16 Nisan seçimleri YSK’nın kararı nedeniyle meşruiyet açısından tartışılsa da eldeki sonuçlar son dönemin siyasi eğilimleri açısından da mercek altına alınıyor. Türkiye’deki milliyetçi akımlar üzerine çalışmalarıyla bilinen Gazeteci Kemal Can MHP açısından 16 Nisan referandumunu değerlendirdi.
Sonuçlardaki usulsuzlük tartışmaları elbette önemli, ama bundan bağımsız olarak bakacak olursak, sence MHP tabanı ne yaptı? Ne kadarı Bahçeli'yi izledi, ne kadarı genel merkezin tercihini önemsemedi?
Referandum sürecinin başlarında "MHP seçmeninin üçte biri evet verecek" demiştim. Daha sonra özellikle MHP muhalefetinin yoğun bir kampanyaya girişmesiyle, MHP'nin evet vermeyecek kısmında hayır eğilimi daha da güçlendi. AKP seçmeninin bir kısmının tereddütlü durması da bu dalgayı besledi. Bence, 16 Nisan itibarıyla sandıklara yansıyan sonuçlarda MHP'li seçmenin sanırım dörtte biri evet oyu kullandı. Geri kalan MHP seçmeninin önemli bir kısmı hayır oyu attı. 1 Kasım seçimindeki oyları baz alırsak; MHP'nin yüzde 12 olan oyundan ‘evet’e gelen destek maksimum yüzde 2,5 - 3 civarındadır. Hayır tarafında ise yüzde 6 - 6.5 civarında bir MHP'li oyu olması beklenebilir. Bu tahminlere göre, referandumun çok küçük farklarla bitmiş olması gözönüne alındığında, bütün tartışmalara rağmen MHP olmasaydı evet çıkmazdı da denebilir. Burada bir parantez açılıp, bazı AKP'ye yakın yorumcuların dile getirdiği "MHP olmasaydı daha fazla Kürt oyu gelirdi" değerlendirmesine hiç katılmadığımı, hatta Kürt oylarındaki artışın da hayli tartışmalı olduğunu söylemem gerek. Elbette çok daha net rakamları referandum sonrası çalışmalarda göreceğiz.
Eğer bu rakamlar yaklaşık olarak doğruysa, çıkan bütün evet oylarını AKP'ye, 1 Kasım ile kıyaslanarak yapılan kayıp hesaplarının tamamını da MHP hanesine yazmak çok gerçekçi değil. Ayrıca muhtemelen bölgesel farklar da sözkonusu. Yukarıda bahsettiğim ortalama dağılım her yerde aynı olmadı. Özellikle çok yüksek evet çıkan bazı iç - doğu Anadolu illerinde, bu iki parti tabanının temas ve birbirini etkileme alanının daha geniş olduğu yerlerde, MHP'li seçmeninin büyükşehir ve kıyılara göre daha yüksek oranlarda evet katkısı sağlamış olması mümkün. Bu illerin çoğunda MHP'li seçmenin genel merkeze uyma yüzdesi 40'lar 50'ler civarına çıkmış olabilir.
Dolayısıyla, MHP'nin çok yüksek bir fire verdiğine hiç kuşku yok. Fakat, AKP seçmeninin de evet tercihinde 1 Kasım oyunun üzerine çıkmadığı, hatta bazı yerlerde gerilediği anlaşılıyor. MHP oyunun nispeten düşük olduğu başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde, MHP'lilerin çok daha azının evet dediği kabul edilse bile, toplam kayıp sadece bununla açıklanacak gibi değil. Galiba bu yüzden, 16 Nisan sonuçları içindeki en dikkat çekici noktalar, Kürt oylarındaki tartışmalı hareket ile özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir rakamları. Toplam seçmenin neredeyse üçte birini temsil eden bu şehirlerde AKP'nin gelişmesi durmuş ve güç kaybı emareleri belirmiş, MHP'nin 1 Kasım itibariyle başlayan oy kaybı da fazlasıyla hızlanmış görünüyor.
Bu tablo MHP oyları için gelecekte ne söylüyor? AKP'nin sağ siyasette yıllardır yaratageldiği vakum içimde dağılıp sınırlı oy potansiyeline sahip sıradan bir parti mi olması muhtemel, ya da Bahçeli liderlikte ısrar edecekse bir bölünme mi var ufukta?
Referandum sürecinde yapılan bazı araştırmalar MHP'nin oy kaybetmeye devam ettiğini gösteriyor. Fakat, evet oylarındaki MHP firesinin tamamını partiden kopmuş seçmen olarak vasıflandırmak doğru olmaz. MHP'li seçmenin parti kararına uymamasına rağmen partisinde kalmaya devam edişinin en önemli örneklerinden biri 2014'deki Cumhurbaşkanlığı seçimidir. MHP'li seçmenin önemli bir kısmı CHP ile ortak aday Ekmelettin İhsanoğlu'na oy vermemesine rağmen, bir yıl sonraki 7 Haziran seçiminde yine partisine dönmüştü. Demek istediğim, MHP'nin siyasi geleceğini parti tabanının Genel Merkezle ayrı düşmesi üzerinden değerlendirmek isabetli olmaz. Ama MHP'nin tarihinin en önemli politik krizlerinden birini yaşadığına da kuşku yok. 1 Kasım seçimleri sonrası ciddi bir ivme yakalayan parti içi muhalefet 15 Temmuz sonrası kriminalize edilerek ve partiden ihraç edilerek hayli pasifize edilmişti. Referandum süreci, MHP muhalefetine yeniden büyük bir dinamizm kazandırdı. Referandumda çıkan sonuçlar da, sadece MHP içindeki potansiyelle sınırlı olmayan, AKP içinde filizlenmeye başlayan "rahatsızları" ve kıpırdanmaya başlayan eski merkez sağ kadro ve seçmenlerini de kapsayacak "sağda alternatif parti" arayışlarını yeniden gündeme getirebilir. Meral Akşener'in başını çekeceği böylesi bir arayış, MHP dışına da taşan bir zemin bulursa bir çekim yaratabilir. Erdoğan'la kurduğu koalisyondan başka bir politik güvence üretemeyen Bahçeli MHP'si de hayli sıkıntıya girer. Bölünmeden çok, Fazilet Partisi AKP arasında olduğu gibi kopuş şeklinde bir erime yaşayabilir.
Fakat, hem Erdoğan'ın siyaset alanındaki rakipsiz oyun kuruculuk özelliği, hem de sağ muhalefet bloğunun çok parçalılığı yüzünden bu yolun kolay olduğunu söylemek için çok erken. Böyle bir güçlü alternatif ortaya çıkmadığı ve ihtiyacı devam ettiği için koalisyonu sürdürecek Erdoğan iktidarının getirilerinden nemalanma sürdükçe MHP küçülerek de olsa ayakta kalır. MHP ve aslında tüm partiler için asıl büyük tehdit, referandumla kabul edilen değişikliklerle hayata geçecek yeni yönetim sisteminin yaratacağı yeni siyaset mimarisi. Bütün partiler sistemini değiştirecek olan bu tasarımda, ana gövdeler dışında kalacak siyasi yapılar için varlık hayli sorunlu hale gelecek. Ancak, burada da da ben Türkiye'nin toplumsal ve siyasi topoğrafyasının böyle bir dizaynın sürmesine izin vermeyeceği düşüncesindeyim. Referandum sonuçlarına partiler açısından değil seçmenin sağ ve sol blok tercihleri açısından baktığımızda Erdoğan'ın kişiselleştirilmiş iktidar stratejisine sağ blok içinde de neredeyse yüzde 15'lere varana bir itiraz cebinin oluştuğunu görüyoruz.