İyi ki vardı Mehmet Ördekçi, iyi ki teğet geçmiş hayatlarımıza ve iyi ki tanımışız onu şu kısacık ama çok yoğun hayatında. Hayatını işkenceler ve hapishane soğuklarında geçiren; ayağı halıya on yıllık mahpus hayatı sonrasında temas eden bir insanın gözyaşına inanın, samimidir o gözyaşları çünkü.
GARİNE SEROPYAN
“Ve kavga sona erdi...
Sistemle kavga, hayatla kavga, bedeninle,ruhunla kavga hepsi bitti.
Ne yeryüzü aşkın yüzü oldu, ne de dağlarına bahar gelebildi memleketimin.
Sadece biz yandık kavrulduk, biz tükendik.
Bir daha eksildik, hasret çekeceklerimiz listesine bir artı daha koyduk.”
İjlal (Mehmet Ördekçi’nin kızkardeşi)
Bu alemden bir Mehmet Ördekçi geçti, bir yıldız misali kaydı, hayatlarımıza teğet geçti ve gitti yolculuğunu yarım bırakıp. Şimdi bana kimse kalkıp “Kim bu Mehmet Ördekçi?” diye sormasın. Merakınızı uyandırmadıysa atlayın diğer konuya, merak ettinizse eğer biraz, internette arayın ve (öz)geçmişini, dahası, şimdisini öğrenin. Ben size bu yazıda Mehmet Ördekçi’yi değil, “Memed’im Memed’im Ördekçi’m” diye hitap ettiğim arkadaşımı anlatacağım. Mesela ben ona ‘Memed’im Memed’im’ derken, çok kısa bir süre önce öğrendim ki (ben öğrenmedim, kendi söyledi) nüfusta adı gerçekten de Memet olarak yazılmış. Ondan sonra daha da pervasızca seslendim ona. Hatta 11 Nisan günü, anneciği Fatma Anne’yle tanışırken adımı duyar duymaz “Haaa o Memed’im Memed’im yazan kız sensin” dedi. Mehmet de “He anam, bu o kız işte, yapar öyle şeyler” dediydi.
"Hayata Dönüş" Operasyonu ve işkenceler
Memed’imi ben 2007 sonrası sosyal medya aracılığı ile tanıdım. Sivri dili, o sivriliğine rağmen yumuşak ve goygoycu üslubu, insanı en acı olaylarda bile gülümsetebiliyordu. Hayır, olayların komikliğinden değil bu gülümseme, bilakis, tamamen Mehmet’in ifadesi ile alakalı idi . Çünkü mevz-u bahis olan goygoyluk konular değil, kardeşini bir “Hayata Dönüş” operasyonunda kaybedişi ve bu haberi emrivaki şekilde alışı, hapiste acılar içinde geçirdiği 10 sene ve günümüz (o günlerin) politik atmosferinin geren ve üzen ortamı idi.
Az biraz araştırınca kardeşi Murat Ördekçi ismine (ki kendi de sık sık dile getiriyordu hep), “Hayata Dönüş Operasyon”una, Mehmet’in 10 senelik zindan hayatına, travmalarına, hayatına bir yandan hakim olmuş, öte yandan ciddiye almadığı işkencelere ulaşıyordunuz. Ve en nihayetinde, son aylarda farkettiğimiz, o vurdumduymazlığın aslında biraz da boşvermişlik olduğuna...
Son günlerinde, soğuktan, bacaklarındaki yaralardan, yürüyememekten, hayatını “normal” sürdürememekten şikayetçi olan Memedim Memedim, aslında gidişine hazırlamış kendini. Sürekli doktor randevularını ertelemesi, kendine, ruhen ve bedenen göstermesi gereken özeni hep savsaklaması, yarım kalmış işlerini sıralaması (kitabı, kütüphanesinin klasifiye edilmesi, anlatacaklarını biriktirmesi vs.) hep bundanmış meğerse. Benim son yıllarda, sıralı/sırasız tüm giden yakınlarımda, özellikle de “sırası geldiğinde gidenlerde” farkettiğim bir şey var. İnsan, gideceği zamanı hissediyor olmalı. Bir ulvi huzur, bir kabullenişlik, bir teslimiyet, bir ermişlik geliyor yolculuğuna hazır insana. Babamdan biliyorum, ölen yaşlı yakınlarımızdan biliyorum ve Mehmet’imin gidişi ile de perçinlendi bu bilgi. Mehmet, yakın çevresinden duyduğum kadarı ile, uykusuzluktan şikayet ettiği son haftalarından itibaren uyumasını kolaylaştıran şekerli, unlu gıdaları yememeye başlamış.
