Ben, üç kutsal kitabı okumuş biri olarak, cumhura başkan olmak isteyenleri, meclise aday olanları uyarmak isterim, bu benim insani görevimdir. Hazır seçilmek için meydanlara çıkıyorlar, çıksınlar, başta bugünkü cumhurbaşkanımız, 80 milyondan helallik alsınlar. Takside şoföre birkaç lira fazla verince, “Hakkını helal et” diyor şoför. Onlar da helallik istesin.
Çocukluğumda, dört-beş yaşlarında annemin dizinin dibinde İncil mesellerini duydum öğrendim.
Beş yaşındayken eve gelenlere defterden bir sayfa koparıp katlar, makasla keser, haç yapardım. Haç düzgün çıkarsa kişi düzgün, iyi bir insan, eğri çıkarsa eğri biriydi.
Bu yeteneğim öylesine yayıldı ki, eve gelen giden, iyi insan mı değil mi, bir çocuğun makasla kestiği kâğıttan öğrenmek isteyen çok oldu.
Sonra, biraz büyüyünce, İstanbul’a, Tıbrevank’a geldim, o zamanki adıyla Surp Haç Tıbrevank Ermeni Ruhban Okulu. Annemin benim din adamı olmamı umduğundan adım gibi eminim.
Tıbrevank çocukları… Bir bölümü hümanist, idealist, solcu, komünist oldu. Birkaçı da ruhban sınıfına katıldı.
Sonra, üniversitede İngiliz Dili ve Edebiyatı okumaya başlayınca fark ettim ki, Batı edebiyatını hakkıyla anlayabilmek için yalnız o dili, o edebiyatın temellerini öğrenmek, anlamak yetmez; dayandığı Batı mitolojisini, Hıristiyanlığı da bilmek, öğrenmek gerekir. Çünkü Batı edebiyatlarında bunlara çok gönderme var.
Böylece İncil’i ilk kez ciddiyetle okumaya başladım. İngilizce. 1611 Kral James çevirisi.
Madem öyle, İncil öncesini de okumak gerekir, diye düşündüm. Tevrat’la tanışmam öyle oldu.
Sonra, ya peki benim yurdumda yuvamda hâkim din olan Müslümanlık? Böylece İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ı, Kuran-ı Kerim’i okudum. Gene İngilizce.
Baktım ve gördüm ki, dinler ayrı, lakin din felsefesi aynı. Tanrı. İnsan. Bu dünya. Öteki dünya. İyilik. Kötülük. Günah. Sevap. Cennet. Cehennem.
Musa’nın 10 emri var. Biliyoruz. Benden başka Tanrı tanımayacaksın! Öldürmeyeceksin! Çalmayacaksın! Yalan tanıklık etmeyeceksin! Zina yapmayacaksın! Anana babana saygı göstereceksin! Kimsenin ırzına, malına mülküne göz koymayacaksın… diye gider.
İsa’yı geçelim. Ne emir buyurmuş, ne şart koşmuş. Gariban, çarmıha gerilen bir adam.
“Sevin” diyor. “Bir yanağınıza vurana öteki yanağınızı çevirin” diyor. Yok daha neler!
Kuran’ın her yeri bu dünyada nasıl yaşanacağından, öteki dünyadan, ahiretten söz eder. Ve eğer emr-i hak vaki olduğunda kendine Cennet’te bir yer edinmek istiyorsan, bu dünyada ne yapman gerektiğini vaz’ eder.
İslam’ın beş şartı var. Ders sırasında hangi Kuran kursunun önünden geçseniz, beş-yedi yaşındaki hançerelerin “İslam’ın şartı beş! İslam’ın şartı beş!” diye haykırdığını duyarsınız. (Demek hâlâ ezber öğretim yöntemi.)
Şimdi, İslam’ın bu beş şartını hepimiz biliriz: Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek. Bunları her Müslüman bilir. Bunlar şekli şartlardır.
Kelime-i Şehadet getirir, Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna ant içersin; namaz kılarsın; sağlığın elveriyorsa oruç tutarsın; varlığın ölçüsünde zekât verirsin; gidebiliyorsan hacca gidersin. İslam’ın beş şartı var ama, bunlar biçimsel işlerdir.
Bir de daha derin, biçimsel olmayan, kişinin kendine, nefsine ve başkalarına davranışını düzenleyen ayetler var. Bunların bir bölümü haram yememeyi, hak yememeyi, hele kul hakkı yememeyi emreder. Bu sonuncusu, İslam dininin en temel, en bozulmaz kuralıdır. Çünkü Allah rahim ve rahmandır, esirgeyen, bağışlayan tanrıdır. Günah işlediysen tövbe edersin. İçtenlikle rahmet diliyorsan, tüm günahların bağışlanabilir. Biri hariç.
Kul hakkı!
Kul hakkı yediysen, yani Allah’ın öteki kullarının hakkını ellerinden aldıysan, Allah seni bağışlamaz, bağışlayamaz; seni affetmek, helallik vermek, hakkını yediğin kulun elindedir. İşte bu nedenle, bütün cenazelerde merhuma hakkın helal edilmesi istenir. Hem de üç kez.
Bunları okuyup öğrenip düşününce, nereden bakarsam bakayım, bazı maruf kişilerin Müslümanlığından kuşku duyuyorum.
Belki Müslümanlar, kendileri öyle söyler. Ama acaba ‘İyi Müslüman’ mıdır bu insanlar?
Hadi diyelim kendileri beş vakit namazında niyazında mümin kişiler. Hadi diyelim o hoyratlık, hışım, haşmet, küstahlık, tahakküm, nobranlık, kibir onların karakteri, onların problemi. Hadi diyelim yazsan ciltler dolacak zulüm, yoksunluk, şiddet, adaletsizlik, eşitsizlik, hile-hurda, yalancılık, dolandırıcılık tek kişinin eseri değil, kolektif, kurulan sistemin sonucu, herkesin bilinen bilinmeyen payı var, suçu günahı var. Hadi diyelim bunların bir kısmı kul ile Allah arasında, bu dünyada hesabı görülemiyorsa ötekinde sorulur, sorgulanır.
Ama ya kul hakkı?
Ben, üç kutsal kitabı okumuş biri olarak, cumhura başkan olmak isteyenleri, meclise aday olanları uyarmak isterim, bu benim insani görevimdir. Hazır seçilmek için meydanlara çıkıyorlar, çıksınlar, başta bugünkü cumhurbaşkanımız, 80 milyondan helallik alsınlar. Takside şoföre birkaç lira fazla verince, “Hakkını helal et” diyor şoför. Onlar da helallik istesin.
Bakalım halk, 80 milyon, “Helal olsun!” diyecek mi… Bırak 80 milyonu, bir kişi bile helal olsun demezse, yarın ahirette o kişi gelip helallik verene kadar bekletirler adamı.
Adaylar bunu bilmez mi? Elbette bilir. Bir kısmı hatta İmam Hatip’te okumuş, ilahiyat bilir. Benden iyi bilir.
Ama unutmuş olabilir.
----------
not: Yazıyı yazdıktan sonra aydım: Bırak meydanlara çıkmayı, Selahattin Demirtaş’ın hücresinden çıkması yasak! Burası böyle bir demokrasi, bu da böyle bir seçim işte.
Benim hakkım kendisine helal olsun. O da mitingini hücresinde yapıp hücre arkadaşından helallik alsın. Makbuldür.