DEMOS Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan, Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Ulrike Flader’in hazırladığı “Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri” başlıklı çalışma, Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye’de kadın örgütlenmesini ve barışı tartışıyor. Daşlı ve Alıcı anlattı.
Türkiye’deki çatışma ortamının hız kesmeden devam ettiği ve demokratik mücadele alanlarını günden güne daraldığı bugünler, geriye bir adım atıp daha geniş bir perspektifle dünya deneyimlerine bakmak için uygun zaman. 2015 yılında kurulan DEMOS Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan, Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Ulrike Flader’in hazırladığı “Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri” üst başlıklı çalışma, bu türden bir bakış açısını okurlara sunuyor. Çatışma süreçlerinin yaşandığı ve bazılarının hala devam ettiği dört ülkeyi merceğe alan kitap Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye’de barışın tesis edilmesinin olanaklarını tartışırken, kadın bakış açısının ve kadın örgütlenmesinin barış sürecinde ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor. Güneş Daşlı ve Nisan Alıcı’yla bir araya gelerek farklı ülke deneyimlerinin sunduğu olanakları ve Türkiye’yle paralelliklerini konuştuk.
Dört ülkeyi hangi kriterlere göre seçtiniz?
Güneş Daşlı: Sorunların kaynağında etnik çalışma olan yerleri seçmeye çalıştık. Sri Lanka, bunun en spesifik örneğiydi. Orada Türkiye’yle paralellik gösterebilecek şeyler vardı. Onun dışında Kosova, Sırbistan gibi geçiş dönemi adaleti ya da savaş sonrasında barış anlaşmasını görebileceğimiz deneyimlere baktık. Tabi o ülkeler aynı zamanda kadın örgütlülüğün de güçlü olduğu yerlerdi. Suriye’yi de için çatışmanın hala devam ettiği ve özellikle Türkiye’yi de içine katan bir barış mücadelesi olduğu için odağımıza aldık. Çünkü Suriye’deki savaşı Türkiye’siz düşünmek ya da Türkiye’deki herhangi bir barış sürecini Suriye ’siz düşünmek çok mümkün değil.
Nisan Alıcı: Suriye bizim için hem çok güncel hem de özellikle buradaki Suriyeli mülteci kadınlar düşündüğümüzde Türkiye için de çok yakıcı bir sorun. Hak ettiği kadar da çalışılmayan bir alan.
Ülkelerde gerçek manada bir geçmişle yüzleşme deneyimi olmadığını, bazı kadın örgütlerinin özellikle geçmişle yüzleşme üzerinden çalışmalar yürütmeyi tercih ettiğini vurguluyorsunuz. Gerçek yüzleşmeden kasıt nedir? Konuştuğunuz kadınlar gerçek bir yüzleşmenin nasıl olabileceğini düşünüyorlar?
G.D.: Örneklerde silahlar susmuş olsa da sonrasında ‘pozitif barış’ dediğimiz, daha demokratik ve eşitlikçi bir şekilde bir arada yaşamı koruyabilecek bir geçiş dönemi adaletinin yani gerçek bir barışın kurulmadığını görüyoruz. Mesela Sri Lanka’daki kadınlar hala yeni bir toplumsal sözleşme için mücadele ediyorlar çünkü silahlar sustu ama etnik sorun, yoksulluk çözülmedi, bunların hepsi devam ediyor diyorlar. Hala yoksulluktan ve savaştan dolayı dul kalan Sri Lankalı kadınlar Ortadoğu’ya işçi olarak göç etmek zorunda kalıyorlar. Bunlar, demokrasiye geçiş döneminin ve adaletin tesis edilmesine dair mekanizmaların olmamasından kaynaklanıyor. Benzer bir şey aslında Sırbistan ve Kosova için de geçerli. Bu ülkelerde hafıza meselesi çok kritik. Çünkü orada çok baskın bir ulusal, resmi anlatı var ve “geçmişi kapatalım, önümüze bakalım” gibi bir düşünce var ama toplumun tarihi buna uygun değil ve kadınlar biliyorlar ki pek çok şey eksik kalıyor böyle olunca. O yüzden gerçek barış, gerçek yüzleşme özürden tutun da yoksullukla mücadeleye kadar pek çok alanı kapsıyor.
