‘21. Yüzyılda Ermeni Kimliğine Eleştirel Yaklaşımlar’ konferansının açılış tebliğini sunan Tölölyan’la Diasporaları konuştuk.
ABD’deki Wesleyan Üniversitesi öğretim görevlisi olan Khachig Tölölyan 1991’den beri yayınladığı ‘Diaspora: A Journal Of Transnational Studies’ dergisinin de kurucu editörü. 1979-2009 yılları arasında yayınlanan ‘Pynchon Notes’ dergisinin de kurucularından ve editörlerinden biri olmuş. Üniversite eğitimini Biyoloji alanında Harvard’da tamamlayan Tölölyan, daha sonraki eğitiminde Karşılaştırmalı Edebiyat üzerine yoğunlaşmış. Uluslararası çapta çalışmalarının yanı sıra Ermeni Diasporası ile ilişkilerini asla koparmamış ve Ermenice ile yayımlanan gazete ve dergilerde makaleler yayınlamıştır. Paris’teki ‘Haraç’ gazetesinde yayınlanan bazı makaleleri kitap olarak ‘Ispürki Meç= Dia-spores’ adı altında 1980’de Paris’te yayımlandı. ‘21. Yüzyılda Ermeni Kimliğine Eleştirel Yaklaşımlar’ konferansının açılış tebliğini sunan Tölölyan’la Diasporaları konuştuk.
Sanırım 40 yıl sonra tekrar İstanbul’dasın...
49 sene geçmiş, en son 1967’de gelmiştim İstanbul’a...
Anne ve babandan dolayı sende de belli ölçüde bir İstanbulluluk var...
Doğru, annem ve babam Bardizak’da doğmuş ve 1919’dan sonra İstanbul’da büyümüşler. Gerçek memleketleri İstanbul. Asla unutmadıkları bir yerdi İstanbul onlar için. Romanlar gibi dünyayı gezmişler; Halep, Beyrut, Mısır, Amerika, fakat kendileri için unutulmaz olan İstanbul’du. Gerçekten de özlem ve sevgi duygusu çok kuvvetli idi. Evimizde daima ‘Marmara’ veya bir ‘Jamanak’ olurdu, tabii bir ‘Cumhuriyet’ veya ‘Hürriyet’, son yıllarda ‘Milliyet’ de. İstanbul’da ne olup bittiğini Ermeni ve Türk basınından öğrenirlerdi. Ruhen ve fikren bağlarını koparmamışlardı.
Ermeniler için hep tartışılan bir konudur İstanbul’un Diaspora mı yoksa vatan mı olduğu. Bir vatan olduğunu varsayarsak eğer, vatanınını terk etmeye zorlanmış ve farklı şehirlere tohumlar bırakarak gezen bir aile... Dolayısıyla onların da, senin de belli bir hikâyen var bu anlamda. Geçen gün konuştuğumuzda anne ve babanın burada evlendiğini, fakat Halep’de doğduğunu anlatıyordun. Eğitimini Beyrut ve Mısır’da aldıktan sonra da ABD’ye geçtin. Bugünkü uzmanlığından tamamen farklı bir eğitime sahiptin...
Doğru, ilk yedi sene biyoloji alanında eğitim almış olsam da ailemde edebiyat ortamı hep vardı. Daima kitap okunurdu. Bir Ermeni gerçekliği olduğunu da bilirdim. O gerçekliğe çok sıkı bağlıydık. Biliyor musun, gazete çok önemliydi... Evimize çok gazete girerdi ve ben çoğunu okurdum. Neler olduğu konusunda fikir sahibiydim.
Diaspora çok ilerde çalışmaya başlayacağın bir alandı. Bu alandaki en önemli isimlerden birisin. Ermeni olman, tüm bu kopuşlar, gidişler, geçişler bu çalışmalara başlamanda nasıl bir etkisi olmuştur?
