‘Gül belirli koşulları beklemeyi değil yaratmayı göze alırsa etkili olabilir’

Marmara Üniversitesi Siyaset Tarihi Anabilim Dalı Başkanı iken KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Yüksel Taşkın ile Abdullah Gül’ün çıkışından AKP-MHP ittifakına, İYİ Parti’nin performansından CHP’deki duruma, Türkiye siyasetindeki 2018 ihtimallerini konuştuk.

2018'e eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün çıkışıyla girdik. Elbette tüm gözler "Gül bir hareket başlatır mı?" sorusuna çevrildi. Ne dersiniz, AKP ve çeperinde neler yaşanabilir 2018'de? 

Abdullah Gül’ün temkinli bir tarzı olduğu malum. Fakat 2018’e girerken AK Parti’yle arasına daha açık bir mesafe koymayı başardı. Başardı diyorum çünkü şimdilik sadece pozisyon üstünlüğünü elinde tutmak istiyor. Öngörülebilir, net bir tavrının olmaması veya bunun belli olmaması, AK Parti kurmaylarını en fazla rahatsız eden şey. Erdoğan da belirsizliği hiç sevmiyor.  Abdullah Gül’ün bir an önce tavrını belli etmesini istiyorlar. Hükümet yanlısı medyanın uyguladığı baskı da bununla alakalı. Gül ya sessizliğe gömülsün ya da ne yapacaksa yapsın. 

Öte yandan Gül’ün sürekli havuz kenarından oyunu izlemesi ve arada bir tepki vermesi, AK Parti karşıtı çevreleri de huzursuz ediyor. Sıradan muhaliflerden siyasi aktörlere bir dizi kesim, “biz muhalefet yükünü taşırken havuz kenarında doğru zamanı bekleyen Gül” algısından rahatsızlık duyuyorlar. Gül oyuna girmeyi planlıyorsa zamanlaması aleyhine de olabilir. Erken girip istediği etkiyi yaratamazsa elindeki güçlü sermayeyi çabuk tüketme ve umut olmaktan çıkma ihtimali de var.

Gül eğer belirli koşullar oluşursa siyasete tekrar yönelmeyi istediğini aslında giderek daha fazla belli etti. Son dönemde kabul ettiği heyetler bu işareti veriyor.  Saadet Partisi’nden muhafazakâr kanaat önderlerine kadar siyasetle ilgili aktörleri kabul ediyor. Karar Gazetesi’ne yakın zamanda yaptığı ziyaret de dikkati çekti.  Ayrıca Gül’ün bir ekibi var ve bunlar da düzenli aralıklarla bir araya geliyorlar ve Gül’ü de ziyaret ediyorlar.

Burada asıl mesele “belirli koşulların oluşmasını beklemek”. Erdoğan bu şekilde bekleyen edilgen rakiplerini etkisizleştirmeyi her seferinde beceriyor. Gül’ün belirli koşulları beklemeyi değil yaratmayı göze alması, yani aktifleşmesi durumunda en azından sağdaki aktörler açısında bir çekim noktası olabileceği, AK Parti’nin küskünlerini veya gidişatı olumsuz bulan daha makul AK Partilileri etkileyebileceği söylenebilir. “AK Parti’yi 2002-2011 dönemindeki duruşuna geri çekmek” söyleminin hem partide hem toplumda karşılığı olduğu söylenebilir. Bunun için çok ciddi saldırılara maruz kalacaklarını idrak eden kararlı bir ekibe ihtiyaç var. Gül bunu ister mi? İster. Yapar mı? Eğer AK Parti mevcut gidişatın kontrolünü daha da yitirirse Gül bu hamleyi yapar. Yani bu AK Parti’nin performansıyla belirlenecek gibi görünüyor…

"Erdoğan bir kurum olarak AK Parti’den çok kendisinin 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasını önemsiyor. Bir de devlet içerisindeki yeni yapılanmada MHP’li kadrolarla iş birliği devam ediyor."

AKP-MHP ittifakı da çok konuşuluyor, öyle görünüyor ki iş liste pazarlığına kadar gidecek. Bu pazarlıkta kimin eli güçlü, kimin eli güçsüz? Böylesi bir pazarlık iki partinin de aslında zorlu bir süreçle karşı karşıya olduğu izlenimini veriyor mu?

