10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden neredeyse bir sene geçti. 102 kişinin öldüğü, 391 kişinin yaralandığı katliamın davası, avukatların tüm itirazlarına rağmen kamu görevlileri dahil edilmeden 7 Kasım’da Ankara’da başlayacak. 10 Ekim’de o meydandan sağ kurtulanlara mikrofon uzattık. Gülşen Ay, Uğur Erman Karakoç, Elif Zavar ve Bahadır Kılıç’ın anlattıkları, aynı zor hikayenin hem birbirinin aynı, hem de benzemez parçaları gibi.
Gülşen Ay, 10 Ekim’de patlamanın öncesini ‘güneşli ve coşkulu bir gün’ olarak hatırlıyor. İstanbul’dan beraber yola çıktıkları kuzenine miting alanını gördüklerinde ‘barış gelecek galiba’ dedi, meydanda dolaşırken uzun zamandır görmediği Üsküdar HDP il örgütünden arkadaşlarına rastladı, sonra meydanda dolaşmaya başladı. Saatine baktı,10.00: “Birinci patlama oldu. Biraz önce selamlaştığım 6 arkadaşımın hepsi öldü. Patlama beni basınçtan dolayı çok uzağa attı. ‘N’oluyo?’ diye kafamı kaldırdım, ikinci patlama oldu. Kopan bir bacak geldi yüzüme çarptı. 17 yaşlarında bir genç vardı, elimi uzattım bir şey söyleyecekti, ama söyleyemedi. Acaba sonra ne oldu ona? herhalde öldü.”
“Tek isteğim bir kere içten gülmek”
Gülşen’in sağ bacağına iki bilye, sol bacağına bir teneke parçası girdi. Tedavisi halen devam ediyor. “Bacağım yaralandı, ama daha çok ruhum yaralandı” diyor, “Bazen yolda yürürken binaların tümü patlayacak, salonda otururken içeriye bomba atacaklar gibi geliyordu. Biraz geçti, belki kullandığım ilaçların etkisidir. Ama her gece yatağa girdikten sonra, uyanıp perdeyi çekince güneşi her gördüğümde o gün aklıma geliyor. Sonbahar en sevdiğim mevsimdi. Çünkü insanın içinde bambaşka duygular oluyor. Ama bir sürü arkadaşım bu ayda sevdiğini eşlerini kaybetti. O kadar mutsuz hissediyorum ki. Tek istediğim şey bir kere olsun içten gülmek. Acaba o yüzüme gelen bacak kimindi? Acaba o genç ne diyecekti bana? Hep bunları düşünüyorum, unutulmaz ki...”
Ankara katliamında yaralananlar için resmi makamlar en kısa sürede genelge yayınlanacağını, tüm hastane masraflarının devlet tarafından karşılanacağını ve hayatını kaybedenlerin aileleriyle yaralıların ‘sivil terör mağduru’ olacağını açıklamıştı. Fakat geçen bir senede, hastane masraflarını kendi karşılamak zorunla kalan pek çok yaralı var. Görüştüğümüz kişilerden bazıları ‘iyi bir hastane yönetimine denk geldiği’ için sorun yaşamamış, biri yüklü faturalarla karşılaşmış, biri her hastane sürecinde kendi tabirleriyle ‘kavga dövüş’ bir şekilde raporları için oradan oraya koşturmuş. Fakat hiç kimsenin psikolojik tedavileri devlet tarafından karşılanmıyor. İHD’nin programı sayesinde psikolojik tedavilerine devam edebiliyorlar. Gülşen de onlardan biri. Kendini iyi hissetse de 10 Ekim’in yaklaşıyor olmasıyla kabuslar artmaya başlamış. ‘İçimde öfke var. Ama umudumu kaybetmemeye çalışıyorum. en karanlık andan sonra sabah geliyor ya, umudum ondan. Hiçbir zulüm sonsuza kadar süremez” diyor.
7 Kasım’da Ankara Katliamı davasının ilk duruşması görülecek. Gülşen, duruşmaya gitmek konusunda kararsız, hem buna gücü var mı emin değil hem de bir daha asla Ankara’ya gitmemek için kendine söz vermiş. Yine de hayatını kaybeden arkadaşlarının ailelerinin hikayelerini anlatıyor, ‘hepsine borcumuz var’ diyor. Duruşma günü yaklaşadursun, kendisi gibi katliam mağdurlarının kamu görevlilerine yönelik suç duyuruları ‘hizmet kusuru yoktur’ diye düşürüldü bile.