Aklımın ucundan bile geçmezdi böyle bir şey olacağı. Bilim insanıydım, doktor olacağımı düşünüyordum. Bir süre hastanelerde çalıştıktan sonra doktor olmak istemediğimi anladım. Bir süre laboratuarlarda yaşadım ve oralarda da olamayacağımı gördüm ve edebiyat alanına geçtim. Karşılaştırmalı edebiyat mezunuyum ben. 10-15 yıl sadece edebiyat ve edebiyat teorisi dersleri verdim. Fakat 1987’den sonra Diasporalar konusunu düşünmeye başladım, ‘Zorian Enstitüsü’ yönetim kurulu üyesiydim. Bu konuda bir dergi yayınlamayı önerdim. Büyük yayınevlerine başvurdum. ‘Oxford’ ve ‘John Hopkins’ teklifimi kabul ettiler. ‘Oxford’ büyük bir isim olduğu için ‘Zorian’ da böyle bir çalışma yapmam konusunda bana destek sundu ve maddi imkânlar sağladı. Ve bu işe başlamış oldum. Başladım çünkü Amerika’ya göç eden farklı topluluklarda diaspora kavramı şekillenmeye başlıyordu. Biz Ermeniler ve Yahudiler için diaspora kelimesi çok daha tanıdıktı, diğerleri için değil. Kendilerini ne şekilde tarif edebilecekleri yönünde bir arayış içindeydiler.
Amerika’da Diaspora kelimesi sadece Yahudilik demekti. Diaspora kavramı Yahudilikten zaman içinde koptu ve diğer halklar için de ulaşılır oldu. Rolüm bu işi kolaylaştırmaktı, diğer rolüm de Ermeni Diasporasını göz önüne almalarını telkin etmekti, çünkü Diaspora kavramı için farklı bir seçenekti. Diaspora çalışmalarının doğumunda bir nevi ebe rolü üstlendim anlayacağın.
Doğrudur, deneyimlediğim Ermeni yaşantısı bir şahıs, aynı zamanda bir aile ve Ermenilerin uzun yıllardan beri bir Diasporaya sahip olmaları yönünde bilince sahip biri olarak çok önemliydi. Çok iyi hatırlarım: Derginin ilk sayısını hazırlarken bu işin altından nasıl kalkacağım yönündeki endişemi bir dostumla paylaştım. “Khachig, yıllardan beri seni dinliyorum. Tüm hayatın bu dergiyi çıkarmak için bir hazırlıktı”. Gerçekten de öyle oldu. Hayatın zikzaklar içinde, oraya buraya giderken, farklı uzmanlıklara sahip olurken Diaspora üyesi olma bilincin insana nasıl bir katkı sağladığını farketmezsin bile.
"Diaspora kelimesi sadece Yahudilik demekti. Diaspora kavramı Yahudilikten zaman içinde diğer halklar için de ulaşılır oldu. Rolüm bu işi kolaylaştırmaktı. Diaspora çalışmalarının doğumunda bir nevi ebe rolü üstlendim anlayacağın.”
Az önce Ermenilerin, diğer bazı topluluklar gibi, hep bir Diasporaya sahip olduğunu söyledin. 1915’in rolü nedir? 1915 öncesinde ve sonrasında oluşan Diaspora topluluklarını aynı kategori içinde ele alabilir miyiz?
Diaspora sözcüğünden önce, ‘dağılmak’ (ցրուիլ) kelimesi vardı. Kendi durumumuzu çok önceleri ‘dağınıklık’ (ցրօնք) olarak nitelemişiz. Halkımız vatanını 11. yüzyıldan itibaren terketmeye başladı. Herhangi bir özel kelime yoktu tabii o zamanlar. O toplumların kendileri ile ilgili düşünceler 1915’ten sonra oluşan topluluklardan çok daha farklıydı. Bir günden diğerine, kırım ve asimilasyon nedeniyle bir diaspora oluştuğunda, oluşumlarında korkunç bir afetin varlığı büyük bir role sahiptir. Ermeni olsun veya olmasın, mesela ekonomik koşullar altında eğer bir topluluk var oluyorsa, bir felaketten sonra meydana gelen şekillendirici hafızaya sahip değildir. Öyle ki, Ermeni ve Yahudi diasporalarının birbirlerine benzemesinin sebeplerinden biri de budur. Fakat ekonomik sebeplerden dolayı insanların kitleler halinde göç etmesi sonucunda meydana gelen yeni toplulukların bu durumla bir benzerliği yoktur.
Ağır işçilik konusunda Joseph Conrad romanlarından bahsettiğini hatırlıyorum...
Haklısın. Doğrudan bu konu hakkında yazmasa da, Conrad İngiliz İmparatorluğu’nun farklı kolonilerini birbirine bağlayan gemilerde çalışmıştır uzun yıllar. Amerikalı zenciler Afrika’da yaşadıkları hayatı hafıza olarak taşımazlar, kaybetmişlerdir. Fakat köle olarak gemilerle yolculuk etmenin zorluklarını anlatırlar. Atlantik’i geçerken kölelerin üçte biri ölürdü zaten. Böylece, bir toplumsal hafıza oluştuğunda hangi deneyimin anlatısının bu hafızayı oluşturduğu önemlidir. Soykırımdan başlayarak insanlar birbirlerine korkunç şeyler yaparar, zulüm hep var. Buna sahip olanlar farklı, ekonomik sebeplerden göç edenler farklı düşünürler. Derslerde böyle anlatırken bazen biri çıkıp aslında sefaletin ne denli acı olduğundan bahseder. Doğru, fakat bir topluluğun hafızasını bu sefaletin anlatısı oluşturmaz. Sefaletten refaha geliyorlardır sonuçta. Birisinden diğerine geçiş Hintlilerin örneğinde anlatmaya çalıştığım gibi acı değildir. Bu felaket algısı yoktur. Korkunç bir olay sonucunda doğmamışlardır. Bu açıdan şanslılar tabii...
Toplumsal hafızanın öneminden bahsettin. Büyük bir felaketten doğan bir toplum olarak bizim de toplumsal hafızamızın referans noktası Soykırım. Dolayısıyla zaman içinde veya farklı Diaspora topluluklarında Soykırım algısı ne gibi değişiklikler gösteriyor? Mesela, daha önce konuşmuşuzdur belki de, 1922’de İstanbul’u terk edip giden Şahan Şahnur’u ve 1913’te Gürün’de doğup 1915’i çöllerde nihayetlendiren Antranik Dzarukyan bir olabilir mi? Bu anlamda da Diaspora homojen bir topluluk değil, öyle değil mi?
Dolaylı olarak cevaplayacağım. 1603-1605 yıllarında Şah Abbas bir kaç yüz bin Ermeniyi zorla göç ettirmiş ve sonucunda İran Ermeni topluluğu oluşmuştur. Çölde yürür gibi yürümüş, Aras ırmağını geçerlerken ölmüş ve binbir zorlukla varacakları yere varmışlardır. Soykırım olmasa da bu topluluğun da doğuşu bir felaketle olmuştur. “Peki, sizin kendi hikâyeniz var ve biz bu hikâyeyi biliyoruz”, der oradaki bazı Ermeniler. İran Ermenileri arasında Van’dan göç edenler var mesela. 1915’te Ermenistan yerine İran’a geçmişler. Büyük bir felaket bilincine sahipler bunlar. Fakat kendi bilinçleri nispeten daha küçük ve tarihsel olarak daha uzak bir olayla oluşmuştu zaten. Her Ermenide vardır bu durum, ama psikolojik etkiler aynı değil. Dediğin gibi, 18-19 yaşında bir genç olarak İstanbul’dan ayrılırsın. İstanbul, mesela Ermenilerin yüzde doksanının yok edildiği Alaşkert (Eleşkirt) gibi bir felakete maruz kalmamıştı. Korkunç bir felaket yaşandığı duygusuna herkes sahip, fakat aynı derecede mevcut değil. 2 yaşında Gürün’den ayrılan ve yetimhanelerde büyümüş bir Antranik Dzarukyan isen... İstanbul’dan ayrılan 200-300 gençle Paris’e gidip ağır işçilik yapmaktan daha farklı tabii. Aynısı ama değil... En yaygın felaket bile herkesi aynı şekilde etkilemez. Biz olanı vurgularız, çünkü bir şekilde eğer bugün hâlâ Ermeniler arasında yaygın olduğunu düşündüğümüz bir şey varsa Soykırım’ın, inkârının, reddinin önemi büyüktür. Bunu düşünmeyi ve konuşmayı biz teşvik ederiz belli ölçüde. Yahudiler de aynısını yapmışlardır.
