YETVART DANZİKYAN
1964’te Adalet Partisi’ne genel başkan olmasından 2000 yılında Cumhurbaşkanlığı görevi sona erene dek toplam 36 yıl boyunca Türkiye siyasetine damga vurmuş bir isimden söz ediyoruz. Bir muhtıraya (1971) bir darbeye (1980) maruz kalmış, çeşitli koalisyon kombinezonları içinde olmuş, bu 36 yılın hemen hemen yarısını kah başbakan kah cumhurbaşkanı olarak iktidarda geçirmiş, iktidarda olmadığı yılları ise -eğer yasaklı değilse- mutlaka iktidar adayı olarak geçirmiş, siyasetin gündemini belirlemiş bir isim.
Siyasi çizgisine büyük oranda anti-komünizmin yön verdiği, ancak işin ilginç tarafı daha çok ordu, sağ muhalefet ve parti içi muhalefetle mücadele etmek ve onlarla zaman zaman (çoğu zaman) uzlaşmak zorunda kalmış bir isim.
Uğur Mumcu’nun 12 Eylül sonrası dönemde “Bir darbe daha geçirirse komünist olacak” dediği, her döneme uygun siyasal argümanlar geliştirmeyi başaran, hep su yüzeyinde kalabilen bir isim.
1960 darbesi sonrasında Demokrat Parti çizgisini devam ettirmeye gayret eden ancak DP’nin devamcıları ile de başı pek hoş olmayan, 1971 muhtırası sonrasında ordu ile iyi geçinmeye çalışan ve bunun bedelini sandıkta ödeyen, 1973 sonrasında kurduğu Milliyetçi Cepheler vasıtasıyla bir yandan komünizm düşmanlığı yürütürken aynı zamanda çok parçalı hale gelen sağ siyaseti de şapkası altında toparlamaya çalışan, 1980 darbesi sonrasında ‘Hürriyet’ sloganıyla meydanlara çıkan, 90’larda “Kürt realitesi” ni tanıyan ancak sonrasında Kürt meselesinde orduya teslim olan, 28 Şubat ve sonrasında yine orduya yakın durmaya çalışan bir siyasetçi.
Analitik bir portre
Murat Arslan İletişim Yayınları’nın Biyografi Dizisi’nden çıkan ‘Süleyman Demirel’ kitabında hem Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran bu siyasetçinin detaylı bir hayat hikayesini anlatıyor hem de geçtiği siyasi uğrakların izini yakından sürerek Demirel’in analitik bir portresini çizmeye çalışıyor.
Arslan Demirel’in bir pragmatizm ustası olduğunu söylerken haksız değil. Hazırcevaplığı ve kıvrak zekası yanında ona en büyük özelliğini veren değişen koşullar karşısında tutum belirleme becerisidir. Arslan’a göre Demirel’in bir başka özelliği de doğru zamanda doğru yerde olmak. El hak bu da yanlış değil. Ama bu ona aynı zamanda ister istemez yanlış zamanda yanlış yerde olma mecburiyetini de getiriyordu.
Evet 1964 AP Kongresi’nde doğru zamanda doğru yerdeydi, Saadettin Bilgiç ekibini mağlup etmeyi başardı ancak aynı zamanda 1971 muhtırasında yanlış zamanda yanlış yerdeydi, muhtıra ona karşı verilmiş oldu, evet 1973’te kurulan CHP-MSP koalisyonu dağıldığında kendi açısından doğru zamanda doğru yerdeydi ve 1. MC’yi kurdu ancak 1980’e giderken yine yanlış zamanda yanlış yerdeydi, 12 Eylül kendi kurduğu azınlık hükümetine karşı yapıldı.
Bu örnekler çoğaltılabilse de Demirel’in siyasi hayatına asıl yönünü veren, sebat, zorluklar karşısında geri çekilmemenin yanı sıra, kendi için büyük bir avantaj olan köy kökenli olmayı, muhafazakârlığı, dindarlığı, sol karşıtlığını, zaman zaman ordu eliyle cisimleşen ceberrut devlet karşıtlığını zekice kullanma kabiliyeti olsa gerek. Demirel esas olarak bu hasletleriyle ( ya da taktikleriyle) siyasette var oldu. Siyaset de zaten böyle bir şey. Yeterince beklersen top mutlaka bir kez daha ayağına gelir. Süleyman Demirel’in ayağına nereden baksan yedi sekiz kere geldi. Ve belki de eğer şansı biraz yaver gitseydi 2000’de bir kez daha Cumhurbaşkanı olabilirdi. Ama en azından şu örnek bence Demirel’in hayatını gayet özetlemekte: 1983’de Zincirbozan’da darbenin alıkoyduğu bir isimdi Demirel, tam 10 yıl sonra 1993’te ise Cumhurbaşkanı. Bu hem Demirel’in “oyundan kopmaması”nın sonucu hem de Türkiye siyasetinin ya da genel olarak siyasetin bir cilvesi, “oyundan kopmayan”lara tanıdığı bir imkan.
Yakın tarihin özeti
Kitaba geri dönecek olursak. Murat Arslan çok sayıda kaynağı tarayarak sadece Demirel’in siyasi hayatının kronolojik ve analitik bir portresini sunmakla kalmıyor kitap ister istemez aynı zamanda yakın tarihimizin de bir özeti oluyor. 1960 darbesi sonrası başlayan Demirel’in siyasi hayatı; ordunun Demokrat Parti mensuplarına af getirilme çalışmaları karşısındaki ağırlık koyma çabalarına, 1968 öğrenci olaylarına, 1960’ların sonlarında ekonominin yön değiştirmesine ve bu çerçevede yeni bir burjuvazinin doğuşuna, buna paralel olarak yeni bir işçi sınıfının doğuşuna, solun büyümesine, 1971 muhtırasına, 71 sonrası ordu-siyaset dengesinin siviller tarafından yeniden kurulması çabalarına, bu süreçte ordu ve darbe ile mesafesinin iyi koruyan Ecevit’in 1973 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasına, Kıbrıs Harekatı sonrası CHP-MSP koalisyonu dağılırken Ecevit’in “Kıbrıs Kahramanlığı”ndan faydalanıp erken seçime gitme çabaları karşısında Demirel’in ve diğer partilerin buna imkan vermemek adına 1. MC’yi kurmalarına, 70’lerin çalkantılı siyaset sahnesine eşlik eden, daha doğrusu bu tarihi belirleyen bir hayat.
Arslan da tüm bu uğraklarda karşıt dengelerin siyasi açıdan analizini ve tarifini yaparken Demirel’in de tüm bu kritik kavşaklarda hangi saiklerle hangi pozisyonu aldığını gözler önüne seriyor.. Elbette kitap burada kalmayıp aynı yöntemi 1980 darbesi sonrasına, ANAP iktidarı ve Demirel’in muhalefet yıllarına, Demirel’in yeniden başbakan ve cumhurbaşkanı oluş dönemine, DYP içi kavgalara, Türkiye’nin gündemini belirleyen Kürt meselesi ve İslami akımın yükseliş dönemine de uyguluyor. Yine bu dönemde hiç şüphesiz merkezde olan Süleyman Demirel. Siyasi hayatını belki de tam ortadan ikiye bölen 12 Eylül sonrasında 71’deki hatasını tekrarlamayıp ordu ile arasına mesafe koyan Demirel, 90’ları ise Refah Partisi’nin yükselişi karşısında bu kez ordu ile aynı hizaya çekilerek tamamlayacaktı. Murat Arslan kitapta Demirel’in bir tür bu çizgisini de ayrıntılı olarak resmediyor.
Erdoğan ve Demirel
Kitap, evet Demirel’in hayatını titizlikle inceliyor ve az evvel de bahsettiğim gibi aynı zamanda bir yakın tarih özeti olarak da pekala okunabilir. Ama aynı zamanda bize bir imkan daha sunuyor elbette. Günümüzle kıyaslama.
