AK Parti’yi yakından takip eden siyaset bilimci Doç. Yüksel Taşkın, iktidar partisi çevresinde son zamanlarda yaşanan hareketliliği değerlendirdi. Gülen Cemaati ile AK Parti arasındaki gerilimin ilginç gelişmelere neden olabileceğine dikkat çeken Taşkın, Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye geçmesinin bunun ilk işareti olduğuna dikkat çekiyor.
FERDA BALANCAR
fbalancar@agos.com.tr
Doç. Yüksel Taşkın, AK Parti ve İslamcı çevreleri yakından takip eden bir siyaset bilimci. ‘Anti-Komünizmden Küreselleşme Karşıtlığına: Milliyetçi Muhafazakâr Entelijansiya’ adlı İletişim Yayınları’ndan çıkan bir kitabı ve Birikim, Toplum ve Bilim gibi dergilerde yayımlanmış pek çok makalesi bulunan Taşkın ile, son günlerde HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye geçmesiyle gündeme gelen siyasi hareketliliği ve AK Parti - Gülen Cemaati arasındaki gerilimi konuştuk. Taşkın’a göre Gülen Cemaati’nin güçlenmesinde AK Parti’yi seçim dışı yollarla devirmeye çalışan Kemalistlerin büyük payı var, çünkü Erdoğan bu yüzden Cemaat’in devlet içindeki gücüne boyun eğmek zorunda kaldı.
• AK Parti ve İslamcı kesimlerde ne tür bir kamplaşma yaşanıyor? Bir yandan AK Parti-Gülen Cemaati arasındaki gerilimden söz edilirken diğer yandan Numan Kurtulmuş ani bir kararla AK Parti’ye geçiyor. Yeni saflaşmalarla mı karşı karşıyayız?
AK Parti ve İslami kesimde kabaca üç farklı anlayış hüküm sürüyor. AK Parti ve Gülen Cemaati arasında çok ciddi bir gerilim yaşanıyor olsa da ikisi de aynı İslam anlayışını savunuyor. İkisi de laiklik ve laikleşme süreçlerini meşru görüyor. Ancak bu anlayışa sahip kesime muhafazakâr demokrat demeyi doğru bulmuyorum. Demokrat kelimesini daha dikkatli ve özenli kullanmalıyız. AK Parti ve Gülen Cemaati’nin temsil ettiği anlayışı, muhafazakâr Müslümanlık olarak değerlendiriyorum. Bu anlayışın, ABD’deki muhafazakâr Hıristiyanlar için kullanılan seçici muhafazakârlık kavramıyla açıklanabileceğini düşünüyorum.
• Nedir seçici muhafazakârlık?
Bazı konuları ön plana çıkartırsınız ve o konular üstünden mücadele yürütürsünüz. Mesela son zamanlarda yaşanan içki ve cami tartışmalarının özellikle seçilmiş olabileceğini düşünüyorum. İçki konusunda ya da cami konusunda muhafazakârlıklarını konuşturma ihtiyacı hissediyorlar. AK Parti ve Gülen Cemaati, küreselleşmeyle uyumlu, böyle bir seçici muhafazakârlık anlayışını benimsiyorlar. Mesela devletçi değil, serbest piyasacılar ama devletin gücüyle belli grupları cezalandırmaktan da geri durmuyorlar. Sınırlı bir siyasi reform anlayışına sahipler. Medeniyetçi dediğim bir İslamcılık anlayışı var. Bu, bir tür dini milliyetçiliktir aslında. Osmanlı’yı örnek alıyorlar. Bu, özellikle gayrimüslimlerle ilişkiler konusunda devreye giriyor; bazen “Onlarla bir arada yaşadık” diyorlar, bazen de “Biz hâkim milletiz” diyorlar ve dışlayıcı oluyorlar. Tek bayrak, tek millet anlayışını Osmanlı’ya göndermeyle savunuyorlar, öte yandan da “Osmanlı’da da laiklik vardı” diyorlar. Bu da onlara çok geniş bir hareket alanı yaratıyor.
AK Parti ve Gülen Cemaati’nin temsil ettiği bu anlayışın dışında ikinci anlayış, tarikatlarda taban bulan gelenekçi, modernleşme ve değişim karşısında daha kaygılı kesimlerin savunduğu anlayış. Fatih Çarşamba’daki İsmailağa Cemaati bunun en çarpıcı örneği. Bunlar, “AK Parti bize para getirdi ama kendimize yabancılaştırdı” diyorlar. Tarikatların böyle bir krizi var. Bunların bir kısmı hızlı modernleşmeden AK Parti’yi sorumlu tutuyor, bir kısmı ise ‘laik düzen’i… Sözünü ettiğim kültür savaşları da bu yüzden oluşacak. Bu tür kapalı tarikat yapılarına, mutlaka bir ‘öteki’ gerekiyor. Bu öteki üstünden içe kapalılığı meşrulaştırmak zorundalar. Ben bu noktada özgürlüklerden yanayım, çünkü özgürlükler bu tür kapalı yapıların kapalılığını anlamsızlaştırıyor. Ve onların ürettiği irrasyonel ateş sönüyor. İslamcılığın yaşadığı kriz de bu. Cumhuriyet dönemi boyunca baskılanmanın getirdiği bir süreci yaşadılar ama şimdi iktidardalar. İslami kesimdeki üçüncü bir anlayış ise sosyal İslam denilen medyada anti-kapitalist Müslümanlar olarak tanımlanan kesimdir. Bu anlayış, son derece sınırlı bir tabana hitap ediyor.
• Neden bu kadar sınırlı bir tabana hitap ediyor?
Türkiye’de İslamcılık sağcılık üstünden gelişti. Tabii ki İslam’ın sol yorumu da mümkün ama Türkiye’deki pratiğinde bunun izlerini görmüyoruz. Bu anlamda Numan Kurtulmuş’un AK Parti girişimi bir kıvılcım oldu ama beklenen ilgiyi doğuramadı.
• Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye geçmesi ne anlam ifade ediyor?
Tayyip Erdoğan’da huzursuzlaşan İslami gruplarla ilgili bir kaygı var. Gülen Cemaati’nin Numan Kurtulmuş’a vereceği desteğin önünü böylece kesmiş oldu. Öte yandan Kurtulmuş ile Mehmet Bekaroğlu arasında son zamanlarda bir söylem farklılığı oluşmuştu. Kurtulmuş’ta Milli Görüş vurgusu artmıştı. Bekaroğlu ve Zeki Kılıçarslan’da ise sol vurgu ağırlıktaydı. Kurtulmuş’un AK Parti’ye geçmesiyle, Başbakan Erdoğan, Gülen Cemaati’nin ya da AK Parti’den huzursuz olan İslami grupların yoğunlaşabileceği bir odağı, oluşmadan dağıtmış oldu. 2014’te Çankaya’ya çıkmayı aklına koymuş bir Erdoğan için bu çok gerçekçi bir korku ve bu hamle de çok diri bir hamleydi. Erdoğan kendi çok hızlı büyüyüşünün farkında… Bir başkasının da bu yönde hızla gelişmesinden korktu. Öte yandan, Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye girmesi için en büyük baskıyı yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’dur. Davutoğlu, AK Parti içinde liberal eğilimi temsil ediyor. Davutoğlu, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması halinde nasıl bir AK Parti olacağı konusunda söz sahibi olmak istiyor. Davutoğlu ile Kurtulmuş arasında bir bağ var.
• AK Parti - Gülen Cemaati çatışması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gülen Cemaati içinde üç ayrı grup var: Eğitimciler, işadamları ve devlet; özelikle yargı ve emniyet içinde örgütlenmiş olanlar. Ben özellikle devlet içinde örgütlenmiş cemaat mensuplarının tavırlarını anlamakta zorlanıyorum. Bu grubun yaptıklarını diğer gruplar istemeden de olsa sahiplenmek zorunda kalıyorlar. Zaman gazetesinin tavrı bunun tipik örneği. Yarı açık, yarı gizli yapılanmaların yaşadığı tipik sorunları yaşıyor Gülen Cemaati…
• Nedir o tipik sorunlar?
Gülenciler, KCK operasyonları ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla sonuçlanan MİT krizinde kendi gücünü fazla zorladı. Bence kendilerinin yargılanması riskini bertaraf etmek için bu kadar sert hamleler yapıyorlar.
• Bunu biraz açar mısınız?
Şu ana kadar Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalarda tutuklanan ve yargılananlarla ilgili şöyle bir iddia var: Gülenciler, Deniz Kuvvetleri’ndeki karşıt yapıyı, ki kendileri ‘Alevi unsur’ diyorlar, bir şekilde hapse attılar. Bu operasyonların yürütüldüğü yasal mevzuat, yarın Gülencileri de bir çete örgütlenmesi olarak hapse yollayabilir. Tabii bu Ergenekon yapılanmasının olmadığı ya da Ergenekon’dan tutuklananların birtakım karanlık ilişkilere bulaşmadığı anlamına gelmez. Ancak bu süreçte Gülenciler kendi rakiplerini de tasfiye etmiş oldular. Şimdi aynı yasal mevzuatla kendilerinin de çete olarak yargılanmasından korkuyorlar. İşte bu yüzden de hiç taviz vermek istemiyorlar.
• Peki, KCK operasyonlarındaki amaç neydi?
KCK operasyonları ile ilgili olarak da, bölgede PKK’nın sivil örgütlenmenin kırılmasıyla o alanı doldurabileceklerini düşünüyorlardı. 12 Eylül’de solun boşalttığı alana nasıl doldularsa şimdi de aynı şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Ama Kürt politikasında bu yanlış hesap bence… Buna rağmen Doğu ve Güneydoğu’da çok örgütlü çalışıyorlar ve büyük yatırımları var. Fakat Kürt İslamcıları ve Kürt Nurcuları fazla hafife alıyorlar. Onlarda Gülen Cemaati’ne yönelik olumsuz bir tutum var. KCK operasyonları orada radikal İslamcılığın önünü açabilir ama bu Gülen Cemaati’nin de AK Parti’nin de işine gelmez.
