Ermeni soykırımının 102. yılında Tünel'de bir araya gelenler Ermenice ağıtlar eşliğinde sessiz oturma eylemi yaparak soykırım kurbanlarını andı; yüzleşme çağrısı yaptı.
Ermeni soykırımı kurbanları 24 Nisan’ın 102. yılında İstanbul Tünel Meydanı’nda anıldı.
24 Nisan'ı Anma Platformu'nun çağrısıyla saat 19.15’te Tünel’de bir araya gelenler sessiz oturma eylemi yaptı.
Anmada, evlerinden alınarak öldürülen Ermeni aydınların isimleri okundu. Anma, basın açıklamasının ardından sonlandırıldı.
"Bu çoraklık yüzleşmeyle giderilebilir"
Platform adına Murat Çelikkan'ın okuduğu basın açıklamasında, “Karşılıklı acılardan söz eden taziyeler değil, özür bekliyoruz. 102 yıl oldu. 103 yıl olmasını beklemeyin. Özür dileyin!” denildi.
"Bir halk bütün kültürüyle imha edilirken, bir arada yaşama kültürü şiddetli bir darbe aldı" denen açıklamada "Anadolu’nun bu kültürel ve insani çoraklaşması, nesiller boyunca Türkiye’de yaşayan tüm insanları, hepimizi yalnızlaştırdı. Kuşakları etkileyen, çevreleyen, hastalandıran bu çoraklık, ancak ve ancak büyük bir yüzleşme hamlesiyle giderilebilir" ifadeleri yer aldı.
"Sorun, sadece yalnızlaşmamız, çoraklaşmamız da değil üstelik" diyen Çelikkan, "1915’le yüzleşme, bu yüzleşmenin gereklerinin yerine getirilmesine, demokrasinin özünün kalıcı bir norm haline gelmesine de yardımcı olacak" diye konuştu.
Polis, anma yapılan alanın etrafını barikatlarla çevirdi, alana üst aramasıyla girildi. Anmaya HDP milletvekilleri Garo Paylan, Sevag Balıkçı'nın ailesi Ani ve Garabet Balıkçı'nın da aralarında olduğu birçok kişi katıldı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
"Bundan tam 102 sene önce, 24 Nisan, Ermenilere yönelik büyük bir harekatın başlangıç günü olarak seçilmişti. 24 Nisan 1915’te, Osmanlı devleti Dahiliye Nezareti, Ermeni toplumunun aydınlarının, kanaat önderlerinin tutuklanması için düğmeye basmıştı. Devletin derinlerinde örgütlenmiş olan İttihatçılar dışında, başlangıçta hiç kimse, bu tutuklamaların bir halkın topyekûn katledilmesine giden yolun başlangıç adımları olduğunu düşünmemişti. Tutuklananların önemli bir kesimi, bir süre sonra geri dönmeyi umuyordu. Öyle olmadı. 24 Nisan tutuklamaları, Ermeni kırımının başlangıç adımı oldu. 24 Nisan, bir halkın maruz kaldığı şiddetin başlangıç günüdür. İki yıl içinde Anadolu Ermenisizleştirildi. Ermenilerle birlikte Süryaniler de aynı şiddete maruz kaldı. 24 Nisan akşamı, şu anda olduğu gibi İstanbul’un üzerine akşam çöker ve Ermeniler işlerinden evlerine dönmüş dinlenirken, polis evleri teker teker dolaşmaya başladı. Kapıyı çalan bir sivil polis, sakin bir şekilde ismini söyledikleri kişinin evde olup olmadığını soruyor; aradığı kişi evde ise, birkaç soruya cevap vermek üzere kısa bir süre için semt karakoluna kadar davet ediyordu. Semt karakoluna gidenlerin büyük çoğunluğundan bir daha haber alınamayacaktı. 