N.A.: Sırbistan’da görüştüğümüz kadınların oradaki mücadeleleri, kendi devletlerinin failliğiyle hesaplaşma ve devleti bununla hesaplaşmaya çağırma üzerinden yürüyor. Kosova’ya baktığımızda hala savaşın yaraları sarılmaya çalışılıyor. Etkileyici olan sınırlara rağmen bu kadınların beraber çalışıyor olması. Savaş döneminde de böyle olmuş, şimdi sınırları aşan ağlarla birlikte mücadele ediyor. Yüzleşme meselesinde özellikle Kosova için önemli olan bir nokta var: savaşın üzerinden neredeyse 20 yıl geçti ama kadınlar hala savaş dönemindeki cinsel şiddet suçlarıyla hesaplaşmanın mücadelesini veriyor. Örgütlü mücadeleler sonunda son birkaç yılda kazanımlar oldu. Bu durum, Suriye’ye baktığımızda önem kazanıyor. Bir sürü insan hakları örgütlerinin, kadın örgütlerinin bu alanda raporlama yapmaya çalıştıklarını biliyoruz. Barış sürecine geçilirse, cinsel suçlar masaya getirilmeli. Getirilmediği ya da geçiş dönemi adaleti süreçleri bu konuyu ele almadığı zaman bir yüzleşmenin olmayacağını ve gerçek bir barışın sağlanamayacağını biliyoruz.
Çatışma bölgelerinde kadınlara karşı işlenen cinsel suçlar, barış dönemlerinde anlaşılan göz ardı ediliyor. Erkeklere yönelik cinsel suçlarsa tamamen tabu gibi, konuşulmuyor. Görüştüğünüz kadın örgütlerinin bu konuda ne tür çalışmaları var?
N.A.: Sırbistan’daki görüşmelerimizde savaş dönemindeki cinsel şiddete dair ayrı bir yasal tanımlama olmadığı anlatıldı. Bununla ilgili hayal kırıklığı yaratan birçok dava olduğundan bahsettiler. Ama tabi ki bunun takipçisi oluyor kadın örgütleri. Kosova’da ise savaş mağdurlarına küçük de olsa bir tazminat vermeyi içeren bir kanun var. Son birkaç yılda bunun içine cinsel şiddet mağduru kadınlar da eklendi ve ‘savaş mağduru’ olarak tanındılar. ama savaştan ancak 17 yıl sonra başarılabilen bir şey.
G.D.: Maalesef Sri Lanka çok daha geri durumda. Daha konuşulmaya bile başlanmamış. Ulusal Barış Konseyi’nden bir kadınla görüştük orada, bize söylediği şu oldu: Sri Lanka inanılmaz muhafazakar ve baskının olduğu bir toplum olduğu için yoksulluk gibi, savaşın daha konuşulabilir konuları üzerine bile zor konuşuyoruz. Savaş döneminde gerçekleşmiş olan tecavüz, cinsel şiddet üzerine konuşmak tamamen tabu.
Sizin kitapta da söylediğiniz gibi Sri Lanka modeli bir dönem Türkiye’de çok tartışılmıştı. Bir anlamda ‘çözüm süreci nasıl yürütülemez’in örneği olarak karşımızda duruyor. Sri Lanka’daki yürümeyen barış sürecini anlatırken “liberal barış görüşmesi” kavramından bahsediyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?
G.D.: Genelde Batı Avrupa ülkeleri ya da uluslararası kurumların aracılığıyla başlayan, ülkedeki kırılgan durumu ve çatışma halini durdurup ekonomik olarak piyasaya entegre etmek amacını taşıyan görüşmeler diyebiliriz. Tabandan bir demokrasi inşası ya da çözüm değil açıkçası, biraz daha dışardan, daha müdahaleci bir süreç. Sri Lanka bunun gerçekten ne kadar başarısız olduğunu gösteren bir örnek. Türkiye’de yaşanan da bu aslında; ez, böl, yok et, özelleştir, uluslararası sermayeye aç, askeri olarak da güçlen sonra da al sana bir barış ve çözüm süreci gibi bir durum var.
N.A.: liberal barış anlayışında odak bölgenin bir şekilde stabilize edilmesi, istikrarın sağlanması. Global ekonomiye bir şekilde dahil edilmesi ama tabandaki sorunlara dair pek bir şey yapılmıyor. Yukardan yasal düzenlemeler ve kurumlarda değişikliklerle batılı değerler gibi anlatılan demokrasi, insan hakları alanlarında kurumsal düzenlemeler yapılarak sorun çözülmeye çalışılıyor. Ama bu yaklaşımda çatışmanın esas sebepleri işaret edilmemiş oluyor. Çoğunlukla kadınların ve çocukların savaş döneminde yaşadığı şeyler ya da kadınların savaştan dolayı yoksullaşması gibi sorunlar tali olarak ele alınıyor. Mağdur olmuş insanların talep ve beklentileri dikkate alınmıyor.
