İstanbul Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Güven Gürkan Öztan ile 62. Yılında 6-7 Eylül’ü konuştuk.
6-7 Eylül 1955 pogromunun üzerinden 62 yıl geçti. Türkiye’nin tarihindeki bu kara leke ile bugüne kadar hesaplaşıldığını söylemek zor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 6-7 Eylül ile yüzleşmeye çalışan etkinlikler, toplantılar yapıldı. Bunlardan biri de 7 Eylül Perşembe günü saat 19.00’da Tarih Vakfı’nın Eminönü’ndeki binasında düzenlendi. Mehmet Ö. Alkan’ın açılış konuşmasını, Y. Doğan Çetinkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı toplantıda Güven Gürkan Öztan, Foti Benlisoy ve Hakan Yücel birer sunum yaptı. İstanbul Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Güven Gürkan Öztan ile 62. Yılında 6-7 Eylül’ü konuştuk.
"Unutmak, hatırlamak, utanmak" başlıklı oturumda sizin de bir sunumunuz var, başlığı, "6-7 Eylül: Eski İstanbul'a Veda Hazırlığı". Oturumu dinleyenler konuya vakıf olacak ama dinleyemeyecek olanlar için sorayım, nasıl bir bağlam içinde değerlendiriyorsunuz bu başlıkta, 6-7 eylül'ü?
6-7 Eylül, kültürel zenginliğin başkenti eski İstanbul'un yakın tarihinde bir dönüm noktası. Ulus-devletleşme sürecinin temel dinamiği, gayrimüslimleri Anadolu topraklarında seyreltmekti. Cumhuriyetin ilk yıllarında gayrimüslimlerin taşradan, bilhassa da sınır bölgelerinden İstanbul'a göç etmesi teşvik edilen bir iştir. Demokrat Parti de başlarda bu stratejiyi sürdürmüştür. Zira bu stratejinin hükümetlerin yerel Müslüman güçlerle ittifak ilişkisinde kritik bir yeri vardır. Ancak İstanbul'da da kolay değildir yaşam. Daha 6-7 Eylül'e gelmeden gayrimüslimler peşi sıra "Türklüğü tahkir" suçlamalarına maruz kalır. İstanbul matbuatı gayrimüslimlere her fırsatta "olağan şüpheli" muamelesi yapar.
6-7 Eylül pogromu gayrimüslimlerin kendilerini taşraya göre daha güvende hissettikleri bir şehirde onların varlığına kast ederek büyük bir kırılma yaratır. Seyreltme operasyonu, 1955'te İstanbul'a ulaşmıştır ve 1964'te bir adım öteye gidecektir. 6-7 Eylül'de mala mülke verilen zarar değildir tek mesele, asıl vahim olan kültürel ve tarihsel mirasa, kendi var etme biçimine ve aynı zamanda gelecek düşlerine yapılan bir taarruzdur. Bir yanda mezarlıklara bir yanda okullara yapılan saldırıları bu bağlamda düşünmek mümkün. Yitirdikleriniz mezarında rahat uyuyamıyorsa, çocuklarınızın okulları tarumar ediliyorsa, mahremiyetiniz ihlal ediliyorsa zorunlu veda başlamıştır. Neticede tarihi yarımada 1950'lerde Müslümanlaştırılmıştır, Boğaz'ın Anadolu yakasındaki demografik değişim 6-7 Eylül ile hız kazanmıştır, Adalar cumhuriyet tarihindeki en büyük yıkımı görmüştür. Artık kadim şehirde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Oturumun başlığından yola çıkarak da bazı sorular sormak istiyorum. Sonuncusu ile başlayayım: utanmak. Sizce Türkiye gerçekten bu pogrom ile yüzleşti mi yoksa siyasi kamplar bunu "bizle alakası yok ötekilerin yaptığı bir iş" olarak kodlayıp siyasi mücadelelerinde bir manivela olarak mı kulandılar, ya da kullanıyorlar?
Etnik temizlik, soykırım, pogrom gibi kolektif suçlarda inkâr eyleme eşlik eder. 6-7 Eylül pogromunda fail konumunda olanların derin sessizliği inkârın bir biçimidir. Olayların hemen ardından siyasi aktörlerin ve bürokratların sorumluluğu üstlerinden atmak için yaptıkları da bu inkâr sürecinin bir parçasıdır. İçişleri Bakanı Namık Gedik dışında istifa eden büyük isim yoktur örneğin… Görevden alınan güvenlikten sorumlu isimlerin çoğu da bir süre sonra görevine dönmüştür.
SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN