Aşiret-Cemaat-Devlet üçgeninde tarih boyunca Mardin

Mardin üzerine bugüne kadar Türkiye’de yapılmış en önemli çalışmalardan biri olan ‘Mardin: Aşiret – Cemaat – Devlet’ kitabının genişletilmiş 3. baskısı Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıktı. 2000 yılında çıkan ilk baskısına oldukça önemli eklemeler yapılmış olan ve Tomas Çerme'ye ithaf edilen bu yeni baskıyla ilgili olarak kitabın yazarlarından Suavi Aydın’la konuştuk.

Kitabın 2000 yılında yapılan baskısıyla yeni yayınlanan genişletilmiş baskısı arasında ne gibi farklar var? Okurlar genişletilimiş baskıda daha önceki baskıdan farklı olarak neler bulacaklar? 
Öncelikle iç tasarımda ufak-tefek değişiklikler oldu. Bazı alt bölümleri birleştirdik; daha önce kopukluk olduğunu gördüğümüz yerlerde devamlılık lehine müdahalelerimiz oldu. Ayrıca ve daha önemlisi, yeni yapılan kazı ve araştırmalar ışığında prehistorik dönemlere ve ilkçağa ilişkin bölümler oldukça genişledi. Özellikle Göbeklitepe, Körtiktepe ve Ilısu barajı kurtarma kazılarının sağladığı yeni bilgiler eklendiği gibi, Suriye ve Irak prehistoryası ve ilkçağına ilişkin yeni veriler üzerinden Mardin eski çağlarını Yukarı Mezopotamya’ya sıkı sıkıya bağlayan ilişki ağı daha açık hale geldi. Bunun yanısıra 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl bölümleri çok genişledi; aşiretlere ilişkin arşiv kaynaklarıyla Mardin şehir hayatına, rekabetine ve çatışmalarına dair yeni kaynaklar değerlendirildi. Buna bağlı olarak, İslâmî cemaatler/tarikatlar ile seyyidler üzerine daha geniş bir çerçeve ekledik. Tur Abdin tarihinin ayrılmaz parçası olan Midyat ve Nusaybin çevresi ilk baskılarda daha az değinilen yerlerdi. Bu baskıda, 19. yüzyılda bu bölgenin tarihini temelden etkileyen gelişmelere, Bedirhan Bey’in bölgeye etkisine ve tasfiyesi sonrasında Tur Abdin’in yaşadığı büyük dönüşüme, Tanzimat’ın etkilerine ve Hamidiye alaylarının teşkiliyle ortaya çıkan yeni örüntüye ağırlık verildi. Britanya ve Osmanlı arşivlerinin sağladığı olanaklar kullanılarak 1895’ten itibaren başlayan ve 1925’e kadar devam eden çatışmalı ve çalkantılı dönem daha derinlemesine ele alındı.

Kitabın alt başlığında yer alan aşiret kavramı günümüzde Mardin ve Mardinliler için ne ifade ediyor? 
Aşiretin varlığı ve etkisi 1950’den itibaren sönümlenmeye başladı. Ancak öncesinde bölgeyi derinden etkileyen esaslı bir dinamikti. Toprağa bağımlılığın çözüldüğü ve büyük kentlere göçün hızlandığı 1950 sonrasında aşiretler etkilerini kaybetmeye başladılar. Lakin aşiret liderleri işadamı haline gelmeye başlayarak şehirlerdeki istihdam imkânlarını belirli düzeylerde kontrol etmeye başladılar ve aşiret mensuplarının bu yoldan işlendirilmesi devam etti; bu göreli de olsa aşiretin varlığını korumasına yol açan bir dinamikti. Öte yandan aşiret liderlerinin siyasî figürler haline gelmesi de bu gelişmeyi bir ölçüde destekledi. Ama her halükârda aşiretlerin etkisinin, şekil değiştirmekle birlikte, sınırlandığını söyleyebiliriz. Eski aşiret dayanışmasının zayıfladı; toprağın parçalanması küçük köylülüğün güçlenmesine yol açtı ve aşiretlerin toprak üzerindeki denetim etkisi neredeyse ortadan kalktı. Bazı büyük aşiretlerin 1925’ten itibaren Suriye’ye göç etmek zorunda kalması da onların Türkiye sınırları içinde kalan etkisini kırdı. 20. yüzyılın başına kadar bölgeyi kontrol eden Milli ve Milan aşiret konfederasyonlarının çözülmesi, Milli ve Milan nüfuz alanında başka aşiretlerin etkisinin doğmasına yol açtığı gibi, bazı küçük aşiretlerin liderlerinin devlet organlarıyla işbirliği içine girerek Millilerin ve Milanların rolünü üstlenmesini kolaylaştırdı. Bundan sonra onları belediye başkanı, milletvekili hatta bakan olarak görmeye başladık. Mardin şehir hayatı bakımından, 17. ve 18. yüzyıllarda Mardin’e hükmetme mücadelesi içinde olan ailelerin (hanedanların) bazı aşiretleri şehrin çeperine davet ederek güç temerküzü peşinde olduğunu görüyoruz. Bu aşiretler de şehirleşti ve şehrin siyasî hayatının parçası oldular, hatta zaman zaman şehri yönettiler. Ama bu gelişme onların aşiretlere has kabiliyetleri kaybederek şehrin tarafına geçmelerine, bu nedenle de dışarıdan şehri tehdit eden aşiretlere karşı direnişin silahlı unsuru olarak, ‘militia’laştığını söyleyebiliriz. 19. yüzyıl şehirde misyoner faaliyetlerinin, Hıristiyan cemaatler arası mücadelenin ve Tanzimat’la birlikte merkezî hükûmetin şehri ve çevresini kontrol etme mücadelesinin etkisiyle, bu geleneksel aktörlerin yeni siyasî aktörler lehine görece geri plana çekilmesine yol açtı. Ama şehirdeki etkileri, büyük aile çevreleri olarak, alttan alta devam etti. Bugün bile şehrin siyasî hayatında siyasî partilerin içinde veya başka şekillerde onların etkilerini korumaya çalıştığına şahit olmaktayız. Öte yandan 1980’lerin sonlarından itibaren şehirde Kürt nüfusun artışının bu ailelerin etkisini azalttığını da söyleyebiliriz.

Suavi Aydın

Aynı soruyu kitabın alt başlığında yer alan ‘cemaat’ kavramıyla ilgili de sormak istiyorum. Cemaat kavramı günümüzde Mardin ve Mardinliler için ne ifade ediyor?  
Cemaat derken, daha çok Hıristiyan cemaatleri kast etmiştik. Geniş bir İslâmî coğrafyada adalar halinde yaşayan bu cemaatlerin varlıklarını koruma ve sürdürme mücadeleleri pek çok taktikle yaşamalarına yol açtı. Kitap bu taktiklerin tarih içindeki akışını göstermeye çalışıyor. 19. yüzyıldan itibaren şehrin yeni siyasî ve toplumsal hayatı içinde bu kez belli İslâmî tarikatların rol aldığını da gösteriyor. Bu tarikatların cemaatleri oluştu ve Cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere bölgenin siyasetinde etkili olmaya başladı. Kitabın genişleyen kısımları içinde bu etkilerin analizine yöneldiğimizi de görebilirsiniz. Öte yandan bölgenin hâlâ varlığını sürdüren en eski topluluğu olan Süryani cemaatinin, 19. yüzyılda misyonerlerin etkisi altında bölünmeye başladığını, içinden Protestan ve Katolik cemaatlerin çıktığını bunun da bir cemaat içi çatışmaya ve rekabete yol açtığını gözlemlemek mümkün. Kitap bunu ele alıyor, ama bu cemaatleşmenin tarihini daha da eskiye götürüyor. Zira 16. yüzyılda başlayan Batı Hıristiyanlığı etkisi altında, en eski Ermeni Katolik cemaatlerden biri Mardin’de oluştu. Nasturi kilisesi içinden Keldani kilisesi doğdu. Cemaatini ve etkisini korumaya çalışan Süryani Kadim kilisesi, bu gelişmelere karşı direnmeye çalıştı. Lakin onların da etkisi sınırlıydı; zira Osmanlı yönetimi Süryanileri ayrı bir ‘millet’ olarak kabul etmiyor ve onları Ermeni Gregoryen Patrikhanesi’nin bağlısı olarak görmeyi tercih ediyordu. Süryaniler, 19. yüzyılda bir de ayrı bir cemaat olarak kabul edilme savaşı verdiler ve bu statüye ancak 1914’te erişebildiler. Ondan önce, Tanzimat döneminde, vilayet meclislerinde ayrı temsil edilme kabiliyeti elde etmişlerdi ama ironik olarak onlar gibi Süryani Katolik ve Protestanlar da ayrı birer cemaat olarak görülmeye başlanmıştı. Bugün Mardin coğrafyasında, sayıları çok azalmış da olsa, cemaat olarak yaşayan bir topluluk olarak yine Süryanileri görmekteyiz. Sayı azaldıkça cemaat içi dayanışma da sıkılaşmış ve daha önceki din tartışmaları biraz daha geriye atılmış durumdadır. Örneğin kiliseleri açık tutma çabası içinde, Mardin’deki Keldani kilisesinde belli aralıklarla Pazar ayini düzenlenmekte ve buna Süryaniler iştirak etmektedir.

‘1915’in Mardin’in şehir tarihindeki önemi nedir? 
1915, Mardin için, kalabalık Ermeni Katolik cemaatinin tamamen kaybı anlamına gelmektedir. Mardin şehir merkezinde, Derik’te, Tel Armen’de (bugünkü Kızıltepe) ve civarındaki birkaç köyde yaşayan Ermeni nüfusun tamamı tehcire tâbi tutulmuştur. Bu tarihten sonra Mardin Ermeni nüfusundan söz edemeyiz. Aynı zamanda Ermenilerin başına gelenler yüzünden diğer Hıristiyan cemaatlerin yeni taktikler geliştirerek varlıklarını korumaya çalıştığını gözlemlemek mümkün. Bu taktikler içinde, I. Dünya Savaşı sırasında Süryani köy ve mahallelerine yönelik saldırılara karşı silahlı direniş ve devlete ‘Ermeni olmadıkları’ (ayrıca devlete sadık olduklarını) gösterme gayreti de yer alır. Her şekilde bir ‘savunma durumu’ söz konusudur ve bu durum bölge Hıristiyanlarının bölge dışına ve başka ülkelere göçünü hızlandırmıştır. Bu dinamiğin ilk kurbanı Keldani ve Nasturiler olmuş; Mardin ve mücavirinde Keldani ve Nasturi cemaati de kalmamıştır. Tutunanlar sadece Süryani Kadim’lerdi; onların da nüfusu bölgede giderek azalır.

Mardin’de 1895’te yaşananlarla 1915’te yaşananlar arasındaki fark nedir? Kitapta 1895’te Ermeni komşularını koruyan Müslümanların sayısının 1915’tekilere göre çok daha fazla olduğuna dikkat çekiyorsunuz? Bu farkın nedeni nedir?  
1895-1896 olayları Hıristiyanlara karşı daha çok bir aşiret hareketi olarak görülmüştür. Hamidiyeleşen aşiretler, sadece Mardin’de değil, Osmanlı doğusunun pek çok yerinde Hıristiyan köylerine ve manastıralarına tasallut etmişti. Çevredeki aşiret baskısına karşı geleneksel olarak tepkili olan Mardin şehir halkı ve seçkinleri, bu yüzden aşiretlerden gelen saldırılara direnmeyi ve Hıristiyan komşularını korumayı tercih etmişlerdir. Bu aslında bir şehir dayanışmasıdır. 1915 ise doğrudan doğruya Osmanlı devlet aygıtının bir tasarrufudur; üstelik Osmanlı devlet aygıtıyla işbirliği içinde olan şehir seçkinlerinin sayısı hiç de az değildir. O yüzden Ermenilerin maruz kaldığı olaylarda bazı şehir seçkinleri ile bürokratlarının bizzat yer aldığını da görürüz. Yani 1895 durumu ile 1915 durumu arasında hiçbir benzerlik yoktur. Bu benzemezlik Müslüman halkın –en azından bir kısmının- farklı tepkiler geliştirmesine yol açmıştır.

Kitabın genişletilmiş baskısında geçen yıl kaybettiğimiz Tomas Çerme’nin ve eşinin katkısından söz ediyorsunuz? Çerme’nin kitaba ne tür bir katkısı oldu? Örnek verebilir misiniz? 
Çerme’ler daha kitap projesinin ortaya çıktığı 1999 yılından beri hep yanımızda oldular. Tomas Çerme özel arşivini açtı, kıskançlıkla sakladığı pek çok özel fotoğrafı kullanmamıza izin verdi. Eşi Vartanuş hanım Ermenice bazı belgelerin çevirilerine yardım etti, eksiklerimizi gösterdi. Rahmetli Tomas, tam bir Mardin aşığıydı ve Mardin’le ilgili dünyanın neresinde ne bulursa alıp arşivine katardı. Bu yüzden eşsiz bir veri bankasıydı. Ayrıca hatırı sayılır Mardin diyaspora ağının (İstanbul ve başka yerlerde) kontakt noktasıydı. Pek çok kişiyle tanışmamıza, ilişki kurmamıza yol açtı. Hatta bu kitabın genişletilmiş üçüncü baskısının yapılabilmesi için bizden çok çaba gösterdi, çaba göstermekle kalmadı, gerekli bağlantıları kurup önümüzü tamamen açtı. Her ikisinin de hakları asla ödenmez. Sevgili Tomas, nurlar içinde yatsın. 

Tomas Çerme

Kategoriler

Genel


Yazar Hakkında

1967 İstanbul doğumlu. Agos yazı işleri müdürü ve kitap eki Kirk'in editörü; güncel politika, dini akımlar, tarihle ilgili güncel tartışmalar ve yeni çıkan kitaplar hakkında haberler yapıyor.