Amerika’da ünlü bir profesör dostum var, Marianne Hirsch. Kendisi Yahudi. Kendi neslini tarif edebilmek için bir kelime yarattı. Kendisi Romanya Yahudisi bir ailenin evladı. Annesi ve babası Naziler tarafından uygulanan soykırımdan kurtulmuşlar. “Bu felaketin deneyimini yaşamış değilim. Dolayısıyla hatırladığımı nasıl söyleyebilirim?” Kendisinin olmayan bir deneyimi nasıl hatırlayacak ki? ‘Post-Memory’ (Bellek Sonrası) kelimesini kullanmaya başladı böylece. Bir deneyimin anısına sahip olduğunu nasıl söyleyebilirsin ki? Yaşamış değilsin. Anı ‘post-memory’ olarak nasıl aktarılır? Gerçek anı ve ‘post-memory’ arasındaki fark nedir? 80’i geçkin Yahudi bir dostum Soykırım’ı yaşamamış Yahudilere “Biz de kurbanız” dedikleri için kızar. Bir rekabet var sanki aralarında...
Evet, kurban bir halk olduğumuzu bildiğimizi söyleriz, fakat anıların nasıl aktarıldığı konusunda sorular mevcut. Araştırılması gereken çok şey var. Sadece Soykırım bağlamında değil tabii ki... Anının da çeşiti var mı?
Diaspora varsa bir vatan kavramı da var kaçınılmaz olarak. Kimlik sorunu da en fazla diaspora kavramıyla ilişkilenen bir konu. Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki söz konusu? Vatanlarda yaşayanların kimlik sorunu olmaz mı mesela?
Çok güzel bir soru... Kimlik sorunu her yerde var tabii ki. Dergiyi yayınlamaya başladığım ilk yıllarda bir makalemde ulus-devletlerin diasporaları anlamaları gerektiğini yazmıştım. Neden? Kimlik gibi zamanında sadece diasporalara ait olan sorunların ilerde ulus-devletlerin de sorunu olacaktı. Ne demek istemiştim? Bir ulus tek unsur olarak, kendi topraklarında, kendi devleti ile yaşadığı bir dönemde gerçekten ulustu. Herhangi bir sorun olduğunda kendisinin ne olduğunu biliyordu. Fakat son 50 yılda oluşan büyük göç dalgası sonucunda tek unsurlu ülke kalmamıştır. İzlanda’da bile Bosna-Hersek’ten 200 göçmen var. Kendi sınırların içinde, kendi ülkende değişik azınlıkların farklı kültürlerle yaşamaya başladığına şahit olursun. Ülkedeki hükümet artık sığınmacı olarak gelenleri kendi vatandaşı olması yönünde, kendi dilini konuşmaya zorlamaya tabi tutamaz. Farklılık hakkı verilmiştir artık. Göçmenlerin sayısı fazla ise, devlet pençesini hafifletir ve entegrasyon baskısı azalmışsa, müzik, bilgisayar, sanal dünya farklı yabancı şeyler getiriyorlarsa... Resmen hâlâ var olan bir devleti, mesela Hollanda’yı ele alalım. Nüfusun yüzede 10’u farklı bir dine ait, yüzde 15’i farklı bir ülkeden, 18 yaşındaki bir genç ‘Hollanda Tarihi’ değil de ‘Avrupa Medeniyeti’ okuyor veya Afrika dansı öğreniyor vesaire… Ne olur? Kültürleri, ülkenin homojenliği kırılmış ve nasıl bir kimliğe sahip olacakları konusunda bir sorunla karşı karşıyalar. Hollandalı kimliği ne demekdir? Herkes müzik dinler, fakat yüzde 70 Hollanda müziği değil, herkes yemek yer ama yediklerinin yüzde 50’si Endonezya’dan geliyor.