AKP çizgisi 28 Şubat’taki rolü nedeniyle Demirel’den pek hazzetmez ancak Erdoğan’ın, her ne kadar öyle anılmak istemese de Demirel’in devamı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Hem pragmatizm açısından hem de siyasi alanı sertlikle dizayn etmeye çalışma açısından. Şu cümleler muhtemelen daha açıklayıcı olacaktır:
“AP’nin seçim beyannamesi bir yandan birlik beraberlik vurgusu yaparken Süleyman Demirel meydanlarda CHP ve Türkiye İşçi Partisi’ni komünizmle ilişkilendirerek eleştirmeye devam ediyordu. TİP’e karşı tutumu ziyadesiyle saldırgandı. K.Maraş’taki bir mitingde TİP’in düzeni değiştirmek istediğini söylerken dinleyicileri hainlerin, zorbaların, eşkıyaların peşine düşmeye davet ediyordu. CHP de benzer eleştirilerden nasibini alıyordu. Aslında Demirel’in amacı iki partiyi de aynı safta göstererek CHP’yi zayıflatmak iken, İsmet İnönü’nün yeni yeni benimsemeye başladığı “ortanın solu” pozisyonu bu hususta AP’nin elini güçlendirmişti. Diğer yandan Demirel eline geçen her fırsatta İnönü’yü orduyu ve silahlı kuvvetleri kışkırtan bir faktör olarak göstermekten kaçınmıyordu. Giresun’daki bir mitingde kendisine CHP’iler tarafından gönderildiğini iddia ettiği bir kağıt parçasında yazan ‘Menderes’i astık seni de asarız’ cümlesini kürsüde okuması buna bir örnek teşkil ediyordu. “ (sayfa 81-82)
Yani demem o ki, siyasal alanı sertleştirip kutuplaştırmak ve bundan fayda sağlamak ilk olarak Erdoğan’ın aklına gelmiş değil. Demirel de bilhassa1960’lar ve 70’lerde bu formüle sık sık başvuruyor, bir siyasi partinin linç edilmesine davetiye çıkarabiliyordu. Aynı Demirel bir yandan yurt içinde anti -komünizmin bayraktarlığını yaparken İskenderun Demir Çelik, Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum gibi tesisler Sovyet kredisiyle inşa ediliyordu. (sayfa 93)
Velhasıl kitap 1960 sonrası Türkiye siyaseti açısından hem kapsamlı hem de detaya fazla gömülmeyen, rahat okunur bir özellik taşıyor. 1980’leri, 90’ları ve 2000’leri yakından yaşamış kuşaklar için bir hafıza tazelemesi ve gözden kaçan detay ve “ilişki”leri görme imkanı verirken daha uzakta kalan 1970’ler ve 60’lar için de dönemin dengelerine ve siyaset sahnesine yakından bakma imkanı sunuyor. Arslan bunları yaparken olayları kuru kuruya arka arkaya sıralamaktan kaçınıyor ve Demirel’in siyasi pozisyonunu da etraflıca analiz ediyor. Sözü en iyisi yazara bırakalım ve 71-80 dönemine dair kitaptan bir değerlendirme ile bitirelim bu yazıyı: “1971 – 80 dönemi Süleyman Demirel’in pragmatizminin ziyadesiyle göz önünde olduğu çoğu zaman da oportünizme dönüştüğü yıllardır. Muhtıranın hemen arkasından komutanlarla işbirliği yaparak bir önceki dönemde dile getirdiği anayasa değişikliklerini gerçekleştirmesi de bu şekilde anlaşılmalıdır. Zamanı geldiğinde Nihat Erim’i başbakanlıktan indirmesi ve meclisteki çoğunluğunu kullanarak sonraki hükümetleri adeta parmağında oynatması da... Diğer yandan 12 Mart rejimi ile uyumu kendisine pahalıya mal olmuş ve siyasetteki normalleşmenin ardından AP sandıktan ikinci parti olarak çıkmıştı. Bülent Ecevit Kıbrıs sonrası oluşan havayı oya çevirmek amacıyla seçime gitmek istediğinde karşısında bunu engellemek için her yola başvuracak Demirel’i buluyordu. 1960’lara tezat oluşturacak biçimde o artık kutuplaştırıcı bir figürdü. Zira yeni dönemin koşulları öyle gerektiriyordu.”
Süleyman Demirel
Murat Arslan
İletişim Yayınları
271 sayfa.