Terra Amata: Modernite’nin çıkmazları ve hayalgücümüzün verili sınırları

Adorno, en sık alıntılanan metinlerinden biri olan ‘Kültürel Eleştiri ve Toplum’da (Cultural Criticism and Society) Auschwitz’den sonra şiir yazmanın barbarlık olduğunu söyler. Bu ifade genelde Holokost’un akıl almazlığı karşısında, şiirin -ve daha geniş anlamda sanatsal üretimin- kifayetsiz kalışına işaret eder. Ancak bu savın gölgede kalan başka bir veçhesi de, Holokost’la beraber insan aklının hayalgücü üzerinde kurduğu tahakkümün gelebileceği en üst seviyeye ulaşmış olmasıdır. Bu ‘modern’ katliamın ardından tahayyül etme kapasitemizde geri döndürülemez, ontolojik bir kırılma yaşanmıştır.

TUNCA’nın Galerist’te devam etmekte olan solo sergisi ‘Terra Amata’, benzer bir tahakküm ilişkisini mimarî yapılar arasındaki mantıksal süreklilik üzerinden bir okuma önerisi. Adını insanın barınma ihtiyacı sonucu inşa ettiği ilk yerleşim formundan alan sergi, doğaya yapılan bu müdahaleleri Polonya’daki Austwitz-Birkenau kampındaki mimarî modele ustaca bağlayarak hem bir modernite eleştirisi yapıyor hem de zalimliğin varabileceği sınırları resmediyor. TUNCA’nın çizimlerinin ana teması ‘yapı’ ve ‘müdahale’. Sergi mekânına girdiğimizde soldaki ilk odada Aleksandropoli’deki Tümülüs’ü ve Birkanu’daki krematoryumun küllerini dökmek için dikdörtgen şeklinde modifiye edilmiş bir göl çizimine rastlıyoruz. Doğa ve müdahale ilişkisi üzerine düşünüp mekânda ilerlerken, seramikten yapılmış rotundalar ve galeriyi keskin bir şekilde bölen ve içinde Birkenau’dan getirilmiş bir tuğla da barındıran duvar, TUNCA’nın bizi götürmek istediği asıl yere bir geçiş niteliğinde.

Serginin ana aksini sanatçının ‘Domus’ adını verdiği üç adet çizim oluşturuyor. Polonya’daki konsantrasyon kamplarındaki binalardan esinlenerek çizilmiş bu sabit kompozisyonlar, TUNCA’nın yorumuyla, durağan birer yapı olmaktan çıkıp tarihin taşıyıcılarına dönüştükleri yerde, bu binaların içinde ne olmuş olabileceğini düşünmeye başlıyoruz. Ancak okuduklarımız ve izlediklerimiz üzerinden tahayyül edebileceğimiz, deneyime kapalı bu gerçeklik, yapı bozuma uğratılmış evlerin pencerelerindeki ve kapılarındaki işlevsizlikle adeta yüzümüze kapanıyor. Serideki son oda, TUNCA’nın ‘Kras Kras’ adını verdiği karga heykeli ve kamp mimarisini bu kez içeriden görmemize vesile olan ‘ARCA II’ isimli çizimden oluşuyor. İnsan aklının sınırlarını ve doğaya yaptıklarını hiç insan göstermeden ince bir şekilde anlatan bu sergideki tek canlı tasviri olan karga sayesinde tanıklık ve gelecek tahayyülü üzerine düşünme fırsatı buluyoruz. 

Modern tarihin en büyük katliamlarından biri olan Holokost, Roberto Benigni’den Chritsitan Boltanski’ye, W.G. Sebalt’tan László Nemes’e birçok farklı alandan ismin sanatsal üretimine konu olmuş ve enikonu işlenmiş bir olay. TUNCA’nın Polonya’daki konsantrasyon kampları üzerinden Holokost’a yaklaşımıysa onun modernizmin diğer mihenk taşlarıyla bağlantısı içinde okuması ve insan aklının tahayyül sınırlarına işaret etmesi bakımından oldukça kıymetli. Kendisi başka bir soykırıma mekân olmuş bu coğrafyada Holokost’la ilişkili iş üretme pratikleri üzerine düşünmeye başladığımızdaysa, başka bir tahayyül sınırlamasıyla karşılaşıyoruz. Şüphesiz Holokost’la ilgili üretilen işlerin ortaya çıkış koşulları bu katliamın Almanya’nın milli tarihine dâhil edilmesi, bu olayın geçtiği yerlerin hafıza mekânlarına ve müzelere dönüştürülmesi sonucu mümkün hale geldi. Böylesi bir üretimi stimule edecek tanımayı ve hatırlama mekanizmalarını içermeyen bir coğrafyada bu konu üzerine iş yapmak ise hâlâ oldukça güç, hatta tehlikeli. Dolayısıyla ‘Terra Amata’ bizi, faili veya sorumlusu olmadığımız bir felaketle görece konforlu bir şekilde yüzleştirirken kolektif belleğimizdeki başka bir boşluğa ve hayalgücümüzün verili sınırlarına da işaret ediyor.

‘Terra Amata’, 14 Ekim’e kadar Galerist’te ziyaret edilebilir. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi


Yazar Hakkında