“Diasporalar melez durumlarda kendilerini bulma ve koruma konusunda ustalar. Bu durum herkes için zorunlu olacak. Bu sorunları çözmeyecek herhangi bir ülke kalmayacak.”
Tam da Diasporalının dediği gibi. “Ben Ermeniyim fakat Amerikalıyım da.” Şimdi aynı şekilde, çoğulculuk ve her şekilde nüfuz etme durumu her ulusun kimlik sorunu konusunda düşünmesini sağlıyor. Artık homojen bir kültürün ürettiği yekpare kimlikler değil onlarınki. Diasporalar melez durumlarda kendilerini bulma ve koruma konusunda ustalar. Bu durum herkes için zorunlu olacak artık. Dediğime samimi olarak inanıyorum. Bu sorunları çözmeyecek herhangi bir ülke kalmayacak. Tabii, henüz ayaklarının altında toprakları var, fakat diaspora dediğimiz şey psikolojik olarak ele aldığında şimdi kimlik sorunu olmayan ülkelerde de soruna dönüşecek sorunlara sahip. En büyük sorun şu; homojen bir kültüre mi yoksa farklı kültürlerden parçalar alıp diasporalı melez bir kimliğe mi sahipsin?
Mesela ulus-devletler nasıl oluşmuşsa, ilerde aynı kimlikleri hisseden, paylaşan insanların da kendi diaspora devletlerini oluşturabileceklerini düşünebilir miyiz? Cinsel azınlıkların kendi devletlerini kurmaları gibi örneğin...
Hayır, devlet kurmazlar tabii... Türkiye’de olmasa da, bir çok yerde ulus-devletin zamanı artık geçmiş gibi... Hükümetler geçmişte olduğu kadar kendi ülkelerinde kontrolü ellerinde tutmuyorlar, çünkü ekonomi, iletişim küreselleşti. İnsanların kimliği ve aidiyeti sadece ulus-devletle bağlantılı değil. ‘Ulusötesi’ dediğimiz, ‘sınırötesi’ olan kimlikler var. Cinsel kimlik belki de bunlardan ev kuvvetlisi. Mesela, Çin’den dergiye makale yollamıştı biri zamanında. Hong-Kong’da yaşayan bir lezbiyendi, fakat ülkesinde kabul görmediğini, Avustralya veya Filipinler’de bir lezbiyen ortamında kendini çok daha iyi hissettiğini söylüyordu. Dini bir kimliğin var. Katoliksindir mesela. Kendi ülkendeki kiliseye gitmeyi tercih edersin tabii ki ama Katolik herhangi bir kilisede evinde gibisindir. Bir kutsal kitabı temel aldığından bunları metinsel kimlikler olarak adlandırıyoruz. Yahut bir Arap. Arapça konuşuyor ve bir Arap devletinin vatandaşıdır. Müslüman olması Arap olması kadar önemlidir kendisi için. Dolayısıyla sınırötesi, devlet olmayan bir kurumda kendi kimliğini inşa ediyordur. Kimlik kelimesini tekil ve isim olarak kullanıyoruz Ermenice’de (Türkçe’de olduğu gibi). İngilizcede fiil olarak kullanılır oysa. Amerikalı uzmanlar ‘identity’ değil, ‘identification’ fiilini kullanılır. Yani, örneğin, bir Ermeni ve aynı zamanda Hıristiyan olarak kimlikleşmişim.
Ermenilere dönecek olursak... 1915’ten ve Ermenistan’ın kuruluşundan sonra özellikle, Ermenistan devleti metinsel topluluklar benzeri topluluklar oluşturma çabasına girdi mi Diaspora sathında? Mesela, Ermenistan’ı bütün Ermenilerin vatanı yapmak, Ermeni Apostolik Kilisesi’ni tek inanç merkezi ilan etmek gibi… Ve eğer cevabın evetse, ne derece başarılı oldu?
Sovyet Ermenistanı’nın ürettiği ve Diaspora’da en çok kabul gören şey şair Yeğişe Çarents’ti. Yahut Silva Gabudigyan’ın bir kaç şiiri. Bunlar Sovyet Ermenistanı’ndan Diaspora’ya çok başarılı bir şekilde ‘ihraç edildiler’... Diaspora da bunları kabul etti ve kimliğinin bir parçası yaptı. Öte yandan orada kabul gören bir çok şey de Diasporaya inandırıcı gelmiyordu. En önemlisi şu: Sadece devlet mi kendi diasporasına bir şey söyleyebilir? Diaspora nasıl kabul veya reddeder? Sen uzun bir süre Dzarukyan üzerine çalıştın. ‘Yerevan’a Mektup’, ‘Eski Hayaller, Yeni Yollar’ eserlerini çok iyi bilirsin... Bütün bunlar bir diaspora ve bir vatan arasında diyalog... Yanlış olan fikir şu: Acaba Ermenistan Diasporaya ihraç edebileceği bir kimlik yaratabildi mi? Düşünülmesi gereken şu: Bir diyalog yaratılabildi mi? Tartışma da bir diyalogdur. Biz sadece birlik, esenlik hakkında konuşuruz. Farklı tartışmalar içinde olsaydık daha sağlıklı olurdu.
Haklısın...
Sen haklısın diyorsun, sen ve ben birbirimizi anlıyoruz, ama onlar bu şekilde düşünmüyorlar. Eğer bunu Ermenistan’da dersen “Yani siz bizim iç siyasi meselelerimizi mi tartışmak istiyorsunuz?” diye sorarlar. Evet, Arsinée Khanjian kendileriyle iç siyaset tartışmak istiyor. Bu Ermenistan düşmanı olduğu anlamına gelmez. Ermenistan veya herhangi bir vatan, mesela İsrail, diasporasına der ki masaya koyduğumuz sorunlar sizin de sorunlarınız. Fakat Diaspora çıkıp masaya başka bir sorun koyup “Bu sorun da sizin sorununuz” dememeli. Eee? Böyle bir ilişki ne kadar sağlıklı olabilir ki...
Az önce Dzarukyan’ın ismini andın... Kendisi Yerevan’a bir mektup yazmıştı, yani dışarıdan içeriye bir söz söylemişti. Genelde tersi olur; devlet veya kilisesi oradan buraları kontrol etmek veya hizaya sokmak için bir şeyler der. Ermenistan’daki adaletsizliği düzeltmek için Diaspora aydınları öncülüğünde başlatılan bir imza kampanyası var. Hiç bir kurum veya kuruluş katılım göstermese de yaklaşık 3 bin imzaya ulaşmış durumda. Nasıl yorumluyorsun kampanyayı?
Ermenistan’da hüküm süren oligarşiyi dikkate aldığımızda etkili olmayabilir. Fakat etkili olmasa da yararlı... Etkili olup biraz adalet getirmesini dileriz tabii, fakat etkili olmasa dahi söz söylemek başlı başına bir adım. Eğer söze sözle karşılık verip bir tartışma başlatsalar çok daha iyi. Acaba bir cevap verildi mı, karşılık oldu mu?
Bir sorum daha var... Diaspora Ermenistan’ı tahayyül edebiliyor, daima bir Ermenistan söylemi mevcut. Peki Ermenistan’ın tahayyül ettiği ne? Sanki orada belli bir aksama var... 1915’ten sonra oluşan veya 1991’deki bağımsızlıktan sonra oluşan diasporalar konusu oradan bakıldığında hâlâ muğlak...
Ben Ermenistan’ı ziyaret etmişim fakat sen orada yaşadın ve belki de benden çok daha iyi betimleyebilirsin. Doğru, kafalarında oluşturdukları ekonomik refah efsanesi bağlamında kıskanırlar diasporayı, ama diğer taraftan tanımazlar orayı ve diaspora için geçerliliği olmayan iddialarda bulunurlar. Diasporayı tanıyan kişiler var tabii ki fakat genel olarak... Çok eğitimli insanlar gelip bana “Siz diasporada neden böyle yapmıyorsunuz? Aslında şunu şöyle yapmalısınız” vs. deyip gerçekle hiç bir ilgisi olmayan öğütler verirler... Sovyet geçmişini o kadar inkâr ederler ki Ermenistan’da kendilerinin aslında ne denli sovyetik olduklarını farkına varmazlar. Sovyet devleti ülkedeki nüfuzlu kişilere kesin kararlar almalarını ve o kararları kabaca kabul ettirmelerini öğretirdi. Kendileri bugün ne kadar kesin ve kaba demeçler verdiklerinin farkında değiller. Karşısındakinin gerçekliğini anlama duygusundan yopksunlar. Yüzde yüz öyle olduğunu söylemem tabii ki. Yurtdışında yaşayıp da Ermenistan’a dönenler az çok anlıyorlar diasporadaki durumu. Çok az bilgi sahibi olup büyük
‘İstanbul Ermenileri olağandışı bir toplum’
Son olarak, Türkiye Ermenileri hakkında ne söylersin?
Diaspora hakkında henüz yazmaya başlamıştım ki iki kelime kullanırdım. Diaspora ve sınır içi-diasporası. İstanbul’da yaşayan bir Ermeni geçmişteki anavatanının topraklarına da sahip Türkiye’de yaşıyor demektir. Kendi anavatanında yaşamadığından diaspora olduğu söylenebilir. Fakat diğer yandan biri çıkar “Ne diyorsun sen, Khachig Tölölyan? Seni dün Galata Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi’ne götürdüm ve 1436’dan beri burada olduğumu gördün. Burası bizim vatanımız”. Özellikle eski bir İstanbullu Ermeninin çıkıp “Burası benim vatanım, Türklerin yarısından çok daha fazla zamandır buradayım” demesini çok iyi anlarım. Bilimin bu durum için kendi terminolojisi var. Herhangi bir topluluk için iki çeşit bilgi mevcut: ‘Emic’ ve ‘etic’. Bir uzman araştırdığı toplumun kendi kendisi hakındaki tahayyülünü anlamak durumundadır. Bu ‘emic’tir. Daha sonra o uzman kendi araştırma sonuçlarını ortaya çıkarıp fikrini sunması gerekir. Bu da ‘etic’tir. Bir araştırmacı olarak o toplumun dediğini kabul etmeyebilir ve kendi yorumunu ortaya koyabilirsin. Bu ikisi birbirini tamamlar, inkâr etmez.
Bu gözlükle İstanbul Ermenilerine baktığımda, olağandışı, çok ilginç bir toplum görüyorum. Diğer diasporalarda olmadığı kadar, eskisi ile ilgisi olmayan bir toplulukla kendisini yenilemiş. Annem ve babam 1920’lerde Esayan Okulu’na gittiklerinde okul arkadaşları gerçek İstanbul Ermenileriydi ve şu anda olmayan Pangaltı Ermeni Mezarlığı’nda asırlık aile kabristanlarını gösterebilirlerdi belki de. Şimdiki İstanbulluların çoğu Amasya, Sivas gibi Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelmişlerdir. Öyle ki başka bir neslin olduğu kadar İstanbullu değiller, fakat diğer taraftan İstanbul tamamen dışarıdan gelenleri alıp bir nesil sonra İstanbullu yapabilen kurumlar yaratmıştır. Gerçekte, dışarıdan gelen bir diaspora onlar ve eski İstanbulluların vatanı olan bir şehirde yaşıyorlar. Ve şimdi onlar da aynı şeyi hissediyorlar. Kendi vatanlarındalar... İstanbul’a yapılabilecek en güzel kompliman şu olacaktır: Gerçek İstanbullu olanlar, ki şimdiki nüfusun yüzde 10’u, dışardan gelenlere burasının kendi vatanları olduğunu hissettirir. Bu çok büyük bir kazanım...