Kantodan tangoya, kabareden fasıla: ‘Manidar Boşluk’

Fulya Özlem ve Akustik Kabare’nin ‘Manidar Boşluk’ adlı albümü, Kalan Müzik etiketiyle raflardaki yerini aldı. Fasıl enstrümanlarıyla kaydedilmiş bir makam müziği albümü olan ‘Manidar Boşluk’taki tüm besteler Özlem’e ait. Albümde Fulya Özlem’e kanunda Asineth Fotini Kokkala ve udda Marina Liontou-Mohament eşlik ediyor. Özlem ve Mohament’le ‘Manidar Boşluk’ üzerine söyleştik.

Fasıl enstrümanlarıyla bir tango ve kabare albümü yapma fikri nasıl oluştu? 

Fulya Özlem: Ben müziğe bir musiki cemiyeti çocuğu olarak başladım. Sekiz yaşındayken keman çalıyordum, annem de aynı cemiyette ud çalıyordu. 14 yaşıma kadar Türk Musikisi’yle büyüdüm, ergen olduğum zaman ise heavy metalci oldum, annemin deyimiyle Türk Musikisi’nin “pabucunu dama attım.” Bir dönem rocker oldum, İrlanda-İskoç folk müzikleriyle ilgilenmeye başladım, Arjantin folk müziği yaptım, şu bu deyip dünyayı şöyle bir dolaştıktan sonra özüme döndüm. Bu öze dönme durumum da, Berlin’de yaşarken Rebetiko ve Sefarad müziği yapmamla başladı. O esnada İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda gazeller ve Türk Müziği üzerine doktora çalışması yapıyordum. Doktora dersleri alırken taş plak musikisini keşfettim. Ben zaten küçükken Safiye Ayla’yı vs. çok severdim ama onun hep 60’lı yıllardan sonraki kayıtlarına ulaşabilmiştim. Taş plak arşivini keşfettiğim andan itibaren skala çok genişledi; Lale ve Nerkis hanımlar, Safiye Ayla’nın ‘Bayan Safiye’ olduğu, Radife Erten’in ‘Bayan Radife’ olduğu dönemler, Hamiyet Yüceses’in küçüklüğü çıktı karşıma. ‘Türk Sanat Müziği’ kocaman korolarla icra ediliyor, 30 erkek ve 30 kadın şarkı söylüyor gibi duruyor; oysa bu müzik, bu ülkenin eğlence müziğiyken çok daha heterofonik bir müzikmiş. Ben o taş plak kayıtlarını dinleyip, kantolara ayrı, tangolara ayrı, fasıl şarkılarının o dönemki çalınışlarına ayrı âşık oldum. O kadın şarkıcıların repertuarlarını o kadar beğendim ki önce onları söylemeye başladım. Ud çalmayı da öğrenmiştim, besteler yapıyordum. O besteler bu şarkılardan etkileniyor. Zaten beste yaptığım dönem Marina ve Fotini’yle aynı ortamdaydım; besteleri onlara gösterdim ve nihayetinde hepsini bir albümde topladık.

Marina Liontou-Mohament: Fulya’nın yaptığı işlere zaten hayrandım. İstanbul’a ilk geldiğimde Fotini’yle birlikte çalıyorduk. Bir gün Fulya’yla bir yerde oturduk, bize bestelerinden ve şarkı sözlerinden bahsetti. Daha bize gösterdiği ilk şarkıyla, Fotini ve ben bu projeye ikna olduk. Ayrıca, yeni bir müzik yapılmasının gerektiği bir dönemde olduğumuza inanıyorum. Gerek müzik, gerek sözler bir prototip özelliği taşıyorlar ancak formlarına baktığımızda, aslında geçmişe aitler. Eğer ‘modern kanto’ diye bir adlandırma yapabilirsek, bu albüm onun bir biçimi. Dolayısıyla bu fikri çok ilgi çekici buldum, çünkü yeni bir şey yapıyorduk.

Albümdeki tüm besteler size ait. Bu beste ve söz çalışmalarınızı nasıl yürüttünüz?

FÖ: Nietzche, sanırım ‘Tragedya’nın Doğuşu’nda Apollon ve Dionisos yaratım tarzlarından bahseder; biri bir anda olandır, bir diğeri ise üzerine düşünülmüş, planlanmış, tasarlanmış olandır. Ben beste yaparken sanki bir yerden vahiy geliyormuş gibi, bir bütün halinde yazıyorum. Buna bestenin yanı sıra sözler de dahil. Ben aslında şarkılarıma bakarak ne hissettiğimi anlıyorum. Şarkıyı söyleyerek bir katarsis yaşıyorum, o da bir terapi biçimi. Bir de şarkımı okuyarak, “O dönem bana bu olmuş” diyorum ve o zamanki ruh halimi anlıyorum.

Albüm çalışmalarına ne zaman başladınız?

MLM: Grup 2014’te kuruldu. Başta sadece konserler veriyorduk. Albümü geçen yıl yaptık. Aslında kayıtlar hazırdı. Albümü konser kayıtlarından oluşturmak istedik. Canlı kayıtların başka bir hissiyatı oluyor... Önce canlı kayıtları kaydettik, ardından Fulya sesini ekledi. Bu işlem bir hafta sürdü.

