YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Talimatnameyi beklerken halimiz

Baştan söyleyeyim. Eğer talimatnamede böyle bir kısıtlama olursa Patrik seçimi süreci en baştan sakat bir şekilde başlamış olur ve toplumun büyük bir kısmını bu seçimin adil bir seçim olduğuna ikna etmek imkansız olur.

Bu yazı yayınlandığında belki de İçişleri Bakanlığı’nın Patrik seçimine dair talimatnamesi Patrikhane’ye ulaşmış olacak. Doğrudur, 1961’den bu yana Patrik seçimleri İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir talimatname ile gerçekleştiriliyor. Bu talimatname genellikle ilkinin tekrarı biçiminde oldu, şimdiye kadar.
Bu seçimde ise Patrikhane ve seçim sürecinin içindeki aktörler tarafından talimatnameye özel bir anlam yüklenmiş durumda. Değabah Maşalyan, bu göreve seçildikten sonra Patrik seçimindeki doğal adaylara mektup yazmak için talimatnamenin gelmesini bekleyeceğini söyledi, örneğin. Geçtiğimiz seçimlerde süreci yakından izleyen hukukçular, böyle bir zorunluluk olmadığına dikkat çektiler. 
Ancak Maşalyan bu tutumunda kararlı olunca akıllara ister istemez talimatnamede yurtdışı adaylarla ilgili bir kısıtlama olup olmayacağı geldi. Bu, toplumda konuyla ilgili tüm kesimlerde hararetle konuşulan bir konu. Baştan söyleyeyim. Eğer talimatnamede böyle bir kısıtlama olursa Patrik seçimi süreci en baştan sakat bir şekilde başlamış olur ve toplumun büyük bir kısmını bu seçimin adil bir seçim olduğuna ikna etmek imkansız olur. 
Fakat öte yandan bu seçeneğin, yani yurtdışındaki adaylara bir kısıtlama getirilmesinin güçlü bir ihtimal olduğu konuşuluyor. Süreci yürüten aktörler de bu yönde mesajlar vermekte. Toplum, an itibariyle kendi hakkında verilecek hükmü bekleyen hayli edilgen bir pozisyondadır.
Ancak tablo bu kadar da basit değil. Bu seçimin sadece “ülke içinden” adaylarla gerçekleşmesi için uzun zamandır devlet nezdinde kulis yapanlar olduğunu biliyoruz. “Ülke içinden”den kasıt, Başepiskopos Ateşyan ve Episkopos Maşalyan. Bu formülü savunanlar yakın zamana kadar buna gerekçe olarak “Patrik adayı İstanbul Patrikhanesi’ne bağlı olmalı” gibi gerçekte olmayan bir savı öne sürüyorlardı. Yani daha İçişleri bu yönde –olası- bir karar açıklamadan önce bunun altyapısı, toplum içinden, süreç içindeki bazı aktörler tarafından dile getirilmeye başlanmıştı. 
Buna gerekçe olarak da 1863 Nizamnamesi gösteriliyor. Nizamname Patrik adayı için bir maddede “En az babasından itibaren Osmanlı Devleti uyruklu ve otuz beş yaşını tamamlamış olması gerekir” derken devam eden maddede de “Seçim aşağıda belirtildiği gibi yerine getirilir: Şöyle ki, ilk önce Patrik Kaymakamı, Osmanlı ülkesinde bulunan bütün piskoposların isimlerini içeren bir defter düzenleyerek bunların birinci madde gereğince seçilmeye yeterliliklerini her birinin isminin karşısına yazar ve anılan defteri  Ruhani Meclis’e sunar” deniyor.
Şimdi: 1863’ün Osmanlı ülkesi hayli geniş bir coğrafya olduğu gibi, metnin devamında sürece –o zamanki- Cismani Meclis’in de katıldığını ve nihai kararı da –yine o zamanki- Genel Meclis’in verdiğini görüyoruz. Bu iki Meclis de, Osmanlı ülkesi de, mevcut durumda yoktur, dolayısıyla Patrik seçiminde adaylar açısından Nizamname’yi temel almak son derece gereksizdir. Kaldı ki Cumhuriyet döneminde tüm seçimler 1961 Talimatnamesi’ne göre yapılmıştır ve bu talimatnamelerde yurtdışı adaylara herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir. Üstüne üstlük, yine bu dönemde Türkiye doğumlu, ancak yurtdışında görev yapan birden fazla patriğimiz olmuştur. Yani bu durum “istisna”  değildir. 
Ancak öyle görünüyor ki dert zaten bu değil. Nizamname işin kılıfı. Hem devlet hem de toplum içindeki bazı aktörler “yerli ve milli” bir patrik için uğraşmaktalar. Bu artık malumun ilanı gibi bir şey. 
Bu hafta iki ruhani (Başepiskopos Ateşyan ve Episkopos Maşalyan) çeşitli vesilelerle yurtdışındaki adaylara kısıtlama getirilmesinin uygun olmayacağını dile getirdiler. Ancak her iki ruhani de son kararı İçişleri’nin vereceğinin altını çizdiler.
Bu çıkışlar hem çok geç, hem çok yetersiz, hem de sivil ayak eksik. Henüz talimatname elimizde olmadığı için net bir şey söyleyemiyoruz ama açıklamalardaki satır aralarına bakıldığında gerek Patrikhane’de, gerekse sivil ayakta, yurtdışı adaylar için bir kısıtlama getirilmesinin hayli güçlü bir ihtimal olduğunun bilindiği görülüyor. Zaten bu açıklamalar da  o yüzden yapılmış, belli. 
Şunu söylemek gerekir. Patrik Mutafyan’ın ölümünden sonraki süreç ne yazık ki iyi değerlendirilmedi. Şu ya da bu sebeple, haklı ya da haksız,  devlet her aşamada işin içine sokuldu ve ipler tamamen devletin eline verildi. Sürece itiraz edenlere de “oyun bozan” olarak bakıldı. 
Şimdi tüm bir toplum oturmuş, devletin kendi hakkında vereceği kararı bekliyor. Halimiz hiç de iç açıcı değil. Bekleyelim, görelim.