97 yaşında yitirdiğimiz muhalefetin güçlü ismi, yazar Vedat Türkali’yi bir başka yazardan Şebnem İşigüzel’den okuyalım. İşigüzel, Türkali’nin sanatı ve mücadelesiyle tanıştığı dönemlerin içerisinden geçiriyor hepimizi.
Yazlık sinemada Fatmagül’ün Suçu Ne ? filmini izlememiz infial yaratmıştı. Senaryosunun Vedat Türkali’ye ait olduğunu bilmiyordum. Sadece böyle bir şeyi hayal etmenin yüceliğini ve erdemini kısa bir anlığına da olsa düşünmüştüm. Düşünebilmiştim. Neredeyse çocuktum. Annelerimiz kendi aralarında bizi sinemaya nasıl aldıklarını tartışıyorlardı. Sonra filmde neler olduğunu. Benim için Vedat Türkali bir grup kadına çay saatinde bu filmden haraketle sonu “Fatmagül’ün Suçu Yok !” çığlıklarıyla noktalanan bir özgürlük ve kafa tutuş manifestosunu yazdırandı.
Darbe üzerimizden yeni geçmişti. Daha doğrusu yıl 1986, eze eze, yavaş yavaş çiğneye çiğneye geçiyordu. Fatmagül bu ahval ve şerait içinde en son düşünülecek şeydi. Hep öyle olacaktı. Kadınlar ve gençler sona kalacaktı. Ama bir adam çıkmış düşünmüş ve yazmıştı. Büyülenmiştim. Üzerimdeki etkisini daha sonra fark edecektim: Kadınlar, cinsel şiddet, toplumsal baskı hikayesinin nüvesi bu filmle içime düşmüştü.
Çoğunluğun aksine ben Vedat Türkali ile sinema aracılığıyla tanıştım. Otobüs Yolcuları, Üç Tekerlekli Bisiklet’in de onun eseri olduğunu hayranlıkla öğrendim. O zaman google yoktu. Bilgiye kafa göz yararak, harbi tecrübe ederek ulaşıyorduk. Sıra yeryüzündeki macerası benimle yaşıt Bir Gün Tek Başına’yı okumaya gelmişti. Okudum. Artık lisedeydim. En obur okuma çağında. Pek çok şey okuyor bir kısmını hızlıca unutuyordum. Geriye iyiler kalıyordu sadece. Bir Gün Tek Başına kaldı. O romanı hiç unutmadım.
Sonra ben de romancı oldum. Hatta Vedat Türkali ile aynı mahallede yaşamaya başladım. Yolda karşılaştık, “Aaaaa !” yaptım kendisini çok iyi tanıyormuş gibi sonra hiç tanışmadığımızı hatırlayıp mahcup olarak. Gülümseyerek beni selamlayıp geçip gitmişti. Nereden bilecekti bu bebek arabasını itekleyen kızcağız benim Fatmagül’ümü izlemiş, çarpılmış sonra da romanlarımı okumuş. Bilemezdi.
Damadı Atıf Yılmaz’a anlatmıştım. Bir öykümü filme uyarlamak istiyordu ve benzeri az bulunur zerafette birisiydi. “Söyleseydin ya,” demişti. Evet, niye söylemedim ki? Bir daha sessiz sakin kaldırımlarda karşılaşamayacaktık. Kalabalık ortamlarda, Vedat Türkali’nin kürsüye çıkıp indiği konuştuğu yerlerde karşılaşacaktık. Sözgelimi 2011 Aralık ayında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen Diyarbakır Cezaevi Sempozyumu’nunda. Kendisi sempozyumun açılış konuşmacısıydı. Ben de 1980 - 1984 yılları arasında Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevinde siyasi tutsaklara yaşatılan işkence ve vahşet koşulları ile ilgili yüzleşme çalışmasını yürüten hakikat komisyonundaydım. O karşılaşmamızda da sinemadan edebiyata, insan haklarına ve sosyalizme kadar pek çok alanda kıymetli işler yapmış bu koca adamı herkes gibi coşkuyla selamlayıp alkışlamakla yetindim.
Vedat Türkali bu kadar çok insanın hayatına dokunduğunu biliyor muydu acaba ? Sadece Üç Tekerlekli Bisiklet bile yeterdi bana kalırsa. Ya da tek bir roman: Bir Gün Tek Başına. Ya da hiçbiri: Sadece özgürlük, insan hakları, namuslu bir dünya peşinde geçerilmiş o koca ömür bile yeterdi Vedat Türkali’nin varolmasına.
İnsan ne için yaşar ? Vedat Türkali çok ilginç zamanları kapsayan 97 yıllık ömrüyle bu sorunun cevabını veriyor aslına bakarsanız. Radyodan, Tweetter’ a uzanan bir çağa tanıklık etmek, üstelik bunu zamana uyumlanan bir kafayla yapmak önemli. Vedat Türkali hiç durmayan ve asla yavaşlamayan kafasıyla zamanını kavrayan adamlardandı. Sapasağlam ve çok net şeyler söylüyordu. Ayrıca ne korkuyor ne de sözünü sakınıyordu. Zaman ilerledi, çağ fır döndü ama memleketin politik iklimi güdük kaldı, hiç değişmedi. Vedat Türkali gibi güçlü yazarların bizim gibi toplumlara doğması hediye gibi. Ama o daha iyi bir iklimde bütün bu yazdıklarıyla, yarattıklarıyla, dört kuşağa birden seslenme gücünü bulan Fatmagül’üyle daha mı rahat çiçek verirdi acaba ? Ya da hapisle mapusla hep direnmekle geçen ömür mü veriyordu ona bu yaratma cesaretini ve gücünü ? Bence ikincisi. Biz romancılar için bu topraklarda acıyla, kahırla şerbetlenmek önemli bir şeye vesile oluyor: Umuda. Bakın bu gelişmiş toplumlarda hiç bulunmayan bir şeydir. Çünkü onların her şeyleri vardır, özel hayatlarını bilemem ama toplumsal hayatlarında umuda ihtiyaçları yoktur.
Vedat Türkali’nin umudu, özellikle Gezi’den sonra yükselen umudu güzeldi. Bunu dillendirmesi bana güç vermişti. Kader işte, Vedat Bey son nefesini benim yazlık sinemada Fatmagül’ü izlediğim Yalova’da vermiş. Otuz yıl önce o yazlık kasabada bir küçük kız sizin kadın kahramanınızın hikayesiyle hislenmiş, “öyle şeyler” yazmaya niyet etmişti. İşte o bendim Vedat Bey. İzin verirseniz yazımın sonunu o genç kızın acemiliğiyle bağlamak istiyorum: Nur içinde yatın. Bütün güzel işleriniz için size minnettarız.