• AK Parti - Gülen Cemaati gerilimi MİT krizinden önce de vardı. Neden?
Gülen Cemaati sonuç itibariyle çok fazla siyasallaştı. Bu noktada şöyle bir dengesiz durum var. Bir tarafta yasal sınırlar içinde hareket eden, etmek zorunda olan bir AK Parti var. Öte yanda yarı açık, yarı gizli bir örgütlenme olan Gülen Cemaati var. Bu durum Erdoğan’ı ürkütüyor. Gülencilerin yaptığı dinlemeler muhtemelen AK Parti grubu içinde de yapılmışsa, ellerinde ne tür bilgiler olabileceği Erdoğan’ı ürkütüyor olabilir. Bu ortamın oluşmasında Kemalistlerin büyük payı var. 2002’den bu yana sürekli Erdoğan’ı devirmeye çalıştılar, o da Gülencilere ve onların devlet içindeki gücüne boyun eğmek zorunda kaldı. Bir noktadan sonra da Erdoğan, Cemaatin bu gücünü kırmak gerektiğini hissetti.
• Bu çatışma önümüzdeki dönemde ne tür sonuçlar verir?
Gülenciler bu gerilimi düşürmek için aslında hiçbir şey yapmıyorlar. Ancak Gülencilerin TUSKON’da örgütlenen, işadamları kesiminin bu gerilimden hiç hoşnut olmadığını düşünüyorum. Yapısı gereği işadamları bu tür gerilimlerden hoşlanmazlar. 28 Şubat’ta Erbakan’ın gerilim politikasından rahatsız olan MÜSİAD, AK Parti’nin kurulması için aktif çalışmıştı. Erdoğan, TUSKON’daki rahatsızlığın farkında ki onların genel kuruluna gidip çok olumlu mesajlar verdi. Ayrıca Erdoğan bugüne kadar TUSKON’un önünü kesecek hiçbir şey yapmadı, isteseydi yapabilirdi. Öte yandan, eğitimcilere gözdağı vermek için dershaneleri kapatmaktan söz etti ama bu konuda da henüz bir şey yapmadı. Gülen Cemaati gibi aşırı güç biriktiren yapılar bir noktadan sonra siyasallaşmak zorunda kalırlar, çünkü siyaset kurumu bugün olduğu gibi gücünüzü sınırlandırmaya kalkar. Cemaat AK Parti’den daha liberal görünümlü bir muhafazakâr parti kurup AK Parti’yi ABD ve AB ile ilişkilerinde de zor durumda bırakabilir.
• AK Parti’nin Kürt sorunu konusundaki tutumunda Beşir Atalay ve İdris Naim Şahin’in temsil ettiği iki farklı çizgi arasında bir mücadele mi var?
Beşir Atalay, İçişleri Bakanlığı bürokrasisini kendi istediği yöne kanalize etmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Atalay, KCK operasyonlarının kendisine rağmen yapıldığını ima etti. İdris Naim Şahin ise içişleri bürokrasisine teslim oldu. AK Parti’de iki eğilim var. Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini düşünen ve sadece Kürtlerden oluşmayan bir kesim var. Kürt sorununda çözümden yana olan bu pragmatik eğilimin ağır basacağını sanıyorum ama elbette son kararı Başbakan Erdoğan verecek.
1915 İLE YÜZLEŞME DERSİM’LE YÜZLEŞMEYE BENZEMEZ
• 2015’e giderken AK Parti’nin 1915 ve Ermeniler hakkında farklı bir politika geliştirme ihtimali var mı?
AK Parti bu konuda inisiyatif almıyor. Uluslararası alanda var olmak istedikleri için bir süre tarih komisyonu filan gibi önerilerle durumu idare etmeye çalıştılar ama Ermeni tarihçiler onları niyetlerini anladıkları için haklı olarak bu tür önerilere yüz vermediler. Böyle olunca, AK Parti, Kıbrıs gibi, bu konuda da rölantiye aldı. Bu konuda geri adım atarlarsa resmi ideolojiyle ve onunla yetişmiş kitlelerle karşı karşıya gelecekler. 1915 ile yüzleşmek için ‘Dersim 1938’ ile yüzleşmekten daha cesur olmak gerekiyor. Gülen Cemaati de AK Parti de bu konuda ciddi bir olumlu adım atmadı. Tam tersine devletin Batı’daki lobi faaliyetlerini üstlendiler. Genç muhafazakâr akademisyenler bir şeyler söylemeye çalışıyor ama onları da şu anda dinleyen yok.
• Ne söylemeye çalışıyorlar?
Dersim katliamının faturasını CHP’ye çıkarttıkları gibi 1915’in faturasını laik, milliyetçi, batıcı İttihatçıların üstüne yıkmaya çalışıyorlar. Şükrü Hanioğlu gibi tarihçiler de bu yönde oldukça önemli bir birikim sunuyor aslında. Buna rağmen ne AK Parti ne de Gülen Cemaati bu konuda önemli bir adım atmıyor, çünkü 1915’te Müslüman unsurların da ciddi bir ağırlığı olduğunu biliyorlar.