“Her bombadan sonra bacağımın sızladığını hissediyorum”
Bugün 23 yaşında olan Uğur Erman Karakoç, İstanbul Üniversitesi’nde Hititoloji okuyan bir gençmiş. Miş, diyoruz çünkü son bir senedir okula gidemediği gibi okul kendisi hakkında, katıldığı önceki eylemler nedeniyle ceza vermiş. Akademisyen olmak istiyor, cezalar nedeniyle bunun yolunun kapandığını düşünüyor. Uğur bugüne kadar 7 ameliyat geçirdi, beş buçuk ay hastanede yattı. Saplanan parçalar bacağını neredeyse paramparça etti, hatta Ankara’da hastanede bir doktorun bacağını kesmeye karar verdiğini, babasının tanıdığı bir başka doktor sayesinde bacağı ‘kurtardığını’ anlatıyor, gülerek. Kasımda fizik tedavi başlayacak. Ayak tabanını ve bileğini şimdilik hissetmiyor.
Patlayan ikinci bombanın 3-5 metre yakınında olan Uğur, hastaneye ilk ulaştırılanlardan. Polisin gaz atmasıyla birkaç kişi tarafından pankarttan yapılma bir sedyeyle alandan uzaklaştırıldı, bir trafik polisine denk gelip onun arabasıyla hastaneye gitti. Görüştüğümüz gün Uğur hastaneden geliyordu. Kontroller devam ediyor, kalp damar, plastik cerrahi, ortopediye düzenli tedaviye gitmesi gerektiğini söylüyor. Hastane girişleri, ilaçlar, masraflar... Arkadaşları bir destek kampanyası düzenlemiş ve bir süre madden tedavi sorunsuz gitmiş. Şimdi yine kavga-dövüş...Bir yandan da psikolojik tedavi devam ediyor: “Fiziksel ve psikolojik olarak kapanmamış yaralarımız var. Bir ömür de kapanmayacak. Her bombadan sonra bacağımın sızladığını hissediyorum. Arkadaşlarım ya da ailem sürekli sıçrayarak uyandığımı söylüyor. İnsanlar ‘hayırsızsın, görüşmüyoruz’ diyor, görüşmemenin nedeni hayırsızlığımdan değil. Kaçtır çığırıyordu, geçen gün Cafer’in (Cafer Altun, 10 Ekim katliamında bacağını kaybetti) yanına gittim. Onu görünce dayanamıyorum ki. O üniversite öğrencisi, Günay da (Karakuş), ben de...Biz geleceğe umutla bakan insanlardık. Ya kendimizden bir parça kaybettik ya arkadaşlarımız kaybettik. Orada 16 arkadaşımı kaybettim. Sürekli o psikolojidesin, çıkamıyorsun ki. Ekim, 10 kelimeleri bile yan yana geçtiğinde bile kafanda kuruyorsun her şeyi.” Terapistin ‘4-5’ seansta hallederiz’ diye başladığı tedavide 40. seansa gelmişler. 10 Ekim’i kazdıkça altında memleketi Dersim’den ayrılmaları, boşaltılan köyleri çıkmış.
Uğur, 7 Kasım davasının müdahillerinden, kendisinin kamu görevlilerine açtığı soruşturmalar ise düştü. “Bizim amacımız devletin bu patlamadaki rolünü ortaya koymaktı. Kamu görevlileri yargılansa hepsi birbirini ifşa edecek, bu olay MİT tırları olayına kadar gidecek” diyor. Hastanede bacağını kesmekten kurtaran doktorun ‘sen şanssızlıkların içinde şanslı bir çocuksun’ dediğini hatırlatıyor sık sık. Son bir senede babasıyla kurduğu yeni bağı, tanıdığı yeni insanları bu yaşananların ‘güzel yanı’ olarak anacak kadar mütevazı bakıyor yaşadıklarına.
“Kirli insanlar alanı kapladılar, biz çekildik”
Elif Zavar, 16 yıldır tutuklu olan hasta mahpus Erol Zavar’ın eşi. Kızı Özgecan’la birlikte 10 Ekim’de Ankara’daydı. O dönem 16 yaşında olan Özgecan’ın sırtına giren bilye atardamarla toplardamarı parçaladı, köprücük kemiğini kırdı. Geçici felç geçirdi, iki kere ameliyat oldu. Yaklaşık 1 buçuk aydan beri yazmaya başladı ama kolunu hala tam olarak kullanamıyor, doktorun dediğine göre iyileşmesine daha 3 yıl var. Elif’in de boğazı parçalandı, yüzünde kısmi felç var. Elif, eşi Erol Zavar’la beraber yaşadığı yıpratıcı süreç için uzun süredir İHD’den psikolojik destek aldığını, sigortalı olduğu için tedavide sıkıntı çekmediğini söylüyor, fakat etrafında hastanede tedavi olduğu sürede işten atılan, Valiliğe iş başvurusunda bulunup ne iş ne de destek alabilen insanlar olduğunu belirtiyor. Bir de, herkes gibi, esas yaranın ruhunda olduğunu söylüyor: “ O görüntüye şahit olmak ne demek, yanındaki bir sürü insanın öldüğünü görmek ne demek.. İyileşemeyecek yanımız ruhumuz” Şiddetli endişe ve kaygıya rağmen 1 Mayıs’ta meydana çıkmış Elif. Üstüne gitmedikçe yenilemeyeceğini düşünüyor. Bir de konuştuğumuz diğer arkadaşlar gibi olanları suskunluğa, alışmaya bağlıyor: “Eğer Reyhanlı’nın üzerine gitseydik Suruç olmayacaktı; Suruç için sesimizi yükseltseydik Ankara olmayacaktı. Şimdi bir boşluk oluştu ve maalesef kirli insanlar bu alanı kapladılar, bize alan kalmadı. biz alandan çekildiğimiz sürece de böyle olacak.” Yıllarca yaşadıklarına rağmen umudunu yitirmemiş olan Elif, “galiba ilk defa umudumu yitirdim” diyor.
