İlay Romain Örs’ün derlediği ‘İstanbullu Rumlar ve 1964 Sürgünleri: Türk Toplumunun Homojenleşmesinde Bir Dönüm Noktası’ başlıklı kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitap, ‘Sürgün’ün 50. yılında 2014’te İstanbul ve Atina’da yapılan iki ayrı konferansta sunulan araştırmaların ve tanıklıkların bir bölümünden oluşuyor.
Kitabın derleyicisi ve aynı zamanda giriş bölümünün yazarı olan sosyal antropolog İlay Romain Örs ile kitaptan yola çıkarak, 1964 Sürgünleri’nin Yunanistan’da neler yaşadıklarını konuştuk.
Yunanistan kamuoyunda farklı kesimlerin tutumlarını göz önüne alırsak Mübadele’de Yunanistan’a gitmek zorunda kalanlarla 1964 Sürgünleri’nin yaşadıkları arasında ne tür farklılıklar var? Bir başka deyişle, Mübadiller mi yoksa ‘1964 Sürgünleri’ mi Yunanistan’da daha çok zorlandılar?
1964 Sürgünleri dediğimiz süreci 1923-24 Nüfus Mübadelesi ile karşılaştırmak kısmen doğru, kısmen de yanlış olur. Kısmen doğrudur, çünkü Türkiye tarafından bakıldığında her ikisi de ulusun homojenleştirilmesi bağlamında atılan önemli adımlar olarak bu topraklardaki kozmopolit sosyal yapının çözülmesine yol açan önemli dönüm noktalarıdırlar. Kısmen de yanlıştır, çünkü Nüfus Mübadelesi, tüm sorunlarına rağmen, uluslararası bir anlaşma ile hukuki zemini kurulmuş olan bir süreçtir. Fakat 1964 uygulamalarında tam tersine Rumların İstanbul’da yaşam haklarını düzenleyen hukuki dayanaklar Türk devleti tarafından tek taraflı olarak ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Yunanistan tarafından baktığımızda ise mübadele sırasında sayıları milyonları bulan Anadolu Rumlarının nüfusu neredeyse iki katına çıkaracak bir yoğunlukla geldiklerini görüyoruz. Mübadiller, bir yıl kadar önce ‘Büyük Felaket’ ile biten savaştan kaçarak gelen sığınmacıların devamı sayılırlar. Yunanca’da Küçük Asya Rumları’na ‘Prosfiges adı verilir. Yunanistan’a vardıklarında çadırlarda, kamplarda, spor salonu veya opera gibi bazı binalarda konaklamak durumunda kalmışlardır. Aralarında farklılıklar bulunmasına rağmen çoğunluğu tarım ve balıkçılık ile uğraşan köy kökenli bu grup, ilk dönemlerde geçim kaynağı bulmak konusunda büyük zorluk çekmişlerdir. Bazıları belli mahallelerde birarada yaşamaya devam ederek bir siyasi alt kültür oluşturmuşlardır. Sınıfsal ve kimliksel kaynaklı ötekileştirme eylemlerine maruz kaldıklarını, kendilerine Türk tohumu gibi tanımlarla yaklaşıldığını aktarırlar. 1964 Sürgünleri ise istisnasız kentli olan, çoğunluğu ticaret ile uğraşan ve eğitimli bir kesimden oluşmaktadır. Savaş döneminin hengamesinden çok sonra, artık temel dinamikleri yerleşmiş bir toplumdan bir diğerine göç etmek durumunda kalmışlardır. Sayıları onbinleri bulsa da, geldikleri Yunan kentlerinde demografik veya sosyal bir deprem yaratmamışlardır. Dolayısıyla toplumun algısı ve tepkisinin mübadillerinkine göre daha az şiddetli olduğu söylenebilir. Tabii bu hem iyi hem kötü sayılabilir: çünkü bir anlamda sürgünler toplumdan dışlanmamışlar ama aynı zamanda pek dikkate de alınmamışlardır. Nitekim onlar da büyük bir travma ve kayıp yaşamıştır, fakat sorunlarıyla kendi kendilerine baş etmek zorunda kalmışlardır. Bir süre sonra Yunan toplumuna entegre olabilmişlerdir, ancak her zaman İstanbullu olmak kimliklerinin önemli bir parçası olarak kalmıştır.
Bugüne kadar 1964 Sürgünleri hakkında sınırlı sayıda da olsa kitap ve makaleler Türkçe olarak yayımlandı. Ancak kitabın özgün yönlerinden birisi, 1964 Sürgünleri’nin Yunanistan’da yaşadıklarına değiniyor olması. Bu anlamda kitap için ‘bir ilk’ diyebiliriz sanırım. Yunanistan’da bu alanda yapılan çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Bilimsel araştırmalar dışında edebiyat, sinema gibi alanlarda ne tür çalışmalar öne çıkıyor?
1964 Sürgünleri Türkiye kadar Yunanistan’da da gündeme az gelmiş bir olgu. Kitapta bu konuyu işleyen Stavro Anestidis’in dediği gibi, burada bir çeşit ‘hafıza kaybı’ olduğundan söz edebiliriz. Genel olarak İstanbullu Rumlar’dan fazla bahis olmamış; bu konuda istisna olan başlıca edebi yapıt ‘Loksandra’ 1963’te yazıldığı için sürgünlerden bahsetmez. Yunanistan’da Rumlar tarafından yazılmış, ancak pek dağıtımı olmamış birkaç anı kitabı dışında 2000’lere kadar ciddi etki yapmış bir girişimden bahsetmek pek mümkün değil. Kuşkusuz en büyük etkiyi 2004 tarihli ‘Bir Tutam Baharat’ filmi gerçekleştirdi. Kendisi de 1964’te sürgün edilmiş bir ailenin çocuğu olan Tassos Boulmetis, kısmen otobiyografik anlatımıyla büyük bir başarı yakalayarak yeni nesil Yunanlıların İstanbullu Rumlar ile tanışmasını sağladı. Şimdilerde ise hem bu konudaki yazılı ve görsel yayınların, hem de okur ve izleyici kitlesinin çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.
'Neden Oldu?’ başlıklı birinci bölümde; Baskın Oran, Alper Kaliber, Rita Ender, Yorgos Katsanos, Emilia Themopolou ve Anna Theodorides’in yazıları yer alıyor. 1964’te tam olarak neler yaşandığını anlatan ‘Neler Oldu?’ başlıklı ikinci bölümde ise Alexis Alexandris, Yorgos Katsanos – Elçin Macar ve Herkül Millas’ın yazıları yer alıyor. Her ne kadar zamanında yeterince gündeme taşınmamış olsa da 1964 Sürgünlerinin Türkiye ve Yunanistan’da yazılı olarak nasıl aktarıldığını ele alan ‘Nasıl Aktarıldı?’ başlıklı üçüncü bölümde ise Stavros Anestidis, Christina Vamvouri – Vassilis Messis, Emre Can Dağlıoğlu ve Koray Yaşar’ın çalışmaları yer alıyor. İstanbullu Rumların sınırdışı edilmesinin ardından neler olduğunu konu alan ‘Ya Sonra?’ başlıklı dördüncü bölüm ise Emre Metin Bilginer, Hakan Yücel – Süheyla Yıldız, Maria Kazantzidou – Eleni İoannidou, Nikolaos Uzunoğlu, Cengiz Aktar ve Samim Akgönül’ün yazılarından oluşuyor.
‘Türkiye’den Gelen Yunanistan Vatandaşı Sürgünler Derneği’ kitaptaki farklı makalelerden anladığımız kadarıyla ‘1964 Sürgünleri’ için çok önemli bir dayanışma ağı işlevi görmüş. Bu dernek günümüzde varlığını sürdürüyor mu? Sürdürüyorsa ne tür bir işlevi var?