Ölümü kabulleniş
Aylar önce, sanırım tam olarak Ağustos başlarına Mehmet’in komaya girdiğini, çoklu organ yetmezliğinden ötürü bedeninin iflas ettiğini öğrendiğimde, daha yeni yeni fena haberini aldığım başka bir arkadaşım geldiydi aklıma. O da “organ bulunamayacağını” anlayınca her şeyden vazgeçmiş, ölümünü beklemişti açıklanamayan dirayetiyle. Ama Memed’im Memed’im Ördekçi’m neler görmüş geçirmişti, o başkaydı. Feleğin çemberinden ayrı, işkencenin dibinden ayrı geçmiş; babasını, kardeşini gömmüş; bir sürü bedeni zafiyetine rağmen ruhen hep dinç, sağlam ve “ayakta” durmuştu. Direnmek eylemini, madden manen ben Memed’imden öğrendim. Ben basit gündelik tersliklerden şikayetçiyken, o, müthiş bir sağduyu ve kabullenişle, nam-ı diğer ermişlikle “Bak Garine...” diye başlayan cümleleriyle beni yatıştırabilmişti. En son, onu ayakta, sağlıklı görmemiz, babamın cenazesinde Şişli’de kabristanda olduydu. Gelmiş, var olsun (ruhen en azından). Sarılıp sarmalanmıştık. Acıların mağmasından geçmiş adama, 80 yaşında, kanserin 4. evresindeki adamın ölümünden ötürü duyduğum hüzünden bahsetmem abesle iştigalden başka bir şey değildi elbet ama o, Memed’im Memed’im Ördekçi’m, büyük, o kocaman olgunluğu ile dinlemişti, teselli etmişti yine de beni.
Bir de topik maceramız vardı Memedim’le. Efendim, muhtemelen editörlük yaptığı dönemler olmalı. Taksim’de bir seyyar satıcıda topiğe rastlıyor. Çok merak ediyor, almak istiyor ama cebinde para zaten sınırlı, artı o topik öyle bir pahalı ki, içine dert oluyor. 2009 yazında, yaz şartlarında dışı cıvımış bir topiğe bile tapmışlığı vardır. Hayır, “Biz topik severiz, Ermeni komşularımız vardı bizim, ne güzel günlerdi” kıvamında değil de, daha ziyade yokluk günlerinde içinde yer etmiş bir eksikliği tamamlamanın verdiği bir “topikseverlik” idi onunki. İyi ki de yemişiz...
‘Egobur’ insanların hedefinde
Diğer bir Mehmet’in, Mehmet Demir’in deyişiyle, egobur insanların hedefinde olmuştu Memed’im Memed’im Ördekçi’m hep. Hastalığında da, sağlığında da. Hatta komaya girişini bile “Para toplamak için numara yapıyor” basitliğine indirgeyen kifayetsiz muhterisler olmuş. Bende bloklandıkları için haberim dolaylı yoldan oldu. Mehmet Ördekçi, siz, ben gibi basit, sade, sıradan bir insandı. Öyle ne müride, ne taraftara, ne de tarafa ihtiyacı vardı. Kanmayın bu çirkin egoburların yazılarına, yaymayın, adını dahi anmayın, hem Mehmet Ördekçi’nin, hem sokakta rastlayabileceğimiz kadar sıradan yurdum insanının, hem de benim Memed’im Memed’im Ördekçi’min anısına saygısızlıktır bu.
Gidişi ile yokluğunu anladığımız insan, varlığı ile gereksizliğini farkettiğimiz insandan çok daha kıymetlidir elbet. Hele ki söz konusu insan, tüm varlığını, sonsuz içtenliği ile kaleme dökmüş, her anını, her anısını, tüm samimiyeti ile bize sunan biri ise, siz siz olun, kanmayın ağzından kanalizasyon pisliği akıtan insan müsvettelerine.
Mehmet Ördekçi ve onun gibiler, ölümünden sonra dahi hep iyi anılmayı hakedenler yani; bizlerle, biz, sevenleri ile sonsuza kadar olmasa da en azından biz ölene kadar yaşayacaklardır. İnsanı kıymetli kılan da, yaptıkları, ettikleri ile kıytırık hayatlarımızda bu şekilde temiz, güzel ve yaşadıkları tüm kötülüklere rağmen iyilikleri ile yer almalarıdır.
Dolayısıyla, iyi ki vardı Mehmet Ördekçi, iyi ki teğet geçmiş hayatlarımıza ve iyi ki tanımışız onu şu kısacık ama çok yoğun hayatında. Hayatını işkenceler ve hapishane soğuklarında geçiren; ayağı halıya on yıllık mahpus hayatı sonrasında temas eden bir insanın gözyaşına inanın, samimidir o gözyaşları çünkü.
Mehmet Ördekçi’yi önce devlet, sonra hayallerini gerçek etmeye yetemeyen bizler öldürdük, el birliği ile olmasa da, ‘aramıza hayat girdi’ğinden ötürü. Keşke sevdiklerimizi öldükten sonra değil de ölmeden önce mutlu edebilsek gönlümüzce...
İyi ki vardın Mehmet Ördekçi...
İyi ki tanımışız seni...