24 Nisan’da başlayan süreçte, Çankırı ve Ayaş cezaevlerine götürülen Ermenilerin sayısı 250’yi bulmuştu. Tutuklu Ermenilerin 174’ü hiçbir yargılama olmaksızın öldürüldü. Temmuz ayının son günlerinden itibaren yapılan toplu infazlar için, Çankırı veya Ayaş’tan yola çıkarılan Ermeni tutuklu kafileleri, Ankara’dan yürüyerek birkaç saat uzaklıkta bulunan ıssız vadi ve ormanlık yerlere götürüldüler. Önce üstlerinde bulunan her şey alınarak soyuldular. Ardından, genellikle ateşli silahlar kullanılmadan, kesici ve delici aletlerle öldürüldüler. Son olarak, üstlerinde bulunan işe yarar giysiler alındıktan sonra, cesetleri ortada bırakıldı. Günler sonra gelen işçiler tarafından mıntıka temizliği yapılarak toplu olarak gömüldüler. 24 Nisan 1915’ten beri, Türkiye’de yaşam, farkına varsak da varmasak da çoraklaştı. Bir halk bütün değerleriyle tasfiye edilirken, toplumun tüm değerleri yaralandı. Bir halk bütün kültürüyle imha edilirken, bir arada yaşama kültürü şiddetli bir darbe aldı. Ermeniler gibi, arkalarında bıraktıkları kültürel mirasın izleri de yok edildi. Binlerce tarihi yapı, kilise ve okul bilinçli olarak harabeye dönüştürüldü. Sanki Ermeniler gibi onlar da bu topraklarda hiç bulunmamışlar gibi davranıldı. Anadolu’nun bu kültürel ve insani çoraklaşması, nesiller boyunca Türkiye’de yaşayan tüm insanları, hepimizi yalnızlaştırdı. Kuşakları etkileyen, çevreleyen, hastalandıran bu çoraklık, ancak ve ancak büyük bir yüzleşme hamlesiyle giderilebilir. Sorun, sadece yalnızlaşmamız, çoraklaşmamız da değil üstelik. Sorun, 1915’ten günümüze, ara ara gelişse de, başını şöyle bir kaldırıp görünür olsa da, demokrasinin kalıcı, toplumu oluşturan her bir bireyin özgürlüklerinin diğer tüm bireyler tarafından saygıyla karşılandığı kurumsallaşmış bir düzeye ulaşamamasıdır. 1915’le yüzleşme, bu yüzleşmenin gereklerinin yerine getirilmesine, demokrasinin özünün kalıcı bir norm haline gelmesine de yardımcı olacak. Demokrasinin, çatışma kültürü yerine barış içinde bir arada yaşama dinamiklerinin güçlenmesi, ırkçılığın ve nefret söyleminin geriletilmesi, içindeki her bir bireye, gruba, çevreye, kimliğe güven veren bir sosyal dokunun inşa edilmesi, bunların hepsinin başarılması için, 102 sene önce başlayan ve birkaç sene içinde tamamlanan bu yıkımla yüzleşmek bir zorunluluk. Bu yüzleşme olmadan Hrant Dink’i, Sevag Balıkçı’yı, Marisa Küçük’ü öldürerek 1915’in o korkunç geleneğini sürdüren ve bebeklerden katil yaratan karanlığın üzerimizdeki ağrılığından kurtulmamız mümkün olmayacak. Bu nedenle, 100. yıl anmasında yaptığımız çağrıyı bir kez daha tekrarlıyoruz: Bu yüzleşmenin gerçekleşmesi için çabalamak, Hrant Dink’e olan borcumuzdur, Sevag Balıkçı’ya olan borcumuzdur, Marisa Küçük’e olan borcumuzdur, dünyanın dört bir yanına dağılan, topraklarından uzakta yaşamak zorunda kalan kardeşlerimize olan borcumuzdur. Kendi vicdanımıza karşı olan borcumuzdur. Bizler bu acı hepimizin dedik. Bazı yaralar zamanla iyileşmez dedik, özür diledik; özür diliyoruz. Hesaplaşıyoruz, hesaplaşmaya devam ediyoruz ve devam edeceğiz. Hiç ara vermeyeceğiz. Şimdi sıra sizde. Karşılıklı acılardan söz eden taziyeler değil, özür bekliyoruz. 102 yıl oldu. 103 yıl olmasını beklemeyin. Özür dileyin! Sözlerime son verirken, herkesi 1915 yılında kaybettiğimiz tüm kardeşlerimizin anısı önünde saygıyla eğilmeye davet ediyorum. " |