KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Serzeniş

Ağır laftır serzeniş. Gönül koymak da denir, bir zamanlar kalbini emanet ettiğin bir şeylerden, birilerinden ikrah ettiğin noktadır. Kendi sevgine ihanet edecek hale geldiğin için acırsın en çok. Kendine hem acır hem kızarsın. Serzenişin büyüğü bu aptal yüreğedir. Gel gör ki iflah olmaz işte. Başka tür sevmeyi hiç bilmemiştir.

Gaye Su Akyol’un ‘Biliyorum’u bu başka türlüsünü bilmemenin şarkısı. Puslu, derin bir fısıltı. Herkesin kendi kulağına, dosdoğru akan bir kalp sesi.

Koşarak geldim
Kaçarak gidiyorum
Köşkünde yer yok bana
Yeni yeni anlıyorum 

Gelmek mesele değil. İlk an büyüsüyle atılırsın zaten. Neredeyse kendine rağmen bir adımdır o. Bodoslama aşka atılış, “Allah’ın hakkı üçtür” diyerek girişilen cesur bir üç adım atlama. Bir süre yere basma hissinin ortadan kalkışı. Uzay boşluğunda salınış, yer çekimi başta olmak üzere bütün fizik kurallarına direniş. Koklama ve dokunuştan ibaret olma. Damakta hissetmek hayatı. Suyun tatlandığı, ekmeğin çıtırdadığı zamanlar. Dünya senin kalp ritminde akar. Dipten gelen bir gümbürtü. Tek manzaran bir çift gözdür. Nereye baksan odur. Ona baktığındaysa, göz bebeğinde yansıyan kendindir. Onda kaybolan kendin…

İlk o zaman mı korkarsın acaba? Bir çift yabancı gözün minik çemberine hapsoluşunu fark ettiğinde? Kuşkular, rahyalı bahçenin minik çöpleridir önce. Sonra dağ gibi yığılırlar. Ne zaman bunca biriktiklerini anlamazsın bile. Fark ettiğinde de toplayıp atacak mecalin yoktur artık. Ortalığı sidik kokusu kaplar. Çöpün ekşimsi kokusu. Can Yücel’in ‘Yalnızlığım benim sidikli kontesim/Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi’ dediği. Gitmelerin zamanıdır, kalacak yer bırakılmadığı için.

Bitmiş bütün cümlelerin
Yosunlu ruhum, akıyorum
Konuşma hiç lüzum yok
Her şeyi duyuyorum 

Ruh yaşlıdır, ilk o fark eder mantığın bahaneler bulmaya çalıştığı o kalp uğultusunu. Bir yanlış anlama silsilesi başlar. Her söz köşelidir, dizin çarpar habire. İki büklüm olursun o eklem acısından. Galiba kalp ağrısına en yakın tariftir bu. Sessizliği paylaştığın insanla, neyin yargılandığı belli olmayan bir duruşmaya döner hayat. Savunmalar, ithamlar, yargılar ve elbette hükümler. “Sen zaten hep…” diye başlar birdenbire cümleler. Kocaman ve zalimdirler. Doğrudan isabet ederler, en hassas yerler ki elbet sevgililerin bilgisi dahilindedir. Aleyhte kullanılmayacağı güveniyle emanet edilmiştir. Güven mi, nasılda gülesin gelir…

Rakıyı sensiz içeyim diye
Köprüyü yalnız geçeyim diye
Küllenip biteyim diye
Sevdirdin kendini biliyorum

Ha alışılmaz mı, alışılır. Ama niye alışmak zorunda kalındığının isyanı, alışmaktan uzun sürer. Ağrına giden bir şeyler vardır. Kendine yetmekle yalnız kalmak aynı şey değildir hayat denkleminde. Bir el vardı sağ avucunda, nedense hep tutarak yürüyecektin. En zorlu eşiklerden birlikte geçecektin, değil mi? Hastalıklar, ölümler gelir, hepsi tek başına sırtlamalık. Karşılıklı oturulan masaların yerine bir sehpanın ucuna ilişmiş enayiliğine kadeh kaldırırken bulursun kendini. Yaktığın sigara çok şeyin simgesidir sanki. Şebnem Ferah’ın şarkısında dediği gibidir: “ Aklımdan geçen sözler /Kalbimden gelen sesler /Hepsi bir orman oldu /Bir kibritle yok oldu /Ben sigara dumanımın altında /Yana yana en sonunda kül oldum /Sen kibritin hiç yanmayan ucunda /Birinin hayatından geçmiş oldun”

Rakıyı sensiz içeyim diye
Köprüyü yalnız geçeyim diye
Küllenip biteyim diye
Sevdirdin kendini biliyorum

Karşılıksız sevdiğin memleket gibidir aşk. Umutla yanışını küle çevirir sıkça. Ait olmak istedikçe, iteler seni. Makbulüne uymazsın. Aşkta normale uymadığın gibi. Sürgüne çıkarılırsın durduğun yerde. Dert sahibi olursun mücadelende. Barış dersin, terörizm diye yankılanır devlet uçurumunda. Artık sadece şarkı söylemek istersin şehrin meydanlarında, mahkeme salonlarında, üzerine polis saldırtılan katliam anmalarında. Kelime neyi çözmüş. Dudaklarında ince bir serzeniş. İlkokul şiirleri, isyankâr kompozisyonlar, inatçı basın bildirileri. Sil baştan çaba, hep bir kez daha. Sonrası kan, sonrası revan. Sonrası denizden çok gözyaşı tuzu. Su acı, ekmek pürtüklü. Boğazda yutturmayan, nefes aldırmayan bir yumru. Göğsün kafesi denen yerde kendi kendine dövünüşünün izleri. Mor kırmızı. Hayatının özeti.

Kendi kendine kadeh kaldırmayı öğrendin değil mi gülüm benim? En önemlisi bu. Eyvallah diye diye. Ahlar ve vahlar, inşallah ve maşallahlar bittiğinde elinde kalan en önemli söz bu. Eyvallah. Helal sana.