FÖ: ‘Albüm kaydedeceğiz’ diye çıkmadık yola. Besteleri yapmış olmak beni heyecanlandırdı, arkadaşlarıma götürdüm, çünkü onlarla çalmayı seviyorum. Albüm de böyle oluştu biraz. Bugüne kadar yaptığım her şeyi sanatsal günlüğüm gibi görüyorum. İlk albümüm 2007’de çıkmıştı, o albüm de iki yıl öncesine kadar, dünyayı gezdiğim sırada yazdığım şarkılardan oluşuyor. “Benim o yıllar hissettiğim bundan ibaret” diye hissettiğiniz zaman bu kez bir arayışa giriyorsunuz, o günlüğü somut bir biçimde elinize almak istiyorsunuz. Günlüğümü basılı bir şekilde alıp kendi kişisel kütüphaneme koymak istiyorum ki hayatımda yeni bir boşluk açılsın. İkinci albümüm ise şöyle oluştu: Güney Amerika’ya gitmişim, oradaki müziklerden etkilenmişim, Berlin’de yaşıyordum. O da bir şarkılar grubu, hayat gündemi... O şarkılar grubu bittiğinde, bu sefer benim hayalim oldu ve onu da albümleştirerek kütüphaneme kaldırdım. Daha sonra, 10 yıl boyunca yazdığım öykülerden oluşan bir kitap yayımladım, onu da kütüphaneye koydum. Bunların hepsi benim günlüğüm. Son albüm de, 2012’de Berlin’den Türkiye’ye ve ta çocukluğumda bırakmış olduğum makam müziğine dönüp, onunla heyecanlanıp, onun arşivini araştırmamla ortaya çıktı.

MLM: Bu, bir şeyler yapmak için çok güzel, çok yaratıcı bir yaklaşım. Bunun yanı sıra, bir şey paylaşmış olmanın verdiği hissiyat da önemli. Bir şey yapıyorsunuz, bu sizin günlüğünüz, maceranız olabilir, ama aynı zamanda bir besteci, sanatçı olduğunuz için tüm bunları dinleyiciyle de paylaşmalısınız. Benim için albümün amaçlarından biri de bu. Çünkü görüyorum, çok geniş bir kitle olmasa da, yeni bir müzik dinleyicisi var; yaptığınız işleri onlarla paylaşmalısınız. Yaptığımız işleri dinleyiciye açmak sorumluluklarımızdan biri olmalı. Bu da albümün gayelerinden biriydi.

Önceki albümlerinizi yayınladığınızda sosyal medya müzik sektöründe bu denli ön planda değildi, ancak şu an birçok farklı portal var. CD yavaş yavaş tedavülden kalkıyor. Albümü neden CD olarak çıkardınız?

FÖ: Bana “Fizikî olarak basma, artık CD dinlenmiyor” diyen şirketler oldu ama benim romantik bir tarafım var. Hâlâ, tek tük de olsa, dinozorların evinde CD çalarlar var, ben de onlardan biriyim. Bu albüm benim için bir kitap gibi; içinde şarkı sözleri var, fotoğraflar var. 10-15 kişinin üzerine titreyerek çalıştığı bir şey. Ben, onu somut bir biçimde görmek istiyorum. Albümü elime almadığım zaman sanki döngü tamamlanmamış, eksik kalmış gibi geliyor bana. CD denen yaratık halen yaşıyorken, o fırsatı değerlendirmek istedim. CD bitince bu sefer plağa döneceğiz, gitgide eskiye dönüş yapıyoruz. En son taş plak çıkaracağız.

Fasıl, kanto, kabare... Tüm bunları düşündüğümde, albümü dinlerken kaotik bir şeyle karşılaşacağımı bekliyordum ama hiç öyle olmadı. Şarkılar, sözler, enstrümanlar birbiriyle çok uyumlu. Bunu nasıl başardınız?

FÖ: Fotini de, Marina da, ben de Batı Müziği’nden haberdar olmayan insanlar değiliz. Marina ud çaldığında, caz armonisini, tüm armonileri düşünerek, ona göre bir çokseslilik yaratarak çalar. Örneklerimiz çok iyi. Lale ve Nerkis hanımların albümlerinde de farklı tarzlar var ama asla kaotik duyulmuyorlar. Denizkızı Eftalya’yı ele alalım mesela. Kanto da söylüyor, tango da söylüyor. Şu an ‘fantezi’ dediğimizde bizim aklımıza başka bir şey geliyor ama 20. yüzyılın başında, bir Türk Sanat Musiki şarkısının formu, ara nağme, zemin, nakarat, meyan ve nakarattan oluşur. 20. yüzyılın başında, formda olmayan şarkılara daha çok ‘fantezi’ diyorlardı. Ben bizim çalışmamız için ‘fantezi’ kelimesini kullanmak istemiyorum, çünkü bu terim şu an başka bir türü ifade ediyor. Dolayısıyla eski modellerimiz var, onların üzerine düşününce oradan yeni formlar türetmek de mümkün. 



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.