Ankara’daki duruşmaya gidecek, fakat duruşmadan birşey çıkacağına inancından değil; oradaki insanların öfkesini paylaşmak için: “Üzgün değil öfkeliyim. Üzgün olsan kabullenirsin, kabullenemiyorsun. Yıllardır tanıdığım arkadaşlarımı yitirdim ben o meydanda. Hayatta kaldığımız için suçluluk duyuyorum. Sanki birinin hayatını çaldım gibi geliyor.”
“Ankara’ya gittim, düştüğüm anın görüntüsünü güncelledim”
Bahadır Kılıç, ikinci canlı bombanın yarım metre kadar yakınındaydı, vücuduna saplanmış 100 şarapnel parçasıyla hayatta kaldı. ‘Meslektaşız’ diye başlıyor muhabbet, serbest foto muhabiri, Evrensel’de yazıyor, reklam fotoğrafları çekiyor. Bir senedir çalışamıyor. 10 Ekim’de patlamanın öncesini herkes gibi ‘karnaval gibiydi’ diye tanımlıyor. İstanbul’dan bindikleri otobüsle gelmişler, molalarda halaylar çekilmiş. Ankara geldiklerinde, her mitingde kendilerini karşılayan GBT kontrolleri, TOMA’lar, sivil polisleri görmeseler de ihtimal vermemişler; “Arkadaşım Gökmen Dalmaç’la konuşuyorduk, “muhtemelen umursamadılar, en fazla polis müdahalesi olacak” diye düşündük. Gökmen’i patlamada kaybettim.” 30-40 metre kadar ilerisindeki ilk patlamadan sonra Gökmen’e ‘abi bomba’ dediğini hatırlıyor, sonra ikinci ‘Tekbir’le birlikte patlayan ikinci bombayı. Sonrası bölük pörçük...: “Müthiş bir sıcaklık, basınç, müthiş bir sessizlik hatırlıyorum. Olduğum yerden uçtum, kalktım bir yerim koptu mu diye baktım. Vücuduma saplanmış insan kemikleri vardı. Yanık, kan, et kokusu. Hayatımda duyduğum en iğrenç koku. Her patlamada o koku geri geliyor. Hemen ardından polis müdahalesi geldi zaten.” Bahadır’ın bağırsaklarımın büyük bir bölümü, karın zarım alındı, sol kulağımı kaybetti. Vücuduna giren 30 kadar parça çıkarılamadı, ‘onlarla kardeş kardeş yaşayacağız’ diyor.
Patlamadan bir buçuk ay sonra Ankara’ya gitmiş, garı da görmek için trenle: “Düştüğüm andan sonrası bir kare olarak hep aklımdaydı, her göz kırpmamda o kare canlanıyordu, uyuyamıyordum. Meydanın hatırladığım o açısına gittim, biraz izledim, görüntüyü güncelledim. İşlerine gidenler, durakta bekleyenler, taksiler, simitçiler.. Bir saat kadar orada oturdum, sonra normale döndüm.” Yine de kalabalıklara giremiyor. Bir zamanlar kendini en güvenli hissettiği yer olan eylem alanlarında artık güvensiz hissediyor, kalabalık caddelerden değil, sakin ara sokaklardan gidiyor, konserlere giremiyor. “İyileşmesi uzun sürecek farkındayım, ama alışarak yaşamaya çalışıyoruz” diyor.
7 Kasım duruşmasının uzun süreceğinden, ‘FETÖ’ torbasına tıkmak için son günlerde çıkan haberlerden bahsediyoruz. Duruşma günü orada olacağını söylese de, Bahadır’ın da adalet beklentisi yok: “Hiçbir devlet görevlisi yok iddianamede. Ayakları yere basmayan bir dosya. Hesap sorulacaksa bile onun yeri adliye koridorları değil diye düşünüyorum.”
Katliam 1. yılında anılıyor
Ankara Katliamı’nın 1. yılının anma programı belli oldu. 9 Ekim’de Karşıyaka Mezarlığı ve diğer illerdeki mezarlıklarda saat 11.00’da anma düzenlenecek. Ardından İnşaat Mühendisleri Odası’nda '10 Ekim’in Ardından' isimli bir panel düzenlenecek. 10 Ekim’de ise saat 10.04’te Ankara Garı önünde anma düzenlenecek.