NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

"Zulmün artsın!"

Dağlarda çoban komayıp, canlarına kıydıkça.. Zulüm saymakla bitmiyor ki... Battıkça batıyoruz. Ve güzelim Türkiye'nin kanına ekmek doğruyoruz.  (Yaşar Kemal, 1995)

Hadi bakalım, dönüp geldik gene. Aynı noktaya değil beter bir hale.
Çocukluğumda annem, birilerine kötü davranan, eza eden biri oldu mu, “Zulmün artsın!” derdi. “Anne, bu ne biçim dua, bu nasıl beddua? Zulmü artarsa zulüm görenler için daha kötü olmaz mı?” diye sorardım. “Zalimin zulmü artarsa tez zeval bulur oğlum. Biz böyle biliriz. Sonu çabuk gelir…”
Bunun gibi, bazıları diyor ki, Recep Tayyip Erdoğan mutlaka kazanmalı, Reis tekrar ve gene cumhurun başı olmalı.Bunu anlamadığım için soruyorum: Neden?Diyorlar ki, durum feci, durum feciden beter. O gelmeli ki ortadaki enkaz, madem ki o yarattı, ona kalsın. Nasıl yapacaksa o temizlesin.
Diyorum ki, delirdiniz mi? Tarihten anlamaz mısınız? Tarihte yaşananlardan hiç mi ders almadınız? 
Durum kötüleştikçe zalimin zulmü artar. Evet, tamam, bu zulüm onu götürür; ama bu arada halkın çektiği, milyonların duçar olduğu ve olacağı sefalet, felaket ne olacak? Ona çare ne? Diyorlar ki, madem o halk, o milyonlar buna ses çıkarmadı, boyun eğdi, biat etti, çare yok, onlar iniminim inlemeye devam edecek. Ta ki akıllanana, akılları başlarına gelene kadar.
Benim buna aklım yatmıyor. Yani, bırakalım 24 Haziran’da Recep Tayyip Erdoğan kazansın. Bırakalım yaratılan, birinci derecede sorumlu olduğu enkazın altında o kalsın, bakalım nasıl çıkacak görelim. Öyle diyorlar. Benim aklım buna yatmıyor.
Geçen gün yarısını yazmıştım. Brecht der ki:
Varsılın evi çökünce
Çöker yoksulun üstüne
Güçlünün iyi gününden pay almayanlar
Onun kötü gününe ortak olur

Yani, madenciler, yüzlercesi, toprak altında kalsın, danışmanlar yerde insan tekmelesin, öyle mi?
Yani, çoluk çocuk 34 can Türkiye’nin kendi jetleriyle param parça edilsin, hınç bitmesin, bir kez daha gidip katırları bombalasınlar, öyle mi?
Yani, bir değil beş değil, Sur’u, Cizre’si, Silvan’ı, Nusaybin’i, Derik’i yer ile yeksan edilsin,  kimi haftalarca süren sokağa çıkma yasağı konsun, annelerin ölü bedenleri günlerce sokak ortasında bırakılsın, defne dahi izin verilmesin, öyle mi?
Yani, irili ufaklı partiler ellerini kollarını sallaya sallaya meclise doğru yola çıksınlar, 6 milyon oy alan parti, gene, dünyadaki en yüksek oy barajını aşmak zorunda bırakılsın, öyle mi?
Yani, cebinde üç kuruşu ekmek almaya giden bir karakaşlı çocuk gaz mermisiyle vurulsun, yüz günlerce yaşama savaşı versin, gençliğini yaşamadan toprağa verilsin, Recep Tayyip Erdoğan o çocuğun annesini meydanlarda yuhalatsın, öyle mi?
Yani, öldürülen bir gencin cansız bedeni bir TOMA’nın arkasına bağlanıp sokaklarda  sürüklensin, öyle mi?
Yani, TC ordusunun üniformasını taşıyan bir Sevan, TC ordusunun beylik silahıyla katledilsin, ordu da hükümet de tınmasın, öyle mi?
Yani canımız ciğerimiz Hrant’ın kaldırıma serilmiş bedeni kalbimizde kanarken, bir beş yıl daha gözlerimizin içine baka baka bizimle dalga geçsinler, öyle mi?
Yani, Selahattin’i, Osman’ı, Mehmet’i, Ahmet’i, Nazlı’yı, Ali’yi, Mümtaz’er’i, binlerce, onbinlerce vekili, belediye başkanını, parti üyesini, yüzlerce gazeteciyi, yazarı zindanda tutsunlar, öyle mi?
Yani, barış istiyoruz dediler diye yüzlerce üniversite hocasını, lisanslarını da ellerinden alarak, sokağa, açlığa, işsizliğe atsınlar; cezaevleri ülkenin en kalabalık üniversitesi olarak kalsın, öyle mi?
Yani tüm bu zulüm, haksızlık, vicdansızlık, kin, eşitsizlik, ayrımcılık, baskı, hiddet, şiddet, terör sürsün, öyle mi?