Kitapta belirtildiği gibi, bu dernek İstanbul’da 1958’te kapatılan Helen Birliği’nin sınırdışı edilen üyeleri tarafından kuruldu ve sözkonusu ilk sürgünlerin Yunanistan’da dayanışma içinde kalmalarında kilit rol oynadı. Benzer bir dernek de 1964’te Selanik’te ‘Kuzey Yunanistan Sınırdışı edilmiş İstanbullular Derneği’ adı altında kuruldu. İlk başlardaki ev ve iş bulma gibi sosyal yardım işlevlerinden başka Türkiye’de kaybedilen haklarının tanzimi gibi hukuki konularda destek vermek, yaşadıkları sorunları kamuoyu gündemine taşımak gibi girişimlerde de bulunuldu. Daha sonra bunlara spor kulüpleri, mezun dernekleri gibi farklı organizasyonlar da eklendi; böylece 2000’lere geldiğimizde daha öncekilerle de birlikte İstanbullu Rum derneklerinin sayısı düzinelerle ölçülmeye başlandı. 2006 yılında gerçekleştirilen önemli bir girişimle, ‘İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’ kurularak kurumsal koordinasyonun yerleşmesi sağlandı. Bu dernekler çok etkin bir şekilde çalışmaya devam ediyorlar: kütüphanelerinde, arşivlerinde, toplantı salonlarında birçok etkinlik için sık sık biraraya geliyorlar. İhtiyacı olanlar için para, yemek ve barınak desteği, yaşlılar için huzurevi, öğrenciler için burs gibi sosyal yardım çalışmaları gerçekleştiriliyor. Kitap tanıtımları, dergi ve gazete yayınları, konferanslar, sergiler, festivaller, geziler, sanat gösterileri, spor karşılaşmaları ve düzenli toplantılar yapılıyor. Bu şekilde hem İstanbul ile, hem de birbirleriyle bağlarını güçlü bir şekilde devam ettiriyorlar.
Kitapta yer alan giriş yazısında 1922, 1955 (6-7 Eylül) ve 1964’ün İstanbullu Rumlar için üç ayrı dönüm noktasını ifade ettiğini, her üç tarihin de ayrı birer kelimeyle tanımlandığını belirtiyorsunuz. Varlık Vergisi’nin çıktığı 1942 yılı da Rumlar için böyle bir tarih midir? 1942 için de bu bağlamda bir tanım söz konusu mu?
Bu anlatımda bir üçlemeden çok, öncesi olan ve devam eden bir sürecin varlığını gösteren bazı kırılma noktalarının altını çizmek istedim. Bu tarihsel olayların hepsi kendi içinde travmatik deneyimlerdir ve her birinin özgün boyutları ile ele alınması gerekir ancak birbirleriyle ilişkili olduklarını da gözden kaçırmamak çok önemlidir. Türk toplumunun çokkültürlü imparatorluk mirasından uzaklaşarak homojenleşmiş bir ulus devlete dönüştürülmesi çabaları çerçevesinde değerlendirirsek, bu münferit gibi gözüken olayların bağlamını daha doğru anlayabiliriz. Varlık Vergisi de kuşkusuz ekonominin Türkleştirilmesinde en önemli mihenk taşlarından biridir. Savaş dönemi ekonomik siyasetine dair bir uygulama gibi gösterilmeye çalışılsa bile, gayrimüslim burjuvazinin erimesine yol açmasıyla İstanbul’un ekonomik ve sosyolojik yapısını derinden sarsan bir etkisi olmuştur. Belki sadece Rumlara yönelik olmaması ve 1964’teki gibi kitlesel bir göç dalgası yaşanmamış olması nedeniyle artık çok fazla anılmıyor olabilir ancak sonuçları son derece yıkıcı olmuş ve Rumların İstanbul’daki yaşamlarını ciddi şekilde etkilemiştir. Bugün hemen her Rum ailesinde mutlaka bir ‘varlikia’ anlatısı dinlenebilir.
Türkiye kamuoyunda zaman zaman 1964 Sürgünleri’ne ve onların çocuklarına, torunlarına vatandaşlık verilmesi gündeme geliyor. Bunun hem İstanbul’daki Rum nüfusun hızla azalmasına sınırlı da olsa bir çare olabileceği, hem de geçmişle yüzleşme adına önemli bir adım olacağı iddia ediliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Böyle bir adım atılırsa, 1964 Sürgünleri ve onların akrabaları ile Yunanistan kamuoyunda bunun nasıl bir etkisi olur?
TC vatandaşlığı konusu sürgünlerin önemli sonuçlarından biridir. 1964 kararları teorik olarak sadece Yunan vatandaşlarının sınırdışı edilmesini hedef almış olsa da, uygulamada birçok Türk vatandaşı da sürgün edilmiştir. Bunların büyük kısmı ileriki senelerde başta askerlik hizmeti olmak üzere birçok sorundan dolayı vatandaşlıktan çıkarılmıştır. İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Nikolaos Uzunoğlu kitaptaki makalesinde konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler veriyor, çözüm önerilerini ve bu konuda yaptıkları girişimleri sıralıyor. TC vatandaşlığının geri alınması, sürgün edilen Rumlar için kaybettikleri haklarını aramak yolunda çok önemli bir adım olacaktır. Öte yandan Türk devletinin daha önce gerçekleşmiş insan hakları ihlallerini tanımak ve kısmen de olsa telafi etmek yoluna gitmesi, bugün toplumların birbirlerini ötekileştirmeden ve dışlamadan birarada yaşama pratiklerini destekleyecek bir nitelik taşıması açısından da hayatidir. Aynı zamanda Rum toplumunun İstanbul ile bağlarının güçlendirilmesi ve yeni nesillere aktarılması açısından çok olumlu sonuçlara yol açacaktır. Rumlar İstanbul’un kadim halklarından olarak kozmopolit kentin en önemli yapıtaşlarından birini oluştururlar. Rumlar olmadan İstanbul, İstanbul’a benzemez.
(İlay Romain Örs)
Apelassis, Katastrofi, Septemvriana ve Poli
Rumlar 1964 yılında başlayan süreç için ‘Apelassis’ sözcüğünü kullanırlar. Sözcük anlamıyla kovulma, evinden ayrılmaya zorlanma, sürülme, sürgün edilme demektir. 1964 Rumların yaşadığı tek yerinden edilme tarihi değildir; ancak ‘Apelassis’ tek başına kullanıldığında tartışmasız şekilde bu sürece işaret eder. Buna benzer başka sözcükler de bulunur ve bilinmelidir: 1922 yılında Türkiye yakın tarihinde anlatıldığı şekliyle Kurtuluş ordusunun kazandığı Büyük Zafer ardından Yunan ordusu kontrolünde bulunan Ege sahillerini ele geçirişi sırasında yaşanan yangın, yağma ve kayıplar, Yunanistan tarih yazımcılığında ‘Katastrofi’, yani ‘Büyük Felaket’ sözcüğü ile tanımlanır. Çok felaketler yaşamış olan Anadolu halklarından Küçük Asya Rumları, 1922 Eylülü’nde gördükleri hezimete ‘Katastrofi’ diyerek bu büyük travmayı toplumsal bellkelerine kazımışlardır. Bir başka Eylül’de geçen bir başka travma ise ‘Septemvriana’ adıyla anılır ve bu sözcük kullanıldığında hemen 6 – 7 Eylül 1955 gecesi İstanbul’da yaşanan büyük kıyımdan bahsedildiği anlaşılır. Bunlar henüz adı konamayacak kadar dillendirilmemiş olan birçok başka yaşantıdan sadece birkaçıdır. Diğer anılar sözcüklerini aramakta, sözlerinin edileceği fırsatları kollamaktadır.
Ancak Rumlar için bir sözcük vardır ki işte o en özel olanıdır. Varlıklarının sebebi, kimliklerinin belirleyicisi, kökenlerinin parçası olan şehirleri İstanbul yani ‘Poli’, Rumlar için çok ayrıcalıklı bir anlam taşır. ‘Poli’ sadece İstanbul anlamındaki ‘Konstantinupoli’nin kısaltması değildir. Başka şehirler, örneğin ‘Alexandrupoli’, bu şekilde kısaltılmazlar. ‘Poli’ genel anlamıyla şehir demektir; fakat belirleyici artikel ile ve ilk harfi büyük olarak yazıldığında, ‘i Poli’ diye söylendiğinde her zamn ve sadece İstanbul anlaşılır. Çünkü İstanbul, Rum kozmolojisinde bin yıllardır olduğu gibi hâlâ en önemli, en merkezi şehirdir. Şehirleriyle gurur duyan İstanbullular kendilerine ‘Polites’ derler. Bugün de Yunanistan’da ‘Polites’ diye tanınırlar. ‘Polites’ hem İstanbullu demektir hem de şehirli, ekâbir, uygar, sofistike gibi anlamlar çağrıştırması ile ayrıcalıklı br kimliğin de işaretidir.