Siyasette iki artı iki her zaman dört etmiyor, üç de edebiliyor. Referandum öncesinde AK Partili toplum mühendisleri, açık ara iktidar getirebilecek bir ittifak kotardıklarına inanmışlardı: Milliyetçi Mukaddesatçı oylar en az yüzde altmış olacak, böylece her seçim garanti haline gelecekti. Popülist sağ liderler seçim kazanmayı severler veya kazandıkları müddetçe seçimleri severler. Türkiye’yi sözde “yüzde 65 sağ yüzde 35 sol” yarılmasına mecbur ederek her seçimi kazanmak aslında etnik, dini bölünmeleri kalıcı hale getirmek, böylece demokrasiyi mümkün kılan geçişkenlikleri yok etmek tehlikesi barındırıyordu. Toplum bu tehlikeye çok net cevap verdi: yüzde 50 bu bölünmeyi kabul etmedi ve AK Parti MHP, BBP ittifakının yanlış yaparsa yüzde 50’nin altına da inebileceğini gösterdi.

AK Parti kurmaylarının en azından arada bir, “MHP ittifakına o kadar da mecbur değiliz” mesajları vermeleri bu nedenle. Ama Erdoğan bu konuda daha kararlı ve istekli görünüyor. Erdoğan bir kurum olarak AK Parti’den çok kendisinin 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasını önemsiyor. Bir de devlet içerisindeki yeni yapılanmada MHP’li kadrolarla iş birliği devam ediyor.

Yine de MHP’nin bir ayağı devlette diğer ayağı siyasette olan bir parti olduğunu unutmayalım. Seçimlerde rüştünü ispat edemezse uzun süre tutunamaz. Bunun ilk sınanacağı yer de ilk seçimler olacak. İYİ Parti, MHP’den daha iyi performans sergilerse, bu partiden kopuşlar hızlanır. Bahçeli koltuğunu koruyamaz. Tuhaf olan husus, Bahçeli kadar MHP’nin bu yönelimini sahiplenen çok fazla ismin de partide olmaması. Bahçeli giderse, MHP ve İYİ Parti’nin yeniden birleşmesi de gündeme gelebilir.

Yüksel Taşkın

İYİ Parti hakkında konuşmak için belki erken ama hem -kaldığı kadarıyla- parlamento, hem de başkanlık seçiminde dengeleri etkileyecek bir potansiyelin ipucunu veriyor mu?

İYİ Parti, ülkedeki siyasi krize bir yanıt vermek üzere tasarlanarak yola çıkan bir parti değil. MHP’nin krizine yanıt olarak doğdu ve genel siyasetin krizine yanıt bulmak gibi zorlu bir görevle karşı karşıya kaldı. Partide Meral Akşener’i bir tür “Marine Le Pen” yapmak isteyen daha kemik milliyetçilerle, onu “Macron” yapmak isteyen pragmatik sağcılar arasında bir gerilim olduğunu biliyoruz. Bu gerilimi yönetmek partiyi klasik siyaset esnafının dışına taşıyabilmekle mümkün.

Bir süredir “İYİ Parti’nin tutmadığı” gibi yorumlar revaçta. Partinin ciddi meselelerle doğduğunu kabul etmekle beraber, AK Parti’deki metal yorgunluğu ve AK Parti’den kopmak isteyenlerin adres arayışları nedeniyle bir şansı olabileceğini düşünüyorum. AK Parti’nin özellikle ekonomi alanında aksaması ve kutuplaştırıcı söylemini devam ettirmesi, bu partide kimilerini adres arayışına yönlendirdi.

AK Parti’ye oy vermem diyenlerin çoğunun CHP’ye yönelmeleri de sosyolojik nedenlerle çok kolay değil. O nedenle geçici de olsa bir İYİ Parti yönelimi olabilir. Bunun için İYİ Parti’nin kadro ve söylemlerinde takviyeye gitmesi gerekmekte. Gül’ün etrafındaki kadroyla İYİ Parti arasında bir ittifak oluşursa bu sorun büyük ölçüde çözülebilir.

Şimdilik seküler milliyetçi bir algı oluşturmuş durumdalar. Daha çok CHP’nin rakibi gibi görünüyorlar ama kararsızlarda da bir etki yaratmış durumdalar. Fakat ilginç bir nokta daha var: Gençler arasında modernliğin yanında seküler milliyetçiliğin de etkili olması. İyi Parti kadınlar kadar bu gençleri de etkileyebilir. Bunun için ciddi stratejilerle iletişim meselesini çözmeleri gerekiyor. Yani bu yan yana geliş kendiliğinden gerçekleşmez…

"CHP’nin klasik meselesi, daha sol seçmenle, sayı olarak daha fazla olduklarına inandıkları statükocu Cumhuriyetçi/Ulusalcı seçmenler arasında bir denge kuramaması. Oysa bana göre bu çevrilebilir bir durum."

CHP "adalet yürüyüşü" ile başlattığı ivmeyi pek sürdüremedi gibi, "yurtdışındaki hesaplar" meselesi de gündemdeki yerini kaybetti. Merkez sol diyebileceğimiz sahada bir yenilik beklemeli miyiz?

Adalet Yürüyüşünün yarattığı etkinin devam edebilmesi için çok somut meselelerde çok somut öneriler geliştirebilmek gerekiyor. CHP’nin kongre süreçleri uzun zamandır partililerin enerjisini yine parti içerisine boca etti. 3 Şubat’ta kurultay yapılacak. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçilmesi kesin gibi ama PM ve MYK’da yetkin isimler, bir tür seçim kadrosu oluşturabilecek mi? Bu önemli bir mesele.

CHP’nin klasik meselesi, daha sol seçmenle, sayı olarak daha fazla olduklarına inandıkları statükocu Cumhuriyetçi/Ulusalcı seçmenler arasında bir denge kuramaması. Oysa bana göre bu çevrilebilir bir durum. Daha sert ulusalcıları yitirmek pahasına, reformcu, değişimci bir söylem tutturulursa ve bunun güç getireceği algısı oluşursa, seçmen pragmatik de davranabiliyor. Devlet ve sistem yeniden, sıfırdan kurulurken temkin siyasetinin getireceği bir şey yok.

CHP söylemini değiştirirse, İYİ Parti’ye de oy yitireceğini düşünüyor olabilir. Oysa değişimi öne çıkaran bir söylemin alıcıları, ideolojik tavrı olanlardan çok daha fazla. En azından bir defa temkin siyaseti terk edilip, risk almalı CHP.

Sonuçta çıta artık yüzde 50. Yüzde 50’yi aşacak bir ittifak uğruna konjonktürel oy kayıpları da göze alınabilir. CHP’nin en fazla yönelmesi gereken kesim de tıpkı İYİ Parti gibi 30 yaş altı…

OHAL rejimini bu şekliyle sürdürmek iktidar için ne derece mümkün önümüzdeki dönem? Gelişmelere bakıldığında 2017'ye kıyasla OHAL koşullarının -parlamento içi ve dışı muhalefetin de çabasıyla şüphesiz- biraz daha azalacağı bir dönem beklemeli miyiz, yoksa iktidar artık Türkiye için süresiz bir OHAL rejimi mi tasarlıyor?

OHAL rejiminin sürdürülmesini mümkün kılan ikna edici iklim dağılıyor. Ama iktidar yeni ulusal ve uluslararası krizlerle bu tehdit algısını yeniden güçlendirebilir. Buna rağmen toplumda OHAL’in eski Türkiye’ye dönüş olduğu yolunda bir algı var. Özellikle kaybedecek çok şeyi olan iş çevrelerinde bu algının (Muhafazakar iç çevreleri de dahil) yaygınlaştığı görülüyor. 

Bu konuda AK Parti ile Erdoğan’ın algısı farklılaşıyor gibi. Ama son sözü Erdoğan söyleyecek. Eğer bazı AK Parti kurmayları, bir tür kontrollü yumuşamanın daha çok oy getirebileceğine Erdoğan’ı ikna ederlerse OHAL sona erdirilebilir veya yumuşatılabilir. Benim şimdilik öngörüm OHAL’in düşük yoğunlukla devam ettirileceği yönünde…

Kategoriler

Güncel Gündem



Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE