1915 Ermeni Soykırımı’ndan sağ kurtulan Antepli Ermeni din adamı Nerses Babayan’ın tehcir sırasında ve sonrasında yaşadıklarını kendi ağzından aktaran, ‘Günlüğümden Sayfalar’, Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından yayınlandı. Kitabın çevirmeni ve derleyeni, kendisi de Antep ve Antep Ermenileri üzerine çalışan bir tarihçi olan Ümit Kurt’la Babayan’ın günlüğü ve Antep’te 1915-22 döneminde yaşananlar hakkında konuştuk.
Sadece kitabın çevirmeni değil, aynı zamanda Antep üzerine çalışan bir tarihçisin. Babayan'ın günlüğünün Antep'in yakın tarihini anlamamız açısından önemi nedir?
Nerses Babayan’ın günlüğü Antep Ermenileri’nin söz konusu dönemde maruz kaldıkları temelsiz suçlamalara dayalı tutuklamaları, ev baskınlarını, tehcir ve katliamları; tehcir edildikleri bölgelerde başlarından geçenleri ve bütün zorluklara rağmen hayatta kalma mücadelelerini gözler önüne seren birincil bir kaynak. Bütün bunların ötesinde topyekûn bu olayları yaşayan bir tanıklık. Günlüğün bir diğer önemi Antep Ermenileri’nin 1918 sonuna doğru memleketlerine geri dönüş sürecini ve sonrasında Antep’in Fransızlar tarafından işgaliyle birlikte vuku bulan harbi günü gününe kayıt altına almış olması. Bu sayede bilhassa bu harbin bir tarafı olan Antep Ermenileri’nin mücadelesini, örgütlenmesini, cemaat içinde yaşanan ihtilafları bütün boyutları ve detaylarıyla anlayabiliyoruz.
Ancak daha da önemlisi ‘Günlüğüm’den Sayfalar’ Ermenileri bu tarihin aktif bir aktörü ve aynı zamanda kurucusu olarak değerlendirmemize cevaz veren bir tarihsel anlatı. Bilhassa Türkiye’de mikro ve yerel düzeyde kitlesel/kolektif şiddet çalışan araştırmacılar için mağdur grubunun maruz kaldığı total şiddeti nasıl anlamlandırdığını, ne gibi direniş mekanizmaları geliştirdiğini ve aynı zamanda söz konusu grup içinde yaşanan çatışmaları analiz etmeleri açısından eşine az rastlanır bir tarihsel materyal. Dolayısıyla Antep özelinde şehrin oldukça kritik bir öneme haiz 1915-1922 döneminin tarihini ‘orada’ olan Babayan’ın kendi yaşadıklarının süzgecinden geçirerek ortaya koyan bir çalışmadan bahsediyoruz.
Babayan, günlüğünde sık sık 'Hıristiyan Büyük Güçler' ve onların 'rezil ve onursuz politikası'ndan söz ediyor. Günlüğün 67. sayfasında "Ermeniler bir kere daha Hıristiyan Büyük Güçlerin rezil ve onursuz politikasının kurbanları oldular" ifadesi yer alıyor. Bu saptama Antep'in yerel tarihi açısından ne kadar gerçeklere uygun?
Esasında burada Babayan’ın kastettiği büyük ölçüde şehri Ekim-Kasım 1919’da İngilizlerden teslim alan Fransız askeri güçleri ve otoriteleri. Bu işgalle birlikte Antepli Ermenilerin şehre dönüşleri yoğunlaşıyor. Yine bu dönemde Fransız askeri birlikleri içinde Mısır’daki Port-Said’ten ve Kilikya bölgesinden gelen Ermenilerden müteşekkil bir Ermeni Lejyonu var. Bunların şehirdeki varlığı Ermenilerin dönüş sürecini de hızlandırıyor. Dolayısıyla Ermeniler açısından Fransızlara yönelik ciddi bir güven söz konusu. Ancak bu güven ciddi anlamda zedeleniyor.
1 Nisan 1920’de başlayan ve Ermeni tarihyazımında ‘Ermenilerin Varoluş Mücadelesi’ ve/veya ‘Antep Kahramanlık Savaşı’ olarak adlandırılan şehirdeki Kemalist/millici kuvvetler ile Fransız askeri güçleri arasında meydana gelen harpte Ermeniler son ana kadar tarafsız kalmalarına rağmen Fransızların zorlamasıyla onların yanında harbe iştirak ettiler. Bu harpte Fransızlara ciddi askeri ve lojistik destek sağladılar ve bu destek sayesinde Fransızlar Şubat 1921’de şehri tamamen kontrolü altına aldı.