G.D.: Bize bu konuda Kolombiya ilham olabilir çünkü mağdurlar barış görüşmelerine çözüm sürecine dahil edildiler.
Yani bu süreçte toplumsal yüzleşme tamamen göz ardı ediliyor?
Nisan: Barış süreci var diye baktığımız Kosova örneğin, baya inşa edilmiş istikrarlı olarak bakıyoruz hala devamında o kadar çok sorun var ki. Savaştan mağdur olan gruplar hala mücadelelerine devam ediyor. Çünkü çözülmemiş pek çok şey var; 1500 civarında kayıp var hala ve akıbetleri bilinmiyor, baktığımızda orda barış süreci yaşanmış, çatışma çözülmüş.
Kitaptaki çatışma süreçlerini okurken Türkiye’yle benzerlikleri düşünmemek mümkün değil. Sizin bu ülkenin geleceğiyle ilgili kurduğunuz paralellikler neler oldu?
G.D.: Barış için imza atan hocalarımız KHK’yla ihraç edildiler. Tez danışmanım Elçin Hoca’dan (Elçin Aktoprak Uzgel) barış nasıl olur konulu ders almıştık. Elçin hoca atılıyor ama biz hala bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla o baskılar oldukça topyekûn çatlaklarıyla birlikte oluyor ve sen o çatlaklara göre yeni yöntemler geliştirmeye çalışıyorsun. Biraz Türkiye için dağılmış durumdayız ama bütün bu baskılar ve dağılmalara rağmen yeni mücadele yöntemleri de ortaya çıkıyor. Kurumlar, mevkiler yok olabilir, dernekler kapatılabilir ama insanların bu deneyimleri ya da tarihleri bir anda silinebilen şeyler değil. Ben kitaptan bunları çıkardım. Kosova’yı okurken müthiş bir kadın örgütlülüğünü görüyorsun. Riskleri görmeliyiz, dersleri çıkarmalıyız ama şimdi ne yapmalıyız sorusuna da cevap bulunabilir. Kolombiya yine bu nedenle önemli. Özellikle Latin Amerika’da çok zengin bir deneyim var ve o deneyimlerden yola çıkarak önleyici mekanizmaları şimdiden konuşabiliriz.
N.A.: Barış mücadelesi sadece bir eylem alanına gidip barış isteğini haykırmaktan çok daha öte bir anlam taşıyor. Kadınlar hem çok yaratıcı hem çok cesaretli ama bunun bir yolu gerçekten örgütlü olmak. O yüzden çok umutsuz olmamak gerekli. Belki sokağa eskisi kadar rahat çıkamıyoruz, belki tedirginiz ama birçok şey de hala yapılıyor. Örneğin mültecilerle beraber çalışmak, onlarla beraber dayanışmak bunun bir parçası.
Kitaptan:
Siyahlı KadınlarSırbistan’da kurulan ‘Siyahlı Kadınlar’ grubundan Milos, eylemlerinde kullandıkları üç temel sembolün ne anlama geldiğinden bahsederken de barış mücadelesi veren kadınların çok farklı coğrafyalarda da olsa nasıl bir etkileşim içinde olduğunu anlatmış oluyor:
Bedenimizi [siyasetimizi] Arjantin’deki Mayıs Meydanı annelerinden aldık. Anneler devlete boş bedenler gösteriyorlardı çünkü devlet çocuklarını ellerinden almış. Başka bir şeyimiz yok, yalnızca boş bedenlerimiz var. Bana göre bu çok güçlü bir sembol. Evet, bedenlerimizi kullanıyoruz. İkincisi siyah renk. Siyahı Güney Afrikalı beyaz kadınların oluşturduğu bir gruptan alıyoruz. Apartheid rejimini protesto edip siyahlarla dayanışma gösteriyorlardı. Üçüncü sembol ise sessizlik. Bunu da İsrailli Siyahlı Kadınlar’dan aldık. Çünkü bu kadınlar dünyamızda insanların sürekli konuştuklarını ama birbirlerini dinlemediklerini söylüyorlar, biz dinlemek istiyoruz, toplumumuzdaki düşmanlarımızı kışkırtmak istemiyoruz (Milos, 12.08.2016).'