anlatılar da masaldan el almaya başladılar. Şehrin ortasından, Avm terasından, aile sıkıntısının, bireysel çatışmanın ortasından alıp alıp kaçtılar hayal müşterilerini.
Usta işi
Yeterince büyüdüğünü düşünüp çocuklar için yazmaya başlayan usta yazarlara ayrı hayranlığım var. Bu halkaya Latife Tekin de katıldı yakınlarda. Belli ölçülerde şüpheyle karşılayabiliyoruz, çocuklar için de yazayım diyenleri. Öncelikle içinde kaynamış demlenmiş mi, yoksa karanlık kuytulardan sipariş mi gelmiş bunu bilip görmek, deneyimlemek istiyoruz. Latife Tekin tüm parmaklarımızı ısırttırıyor. Dert edinip, tüm yeteneğini seferber eyleyişiyle, bir yiğitçe yoğurt yiyişiyle, aklımıza çarpıp serseme çeviriyor bizi. Özgün mü özgün bir kitapla çocuğu da yetişkini de dikkatle okumaya davet ediyor. Doğanın dilini konuşuyor yalnızca. Dağın bayırın kırsalın ücranın tekinsiz dokusunu belleklerde yankılanan masallarla pekiştiriyor. Karakter kümesini bile, bile isteye benzemezlerden, benzeşmezlerden oluşturuyor. Genci, yaşlısı, çoluğu, cocuğu, kedisi keçisi, çobanı tüccarı aynı ipe diziliyor. Çocuklar ilgilerine uygun gruplar, kulüpler kurarak, dayanışmada ve çatışmada yerlerini alıyor. Tek nefeste onlarca çiçeğin zikri okura akıl fikir aşılıyor. Neye iyi gelir sorusuyla iyiden iyiye bendemiz kıldığımız, Süleyman Peygamber’in bile dengi olamadığı ihtişamda giyinip kuşanan binlerce bitki kitabın esas oğlanları kızları oluyor.
Çiçekler gibi efsunlu efsaneler de sökün ediyor, Karaboğular, Mançidaçe, Tusula, Nabitcar, gökkarga dilimize pelesenk oluyor, hayalimizi örs üzerinde kıvamla ve sabırla dövüp duruyor.
Seçilen isimler konu kadar, anlatış tercihleri kadar çeker ilgimi. Asinaz ne güzel isimdir, onu bulan yazar ne kutlu kişidir. Ya Sultanay Dudu, Pembesu, Semagül, Şık Şık Ayla Abla, Alavere Bali ve nicesi. Meyvelerde de hızını kesmiyor; mor damla eriği, cancan elması, kızıl hıştırık ve kaldık armudu.
Kafka’nın, parantez içindeki birimle asıl anlatıyı değiş tokuş etmesi, özellikle ‘Çin Seddinin İnşasına Dair’ öyküsündeki hünerli hokus pokusları modern anlatıya birkaç basamak birden atlatıyordu. Latife Tekin de, açgözlü insanlarla kanaatkâr insanların binlerce yıldır süren mücadelesini anlatı öbeklerine bölerek, yer yer bozarak, izini kaybettirerek, doğadaki her anı tüm canlılığıyla betimleyip aklımızı çelerek anlatıyor. Asinaz’ın mektuplarıyla sürekli seslendiği, özlemini çektiği Semagül ortaya hiç çıkmasa da hep bizimle sanki, oymacı babası Hadimar’ın ve suskun puskun annesi Endam’ın halleri, altın sevdalısı Savaştan ve Nabitcar’ın, büyük ve küçük savurgan rüzgarlarıyla örtüşen anne-kız cadıların, hırslı mı hırslı altın arayıcılarının Altınçayır’a, eski adıyla Keçiler Boğazı’na çöküp bir daha kalkmama cinlikleri ve Sultanay Dudu’nun cin çarpan bilgeliği...
‘Masalın Devamı’ bölümünde kitabın arkaik, kadim yankısıyla yüzleşirken heyecanımı saklayamadım. Genelde mitolojiyi ya da efsaneleri bugünün zihniyle eşleştirmeye çalışırız, çağlar ötesinden büyüye büyüye gelip olağanüstüleşen örgüyü çözüp olayların olağan hallerini, o günün zihniyetini sökmeye çalışırız. Önümüzdeki kitapta en sade haliyle olsa da çift taraflı akan trafikten söz edebiliriz. Bugünden geçmişe, geçmişten bugüne. Sarmalın içinde olağan ve olağanüstü anlar göze çarpıyor. Sultanay Dudu; şifacı, bakşi, şaman, derman ana, deva abla, koca karı, bilge kadın, gibi kimlikler toplamıyla açgözlüler karşısında direnişi örgütlemekten geri durmuyor. Şaman yönüne biraz daha değinecek olursak; topladığı bitki kökleri, çeşitli aksesuarları, efsunlu giz kitabıyla en önemlisi zamanlar boyutlar arası gidip gelmesiyle tipik bir şamandır. Şamanlığı tanrısal buluşma, tabiatı yönlendirmeye değil de, çocukluk demlerindeki kökleri aramaya ve güçlenip umut tazeleyip dengeyi korumaya ve şifahi bilgiyi torununa devretmeye kullanır Sultanay Dudu.
Cılız ve yersiz bir umut pınarı fışkırtmaktansa mücadelenin devam ettiğini vurguluyor yazar. Hikâyemiz bitmiş, açgözlüler de henüz kazanmış değil.
Altınçayır Vadisi’nin Çocukları
Latife Tekin
Can Çocuk
96 sayfa.