Düzeltiyorum:
Zulüm artacağı için tüm bunlar daha da artsın, çoğalsın, katmerlensin…ki bir adam gitsin, öyle mi?
Bakın, aklı başında herkes söylüyor, bu ülke tarihinin en büyük ekonomik krizine yürüyor. Şirketler, bankalar batacak, yüzbinlerce insan işsiz kalacak. Bugünleri bile arayacak hale geleceğiz. Borcumuzu ödeyemez, eve ekmek götüremez hale geleceğiz. Bugünkü felaket kıyamete dönüşecek. Ben söylemiyorum, bilenler söylüyor, bütün dünya haykırıyor, uyarıyor…
Ne herhangi bir insani değer kaldı, ne bir vicdan kırıntısı.
Bunlar daha da beter hale gelsin, öyle mi?
Artık görelim ve bilelim: Bizden uzaklarda olanlar aslında bize de, hepimize de oluyor.
Bir kere, vicdan var. Recep Tayyip Erdoğan bu geldiğimiz durumdan birinci derecede sorumlu mu? Evet, birinci derecede sorumlu. Bu sorumluluğu kendisi istedi, tek adam olmak istedi, oldu. Doğru.
Ama onunla birlikte bu halden sorumlu başka kimse yok mu? Mesela hükümet? Mesela Meclis’te çoğunluğa sahip AKP? Mesela halkın seçip meclise gönderdikleri!?. Onlar sorumlu değil mi? Hani duvarında egemenlik kayıtsız şartsız milletindir  yazan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndekiler? Halkı, halkın egemenliğini temsil edeceklerine yemin edenler?
Kendileri gibi milyonların oyunu alarak seçilip gelenler onların oyuyla meclisten atılmadı mı? Bir bölümü onlar yüzünden hala hapiste değil mi?
Kürsüde konuştu diye, “Soykırım” dedi diye, Garo’ya, bir ilkokul sınıfından tard eder gibi, Meclis’i yasaklamadılar mı?
Onlar yeminlerini, yani halkı temsil edeceklerine dair yeminlerini  yok sayıp her şeyi, her kararı bir kişinin iki dudağı arasına teslim etmediler mi?
Onların bunda payı yok mu? 
Evet, belki onlar ‘vatana ihanet’ etmediler.  Ama ya halka? Halk yoksa vatan nedir?  Halka ihanet etmediler mi? Halkın onlara verdiği temsil hakkına ve yetkisine ihanet etmediler mi? O hakkı, o yetkiyi umursamazca başkasına devretmediler mi? Meclisi şeklen var aslen yok haline onlar getirmedi mi?
Bunlar cahil ve aptal sorular muhtemelen. Biliyorum.
Siyasetten anlamayan sorular  bunlar…
Siyasetten anlamam, evet. Siyaset şayet yalan dolansa…Siyaset şayet bugün ak dediğine yarın kara demek ve bunda  beis görmemekse… Siyaset şayet konumunu muhafaza etmek için her şeyi ama her şeyi mubah görmekse… Siyaset şayet vicdanı karartmak,hakkaniyeti unutmaksa…  Ben böyle siyasetten anlamam. Bundan da hem sevinç hem övünç duyarım.
Dönelim cumhurbaşkanına.
Ben 24 Haziran seçimlerini Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasını asla doğru bulmam. Evet, yarattığı enkazın altında kalacaktır. Ama onunla birlikte kaç milyon, bir bütün halk, ondan daha beter bir yıkıntının altında kalmayacak mı? 
Ve daha ne kadar! Kaç yıl!  Evet, zulüm artacak, halkın çektikleri katmerlenecek, gidişi hızlanacaktır. 
Ama niçin beklemeli? Onun gitmesi madem ki ülke için, bir bütün olarak halk için  doğru ve iyi olacak, yol yakın, hemen, 24 Haziran’da gönderelim onu! 
Onunla birlikte partisini, iktidarını. 
Oy ver gitsin! Zulüm bitsin!
Meclise bağımsızlığını, itibarını, gücünü, yetkisini geri verelim. Bunu yapacağından umutlu olduklarımızı seçelim.
HDP’nin mecliste güçlü bir şekilde bulunmasını sağlayalım. Tek, öncelikli ve biricik hedef şimdi budur! 7’si bir araya gelerek HDP’yi Meclis dışında bırakmayı hedefleyen bu kötü niyetli ittifaka bir ders verelim. HDP’yi 80-100 vekille meclise  taşıyalım. Ki oyunları bozulsun. Özgürlük, eşitlik umudu yeşersin.
Gelen gideni aratır sözü belki de bu topraklarda ilk kez doğru değil.
Gidecekleri kimse aramayacak. Kim gelirse gelsin, gideni kimse özlemeyecek. 
Yenilenme, sağalma, iyileşme böyle başlayacak.
Size söz veriyorum. Siyasetçi sözü değil, Nazar Büyüm sözü!