Rumların yaşadığı birçok felaket vardır ama 1922’deki ‘Katastrofi’ en büyüğü sayılır. Başka Eylüller vardır ancak 1955’teki ‘Septemvriana’ sırasında bambaşka bir yıkım yaşanmıştır. Zorunlu göçler ve sürgünlerle eriyen İstanbullu Rumlar için 1964’teki ‘Apelassis’ aralarında en travmatik olanıdır. Ve bir şehir vardır ki o şehre bağlılık onun kültürel zenginiliğine bağlılık demektir. ‘Polites’ için o şehirlilik kimliği, şehrin o kozmopolit kişiliği, bazen o şehirde yaşanan acıları dindirebilecek bir panzehir olur. Gün gelir, o travmalarla yüzleşmek için tekrar o şehirde buluşulur.
(İlay Romain Örs’ün kitaba yazdığı Giriş’ten )1964’te ne oldu?
16 Mart 1964 tarihinde Türkiye, 30 Ekim 1930’da Yunanistan’la yaptığı ‘İkâmet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi’ni tek taraflı olark feshetti. Bu fesih kararının uygulanmasına antlaşmanın hükümlerine göre altı ay sonra başlanması gerektiği halde, T. C. Hükümeti iki ayrı maddeye dayanarak uygulamayı hemen devreye soktu. Bunlardan biri olan Madde 2’ye göre, ‘zararlı faaliyet’ sürdüren 997 kişi derhal sınırdışı edildi. Ayrıca Fener’den 2 metropolit vatandaşlıktan çıkartılarak sınırdışı edildi.
Fesih kararını derhal uygulamanın dayandırıldığı Madde 16 ise şu şekildeydi: “Ülke savunması ve genel güvenliği ilgilendiren konularda ithalat ve ihracatta iki ülkenin birbirlerine tanıdıkları ayrıcalıklar kaldırılabilir.”
Uygulamadan mağdur olanların arasında 12. 724 Yunanistan vatandaşı Rum vardı. Bunlar Yunanistan’dan gelmemiş olan İstanbullulardı. İstanbul’u kurmuş, en az üç bin yıldır burada yaşayanların çocuklarıydılar. Sadece uyruklukları Yunan idi.
Toplam 7. 603 kişi, ikamet süreleri uzatılmadığı için ülkeyi terke zorlandı. Bunlara sonradan vize de verilmedi. Sadece 1. 134 kişinin yaşlılık, hastalık veya eğitim nedenleriyle bir süre daha Türkiye’de kalmalarına izin verildi. Sürgün kararından, Yunan uyruğu olan Levantenler de etkilendi.
2 Kasım 1964 günü bir Gizli Kararname çıkarıldı. Buna tabi olan kişilerin taşınmazları üzerindeki her türlü tapu işlemi durduruldu ve gelirleri bloke edildi (1988’de Turgut Özal tarafından ‘Davos Ruhu’ atmosferi içinde kaldırılacaktır). 2. 902 adet gayimenkule el kondu. Değerleri hakkında tahminler, Türk tarafına göre 200 milyon dolar, Yuann tarafına göre 500 milyon dolar, basına göre de 2 milyar dolar civarındaydı.
1964 Sürgünleri sonucunda yaklaşık 12. 000 Yunan vatandaşı Rum ile birlikte onların yakın akrabası olan 30. 000 Türk vatandaşı Rum da ayrıldı. Yanlarında sadece kişisel eşya olarak 20 kiloluk birer valiz ve yasaya göre 200 TL’lik döviz (o günkü kura göre 22,2 dolar) götürmelerine izin verildi.
(Baskın Oran’ın yazdığı ‘1964 Sürgünleri: Kıbrıs Meselesi mi, Prensip Meselesi mi?’ başlıklı bölümden)