Ancak daha sonraki diplomatik gelişmeler Ermenilerin aleyhine cereyan etti. Zira, Fransızlar Ankara’daki Kemalist hükümet ile anlaşarak şehri millici güçlere teslim etti. Bu Ermeniler için tabii hayal kırıklığının ötesinde ciddi bir yıkım idi. Fransızların bu diplomatik manevrasıyla Ermeniler şehirde bir anda kendilerini onları istemeyen, Antep’i terk etmelerini bekleyen ve bunun için zorlayan Türk-Müslüman cemaatle karşı karşıya buldular. Fransız mandası altına bulunan Suriye ve Lübnan’a gitmek zorunda bırakılan Ermenilerin kendilerine verilen sözlere rağmen ne can ne de mal güvenlikleri sağlanmadı. Hatta Fransızlar bir süre buralara gidebilmek için gerekli olan pasaportları Ermenilere vermekten vazgeçti. Dolayısıyla bütün bu süreçler göz önüne alındığında Ermeniler açısından ciddi bir yalnız bırakılma ve kaderine terk edilme durumu söz konusuydu ve bunun müsebbibi olarak da ‘Hıristiyan’ bir büyük güç olan Fransızlar görüldü.
Yalnız bir noktanın altını çizmek de fayda var: ‘Hıristiyan Büyük Güçler’ ve onların ‘rezil ve onursuz politikası’ söylemi sadece bir din adamı olarak Nerses Babayan’a özgü değil. Der Nerses Tavukçuyan’ın da anılarına baktığınızda aynı söylemi görürsünüz. Zira Tavukçuyan 1919’da Antep’te kurulan Ermeni Milli Birliği’nin başkanıydı. Şehirdeki Ermeni cemaatinin sadece uhrevi değil aynı zamanda cismani lideriydi. Türkiye’de tarihyazımının ‘Antep Savunması’ olarak kodifiye ettiği harpte Ermenilerin önderliğini üstlenmişti. Gerek Fransız gerekse de millici güçlerle yapılan müzakerelerde Ermenilerin siyasi temsilcisi olarak görev yapan bir din adamıydı. Erivan’daki Ermenistan Milli Arşivleri’nde yaptığım araştırmalar sonucunda kendisinin Şubat-Aralık 1921 arası dönemde 1919’daki Paris Barış Konferansı’nda Ermeni Delegasyonu’nda yer alan Arşak Çobanyan ile yazışmalarına ulaştım. Bu yazışmalarda Tavukçuyan son derece açık ve sert bir biçimde Fransızların politikalarını eleştirmekte; kendilerine ihanet ettiklerini vurgulamakta ve can güvenliklerinin tehlikede olduklarını defaatle vurguluyor. Ve Fransızlardan tıpkı Babayan’ın günlüğüne kaydettiği cümlelerle bahsediyor.
Babayan'ın günlüğü sadece 1915 için değil, 1918-21 arasında yaşanan tarihsel olaylarla ilgili de önemli bir tanıklık içeriyor. Antep tarihinin aynı dönemi üzerine yazılmış tarihi araştırmalarda, anı ve günlüklerde geçen görüş ve izlenimlerle Babayan'ın günlüğü ne derece örtüşüyor?
Öncelikle Antep özelinde 1918-21 arası dönem üzerine Türkçe literatürde mebzul miktarda kaynak var. Bunlar anı, hatırat ve arşiv malzemesine dayalı ikincil kaynaklardan oluşuyor. Bizatihi bu döneme şahit olan ve Antep harbine iştirak edenlerin hatıratları mevcut. Bunun yanında yüksek lisans ve doktora tezleri de var. Ancak bu araştırmalarda ilgili dönem itibariyle Antep’i resmî Türk tarih anlatısının mikro ölçekte somutlaştığı yerlerden biri olarak görüyoruz. Ayntap’tan Antep’e ve en son haliyle ise bu tarih yazımının uygun gördüğü biçimde Gaziantep’e evrilen bir şehrin hikâyesinden bahsediyoruz. Anteplilik kimliği ve Antep, Gaziantep’e dönüştürülürken aynı zamanda bir Türk ve Sünni şehri olma vasfı da kazandırılıyordu. Aslında bu bir kimlik inşası süreciydi. Anthony Smith bu süreci bir toprak parçasının, bölgenin veya mekânın içinde mukîm olanlarla birlikte “etnisiteleştirilmesi” olarak tasvir ediyor. Bu inşa sürecinden hem şehrin bizatihi kendisi hem onun maddi ve manevi çehresini oluşturan tarihsel aktörler de etkilendi.
Esas itibariyle ulusal tarih veya resmî tarih anlatısı kendi tarihini ‘oluştururken’ unutulması ve unutturulması gereken bazı olayları rafa kaldırır, yeni aktörler yaratır ve yeni bir rejim için, yeni bir toplum tasavvuru yaratmak adına bazı kişileri ise unutturur, önemsizleştirir. Ulusal düzeyde kurulan bu anlatının yerel düzlemde de tezahürleri ve alıcıları mevcuttur. Türk ulusal tarih yazımı aynı zamanda bir kimlik yaratım sürecidir ve bu süreçler at başı gitmiştir. Yaratılan bu kimliği tanımlayan iki mümeyyiz vasıf vardır: bunlardan biri Türk olmak yani Türklük ve diğeri ise Sünni bir İslam inancı yani Sünni Müslüman bir topluluğa mensubiyet. Bu tarih ve kimlik inşası yerelde de karşılığını bulmuştur. İşte Antep’in tarihi de esasında yukarıda bahsi geçen büyük tarih anlatısına ve bu anlatının inşa ettiği kimliğe bağlı olarak bizatihi bu kimliğin yaratıcıları ve kimliğe mensup yerel literati [okur yazar] tarafından kaleme alınmış.
Soruya geri dönersek Antep tarihinin aynı dönemi üzerine Ermenice anı ve günlüklerde geçen görüş ve izlenimlerle Babayan'ın günlüğü büyük ölçüde örtüşüyor. Buna örnek olarak A. Gesar’ın ‘Aintabi Koyamarde’ (Antep’in Varoluş Mücadelesi); Der Nerses Tavukçuyan’ın ‘Darabanki Orakrutyun’ (Bedbaht Günlerin Güncesi); Kevork A. Sarafyan’ın ‘Aintabi Herosamarde’ (Antep Kahramanlık Harbi) ve Kevork Barsumyan’ın ‘Badmutyun Aintabi H. H. Taşnaksutyun 1898-1922’ (Antep Ermeni Devrimci Federasyonu’nun Tarihi, 1898-1922) gibi kaynakları verebilirim.
En son Türkiye'de Yüzbaşı Sarkis Torosyan'ın günlüklerine dair tarihçiler arasında yaşanan tartışmaları ve polemikleri hatırlayınca benzer tepkilerin Babayan'ın günlüğü için de söz konusu olup olmayacağı sorusu akıllara geliyor. Bu konudaki düşüncelerini alabilir miyiz?
Tabii arşiv belgeleri ile karşılaştırıldığında tarihsel malzeme olarak kişisel anlatıların objektifliği ve ‘bilimselliği’ her daim tartışma konusu olagelmiş. Bu türden canlı tanıklıkların tarihsel olayları ve aktörleri sahih ve objektif olarak ortaya koymalarının mümkün olmadığı ileri sürülür. Bu konvansiyonel görüşe göre anı, otobiyografi ve günlük niteliğindeki materyallere ihtiyatla yaklaşılması, güvenilirlik ve geçerliliklerinin test edilmesi elzemdir. Zira bu türden metodolojik kaygılarla söz konusu materyallere tarihsel ‘belge’ demekten bile imtina edilir. Bir kimya laboratuvarında deney yapan bilim insanı edasıyla yazılan tarihlerde kişisel anlatılara deneyin bağımlı değişkenleri muamelesi yapılır.
Anı, otobiyografi ve günlük türü metinler dönemin tanığı farklı aktörlerin olguları ne denli tutarlı analiz ettikleriyle değil bize neyi, nasıl anlattıklarıyla değerlendirilmeli, incelenmelidir. Bir başka deyişle bu anlatıları pür gerçek(çi)lik ve objektiflik kıstasıyla yargılamak yerine; onların, çoklu hakikatler, tahayyüller ve kurgular üzerine düşünmemizi sağladıklarına vurgu yapılmalı.
Bu bağlamda tarihsel kurguların ete kemiğe büründürülmesinde bu tür tanıklıklar ve öznel hikâyeler vazgeçilmez önemdedir. Şüphesiz ki bunları kaleme alan kişiler tarihi kendi sübjektif pencerelerinden yeniden inşa ederler. Ancak asla unutulmaması gerekir ki, hiçbir belge ve arşiv malzemesi de tarihsel bağlamdan kopartılarak anlamlandırılamaz ve onları üreten aktörlerin siyasal, sınıfsal ve kültürel konum, çıkar, arzu ve önyargılarından ayrı düşünülemez. Bu durum tarihyazımında bir malzemeler hiyerarşisi kurmanın zorluğuna işaret ediyor. Daha verimli bir tartışma, spesifik bir araştırmanın sorunsallarına nasıl bir metodolojik stratejiyle ve buna denk düşen ne tür kaynak referansıyla yaklaşmanın bizi en çok sesli, en kompozit kurgu ve anlatıya götürebileceğidir.
Bana kalırsa son dönemde Türkiye’de tarih yazımı ve metodolojisi açısından Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın hatıratı üzerine yapılan tartışmalar bu önemli noktayı bize bir kez daha hatırlattı. Açıkçası benim konuya bakışım şudur: bir tarihçi açısından önemli olan elindeki malzemenin --bu hatırat olur, günlük olur, belge ve/veya arşiv malzemesi olur—sahih olup olmadığı değil bizatihi ‘anlatının’ kendisidir. Son tahlilde ilgili malzeme bu anlatıyı besleyen, kurgulayan ve yeniden inşa edilmesini sağlayan araçlardır. Esas olan hikâyedir, anlatıdır.