‘Müthiş bir akışkanlık, hadsiz hudutsuz bir pragmatizm’

Türkiye sağı üzerine tetkikleriyle bilinen, son olarak “Cereyanlar/ Türkiye’de Siyasi İdeolojiler” başlıklı hayli kapsamlı bir çalışmaya imza atan Birikim dergisi editörlerinden Tanıl Bora ile 24 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında iktidardaki ideolojinin büründüğü son hali ve Muharrem İnce ile bir çıkış yakalamaya çalışan muhalefet cephesini konuştuk. AKP ve Erdoğan ideolojisini bir “amalgam” olarak tanımlayan Bora, Muharrem İnce’in de bir ‘karşı-popülizm’ örneği olarak başarılı olma yolunda bazı ipuçları verdiğini söylüyor.

Türkiye'de son yıllarda daha çok Erdoğan şahsında vücut bulan otoriter sağ/Türkçü-İslamcı rejim ve ideoloji açısından son seçim sonuçları bize ne söylüyor? Bu rejim ya da cereyan kendini tahkim mi etti, yoksa kendi sınırlarına ulaşıp devlet imkanları ile hükmünü sürdürebilen bir rejim halinde mi?

Rejim hakkında fazla iddialı konuşamam, zaten daha çok ideolojik yapılarla ilgileniyorum.  Oraya bakınca da, bir amalgam görüyorum. Amalgam kavramını neden seçtiğimi izah edeyim… Düz ve yaygın anlamıyla “karışım” demek. Teknik anlamıyla ise, bileşenlerinden biri cıva olan metal alaşımı demek oluyor. “Metal yorgunluğu” lafı çok kullanılmıştı ya, biz de böylece metalli bir mecaza müracaat etmiş olalım! Bu alaşımda hem muhtelif (yorgun veya diri!) metaller var; Türk sağının bütün ideolojik unsurlarının, hayli eklektik, büyük ölçüde hamasetle birarada tutulan bir bileşimi var. Erdoğan’ın, ismini vermeden bile olsa Nihal Atsız’dan da şiir okumasından, Osmanlı nostaljisine, ümmet şuuruna selam yollamaya kadar uzanıyor… Tabii, resmi ideolojinin siyasi akımlar üstü sacayağı gibi düşünebileceğimiz üç unsur: güçlü tehdit algısı, beka kaygısı ve komplo zihniyeti de eksik değil… Sadece radikal sayılan, “ideolojik” sayılan akımları değil,  merkez sağın kalkınmacı refahçı söylemini de kapsıyor bu söylem… Ve işte bir de “cıva” var alaşımda, yani müthiş bir akışkanlık, hadsiz hudutsuz bir pragmatizm. İktidarı “tutmaya” odaklı bir pragmatizm. Eklektik ve hamasete dayalı yanını onun için tekrar vurgulamalı.  Enerjisini sahici bir “dava” heyecanından ve bağlılığından ziyade, iktidar zevkinden, muktedir olma kibrinden ve hasımlara dönük hıncından alıyor.  “Büyük lider” hâlesini de ihmal etmemek gerekir elbette, fikrî veya ideolojik yönelimlerin berisinde, bağlanmayı o sağlıyor, bu alaşımın kabı odur.

Muhalefet, bilhassa sol muhalefet seçim öncesi çok umutluydu, Muharrem İnce'nin performansının da etkisiyle... İnce'nin performansı ve daha önemlisi argümanları sol ve merkez sol diyebileceğimiz muhalefet açısından "Bu yolda ısrar edilmeli" gibisinden bir yön gösteriyor mu?

Bu aslında sadece Türkiye’de değil bütün dünyada hem siyaset teorisinde hem bilfiil siyasette yürüyen bir tartışmayla doğrudan ilgili: Sol popülizm meselesi. Trump’tan Modi’ye ve Erdoğan’a, 21. yüzyılın asrî otokrasileri, popülist cepheleriyle veya en azından popülist stratejileri kullanma becerileriyle dikkat çekiyorlar. Bununla da, ancak bir alternatif popülizmin veya sol popülizmin baş edebileceğini düşünenler var.  Sadece “dinsizin hakkından imansız gelir” mantığıyla değil… Mesela kimi düşünürler, kimlik temelindeki muhalefetle sınıfsal taleplere dayanan muhalefeti teğellemeyi, popülist bir politikanın başarabileceğini düşünüyorlar. Bence ayrıca, şu zamanda üretimin organizasyonuyla birlikte sınıfsal yapıların had safhada fragmanlaşmış olmasıyla birlikte düşünmek lazım bunu - “prekarizasyon” denen hadise. Popülist lisan, popülist tarz-ı siyaset, böyle parça pinçik bir ezilenler ve emekçiler kitlesine hitap etmeye uygundur. İktidardaki popülizmlerin, hasımlarını azınlık-marjinal-yabancı-hain vs. damgalayan diline karşı, savunmada kalmayıp kontratağa kalkarak bir “çoğunluk” sözü ve iddiası kurmaya da elverişli bir politik lisan. Yani “biz halkız, halk biziz”, der gibi… Elbette popülizmin en haysiyetlisinin de tatsız yan etkileri vardır, -başta çoğunlukla bir lider karizmasına dayanması olmak üzere-, en şahane seçenek olmayabilir ama neticede burada bir yol aramak, anlamsız bir şey değil.

Peki, İnce başarılı bir karşı-popülizm örneği miydi? Sanırım bu yönde bazı ipuçları verdi. Ama bir seçim kampanyasıyla sınırlıydı.  Tek bir performanstı yani! Böyle bir çizgi devamlılık arz edebilir mi? “Performans” başarısının ötesinde, vaadleri ve enerjisiyle, rakip cenahtaki kitleleri de ikna edebilir mi? Şu da çok önemli: Popülist siyaset, dediğim gibi genellikle bir tek adam parıltısına veya parıldatmasına dayansa bile, arkasında onu taşıyan bir politik hareket, bir seferberlik vardır. Özellikle muhalif veya sol bir popülizmin, solun en gevşek anlamıyla da olsa, bir halk hareketi ve taban dinamiğine daha fazla dayanması, buna önem vermesi beklenir. Sanırım en önemli nokta burası. Yoksa yıldız yaratarak, dalga bekleyerek olacak iş değil.

 

Kategoriler

Genel Güncel Türkiye



Yazar Hakkında

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE