“Bu projeyle, kuşlara isterlerse barınabilecekleri bir yer önermek, orada geçen insanlara ise üşüyenin sadece kendileri olmadığını hatırlatmak istedim.”
Bugünlerde Kabataş, Meclis-i Mebusan Caddesi’nden geçenleri, Nermin Er’in farklı renklerdeki 120 kuş evinden oluşan ‘Tek Göz Oda’ adlı yerleştirmesi karşılıyor. Kahve Dünyası’nın güncel sanat projesi ‘Yan köşe’nin ağırladığı ilk çalışma olan bu eser, şehri paylaştığımız kuşlara gerçek bir yaşam alanı sunmakla kalmıyor, toplu konut fikrine yeni bir açıdan yaklaşarak, izleyicisini, insan olmayan komşularımız, inşaatlaşma ve birlikte yaşama pratikleri üzerine düşünmeye davet ediyor. İster salt estetik bir obje olarak yaklaşalım, ister Kabataş’ta kuş seslerini dinleyebileceğimiz kısa bir durak olarak kullanalım, ‘Tek Göz Oda’ kamusal alanda sergilenen sanat eserlerinin bu denli kısıtlı olduğu bir dönemde sokakların esas sahibinin kim olduğuna dair bir soru niteliğinde. Nermin Er’le ‘Tek Göz Oda’ ve kamusal alan için iş üretme pratiği üzerine konuştuk.
‘Tek Göz Oda’ nasıl ortaya çıktı, siz ‘Yan Köşe’ projesine nasıl dahil oldunuz?
‘Yan Köşe’ başlığı altında bir kamusal alan sanat projesiyle ilgili teklif istendi benden. Hem düşünmek, hem uygulamak için kısıtlı bir zamanım vardı. Bulunduğu yerin, yaya ve araç trafiğinin yoğun olduğu, çok işlek bir alan olması beni heyecanlandırdı. Mekânın fiziksel özelliklerini önüme serip düşünmeye başladım. Çok fikir geldi aklıma, ama altı ay boyunca duvarda kalacak bir işin sokaktan gecen insanla ilişkilenmesi fikrini önemsedim. Benim işim, buraya uygulanacak bu proje serisinin ilki olacaktı ve önümüz kıştı. Çok rahat zamanlardan geçmediğimiz bu günlerde, kışın çok daha yorucu hale gelen şehir için bir şey üretmek; temas ettiği insanlara, canlılara belki küçük de olsa dokunmak fikrinden yola çıktım. Kafamdakini net ve bildik bir form üzerinden anlatmanın, bunu da izleyicinin kolay ilişki kurabileceği bir şekilde yapmanın iyi olacağı kanısına vardım.
‘Tek Göz Oda’ sadece insanların değil, kuşların da ilişkilenebileceği bir iş. Şehrin içinde, inşaatların ve beton yığınının ortasında yeni bir yaşam alanı yaratma fikri üzerine kurulu. Bu iş sizin için ne ifade ediyor?
Yaşadığımız şehrin günden güne geçirdiği değişim yorucu boyutlarda. Şehirleşmenin sadece betonlaşma kısmının hızla cereyan etmesi, sadece insanları değil, şehri paylaştığımız diğer canlıları da yoruyor ve uzaklaştırıyor. Yan yana ve birlikte durabilmek , devam edebilmek için birbirimizin temel ihtiyaçlarını anlamamız gerektiğini düşünürsek, barınma ve korunma bunların başında sayılabilir. Bu projeyle, kuşlara isterlerse barınabilecekleri bir yer önermek, orada geçen insanlara ise üşüyenin sadece kendileri olmadığını hatırlatmak istedim. Bununla beraber ,‘Tek Göz Oda’ sadece insan, hayvan, bitki ayrımlarına vurgu yapmıyor, ‘Birlikte yasayabilmek, yan yana durabilmek mümkün’ de demiş oluyor. Bu anlamda farklılıkların güçlü ve güzel olabildiğine inanıyorum.
İstanbul’da çağdaş sanat kendine kamusal alanda pek yer bulamıyor. İşin galeri ve müze dışında, kamusal bir mekânda olması sizin için nasıl bir öneme sahip?
Toplum olarak sanat projelerine, sokaklarda, anıtlar dışında çok sık rastlayamıyoruz. Bu tür bir alışkanlığımız yok. Ancak yaygınlaştıkça alışılabilir, ilişki kurabiliriz gibi geliyor bana. Gördüğümüz anıt örneklerinin de devasa ölçekte, insana kendini küçük hissettirecek perspektifte olması ilişki kurmayı zorlaştırıyor. Yaklaştırıp izleten ve dinlettiren bir iş yapmak istedim. Hepimiz gibi farklılıkları olan, farklı renklerde... İlk etapta işi görmeden ilerleyenler kuş seslerinin olduğu yöne bakınca işle karşılaşıyor, kimi insan önceden görüp yakınına geldiğinde sesleri duyuyor. İşin insani bir teması olsun ve izleyiciyi ortak bir yerlerde buluştursun istedim.
Genellikle siyah-beyaz işler üretiyorsunuz. ‘Tek Göz Oda’ ise rengârenk. Bu seneki Cappadox’ta da doğayla ilişki kuran işleriniz de düşünüldüğünde, ‘Tek Göz Oda’ genel sanat pratiğiniz içinde nasıl bir yere oturuyor?
Sanat pratiğimde daha önce bu kadar renkli bir çalışma yok. O çalışmalar bunu gerektiriyordu. Öte yandan renge yabancı değilim, yıllarca animasyon karakterleri tasarladım; form ya da konu gereği, renk kullandım. ‘Tek Göz Oda’ sokaktaki izleyicisine ulaşırken, rengiyle, sesiyle kendini fark ettiren bir iş. Olabildiği kadar yalın ve şematik, bu anlamda. Cappadox 2017’de, bu sene, yeri, ağacı, vadiyi, kayayı, nehri dinleyen heykeller yaptım. Silüet etkisiyle yer aldığı büyük ölçekli vadide, kâğıt işlerimle ilişkileniyordu. Yine insanlarla etkileşimi vardı. İlginç bir şekilde, yine bir fark ettirme konsantrasyonuyla alakalıydılar. Kısacık bir süreliğine de olsa, duyduğunuzun daha derininde ve yine zamanda kalarak başka bir dinleme alanına davet vardı. ‘Tek Göz Oda’da da durum, var olan şeyden uzak, hayatımıza devam ederken, birlikte yaşama ihtimalini gözden geçirmek. Bir de tabii, gri ve tonlarında devam eden şehir dokusuna, renkli bir patern ekleyerek bu resmi kırma arzusu...