Şimdi zar atıldı. Artık bir parti kurulması kaçınılmaz. Peki, bu parti başarılı olur mu? Buna yanıt vermek elbette zor. Erdoğan cephesi iki argüman üzerinde duruyor.
Haftanın siyasette en dikkat çekici gelişmesi, hiç kuşkusuz ,AKP kurucularından Ali Babacan’ın partisinden istifa etmesi ve yeni bir parti kuracağı yönünde net mesajlar vermesi. Bu hamle uzun süredir bekleniyordu. Erdoğan rejiminin ülke çapında kurduğu baskı ile eşzamanlı olarak, oy kaybına uğrayacağının belli olmasıyla birlikte Davutoğlu, Babacan, Gül gibi isimlerin harekete geçeceği sinyalleri peş peşe gelmekteydi. İlk çıkışı eski Başbakan Ahmet Davutoğlu yaptı. Erdoğan tarafından başbakanlık görevinden alınması ve Türkiye’nin çok tepki çeken Suriye politikasının mimarlarından biri olması hasebiyle, Davutoğlu’nun hamlesi beklenen etkiyi yaratmadı. Bunda Davutoğlu’nun görevden alındığı dönemde buna ses çıkaramaması ve Kürt meselesinde şahin politikalar uygulamaya konduğunda buna da pek muhalefet etmemesi gibi faktörlerin de etkisi var. Babacan ise bu dönemlerde zaten devre dışı bırakılmıştı ve devre dışı bırakılan bir başka aktör olan eski Cumhurbaşkanı Gül’le birlikte hareket edeceği de beklenmekteydi.
Mevcut tabloda Gül ve Babacan’ın birlikte hareket edeceği ortaya çıktı. Basında yazılanlara bakılırsa, Abdullah Gül pek perde önüne çıkmayacak; süreci Ali Babacan yürütecek.
Babacan, AKP’nin kuruluş ve yükseliş yıllarında hem dışişleri bakanlığı hem de ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı gibi önemli görevler üstlenmiş bir isim. 2015 sonrasında tek adam rejimine geçiş ve MHP ile ortak cephe yıllarında ise devre dışı kaldı ya da bırakıldı. Ayırt edici vasfı, bilhassa Batı’daki ekonomi ve siyaset çevrelerinde uzun yıllar etkin görev yapması ve AKP’ye Batı dünyasında ‘negatif’ bakılmaması için önemli çalışmalar yürütmüş olması. Bu dönem artık AKP için geride kalmış vaziyette. Köprünün altından çok sular aktı. Batı’nın desteğine ihtiyaç duymayan, AB’ye üyelik fikri ve idealini bir köşe atan, New York ve Londra’nın sermaye piyasalarıyla sıcak ilişki aramayan, arasa da bunu damat Berat Albayrak’la yürütmeye çalışan ve pek de başarılı olamayan bir rejim var artık. Genel olarak istikameti de zaten Rusya’ya çevrilmiş durumda.
Dolayısıyla Babacan ve Gül muhtemelen yine Batı’ya, AB çevrelerine dönük bir politika izleyeceklerdir. Manzara bunu gösteriyor. Ülke içinde ise Babacan’ın açıklamasına bakılırsa “İnsan hakları, özgürlükler, ileri demokrasi ve hukukun üstünlüğü” ilkeleri çerçevesinde bir yol izlenecek.
Bu çıkış ve argümanlar parlamento dışı muhalefet cephesine ikna edici gelmeyebilir. Zira her ne kadar Babacan ve Gül son dönemin baskı rejiminde söz sahibi olmadılarsa da, zihniyet olarak AKP’nin kurucularıyla uzun yılar yan yana durdular ve içinde bulunduğumuz insan hakları açısından hayli sıkıntılı koşullarda yakın zamana kadar pek de güçlü bir ses çıkarmadılar.
Ancak şimdi zar atıldı. Artık bir parti kurulması kaçınılmaz. Peki, bu parti başarılı olur mu? Buna yanıt vermek elbette zor. Erdoğan cephesi iki argüman üzerinde duruyor: Ana akımdan ayrılan grupların başarılı olamadığı ve bu tür ayrılıkların ‘dava’ya zarar verdiği, hatta ‘ümmet’i parçaladığı. Bunlar Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde verdiği mesajlar.
Erdoğan’ın dava derken kastettiği, hiç şüphesiz, Türkiye’deki Siyasal İslamcı akımın iktidar mücadelesi. Erdoğan ve medyası belli ki bu mücadeleyi ‘siyaset’ zemininden kaydırıp ‘İslam’ zeminine kaydırmak isteyecek. Böyle olunca da ‘aykırı ses’lerin ‘dava’ adına seslerinin kısıldığı ya da üzerlerinde dinî bir baskı kurulduğu alanda hareket etmek isteyecekler.
Ancak siyasette işler pek böyle olmayabiliyor. Kaldı ki, yakın tarihte ‘ayrılma’ hamlesini de AKP başlatmış, Refah Partisi’nin devamı olan Fazilet Partisi’nden ‘yenilikçiler’ adıyla ayrılarak AKP’yi kurmuşlardı. Evet, o dönem Fazilet Partisi iktidarda değildi ama sonuçta ayrılık ayrılıktır.
Öte yandan İslam, Siyasal İslam haline geldiğinde yani bir iktidar mücadelesi içine girdiğinde, artık dinin değil siyasetin mantığı ve kuralları konuşmaya başlıyor. Dolayısıyla ‘dava’ kimsenin tekelinde olmuyor ve iktidarın taliplileri çoğalabiliyor. Bu akımların hangisinin başarılı olacağı da din değil, siyaset ve ekonomi zemininde belirleniyor.
Peki, bu tablo içinde Babacan ve Gül başarılı olur mu? Kestirmek elbette zor. Ancak Erdoğan rejiminin S-400 ısrarının yaratacağı sonuçlar ve Merkez Bankası Başkanı’nın bir sabaha karşı kararnamesiyle görevden alınmasını hesaba kattığımızda, iktidarın kendi bildiği yolda devam edeceği ve bunun da bilhassa ekonomik açıdan sonuçları olacağını görünüyor. Bu tablo içinde Babacan ve Gül’ün göstereceği performans AKP seçmeninde ve gidişattan rahatsız olan AKP vekillerinde bir seçenek yaratabilir. Bekleyeceğiz, göreceğiz.
Not: Ali İsmail Korkmaz’ın Gezi protestoları sırasında, içinde sivil polislerin de bulunduğu bir grup tarafından dövülerek öldürülmesinin üzerinden tam altı yıl geçti. Faillerin aldığı ceza kamu vicdanını tatmin etmedi. Kalbimizdesin Ali İsmail, hep kalbimizde olacaksın.