Vedat Türkali'yi, gazetemizin kurucusu Hrant Dink’in kendisiyle 2004’te özellikle solun Ermeni meselesiyle ilgili siyaseti üzerine yaptığı söyleşiyi yeniden yayınlayarak bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Türk solunun en yetkin isimlerinden, her dönemin muhalifi, tek kişilik örgüt, aydın, yazar Vedat Türkali 29 Ağustus Pazartesi günü 97 yaşında yaşama gözlerini yumdu. Eserlerinin yanı sıra, son nefesine kadar her siyasi mücadelede haksızlığa uğramışların yanında varlığıyla güç veren bu çınarı, biz de gazetemizin kurucusu Hrant Dink’in kendisiyle 2004’te özellikle solun Ermeni meselesiyle ilgili siyaseti üzerine yaptığı söyleşiyi yeniden yayınlayarak bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Türk sol tarihinin en yetkin ve kıdemli isimlerinden Vedat Türkali, doğumunun 85. yıldönümü olan 2004 yılı boyunca çeşitli etkinliklerle gündeme gelecek. Bu özel yıla, biz de kendi küçük katkımızı sunmak istedik ve Türkali ile pek çok konunun yanı sıra ağırlıklı olarak Türk Solu içerisindeki Ermeniler ve sol hareketin ‘Ermeni Sorunu’na bakışına ilişkin söyleştik.
• Hocam, öncelikle bize biraz Türk solu içerisindeki Ermeni arkadaşlarınızdan bahsedebilir misiniz?
V. TÜRKALİ: Mahalleden, ilkokuldan en yakın arkadaşımdı Hayg Açıkgöz. Üniversiteye geldiğimiz yıllarda Partiʼye de birlikte girdik. Diğer Ermenileri de onun aracılığıyla tanıdım. İstanbulʼa gelince Gedikpaşaʼda bir evde oturdu. Tam onun karşısında da Altunyanlar vardı; Dr. Nurhan Altunyan ve Ara Altunyan. Komünist sempatizanıydılar. Çankırılı bir dişçinin çocuklarıydı, İstanbulʼda okuyorlardı. TKPʼye girmediler; örgütlü eylemlerine katılmadılar. Onlarla birlikte Aram Pehlivanyanʼı tanıdım. 46 tutuklamasından sonra Aram ve Hayg ülkeden çıktı. Aramʼla ilgili, Hayg Açıkgözʼün çıkacak anılarında, özellikle dışardaki yaşamlarıyla ilgili geniş bilgi var.
• 46 Tutuklaması dediğiniz neydi?
V. TÜRKALİ: O dönemde Şefik Hüsnü, Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisiʼni kurmuştu. Bu Ermeni arkadaşlar da partiye girdi. Sonradan ona karşı Esat Adil tarafından Sosyalist Parti kuruldu, ama Şefik Hüsnüʼnün partisi hep asıl parti olarak bilindi. Tutuklamalar oldu ve Şefik Hüsnüʼnün kurduğu yasal parti, gizli Türkiye Komünist Partisiʼnin devamı olmakla suçlandı. Bu arada desantralizasyon kararı sonrası TKP yasa dışı etkinliklere girişmiyordu. O günkü dünya politika koşullarında Sovyetler Birliğiʼyle ters düşmemeye hükümet de özen gösteriyordu. Komintern, TKPʼye, Kemalistleri sola çekin ve faşizme kaptırmayın, Almanlarʼın müttefiki durumuna düşmesin ülke, dedi. Savaş bitince yeni bir dönem başladı. Türkiyeʼden toprak talepleri oldu, üsler istendi. Türkiyeʼdeki Sovyet karşıtları büyük bir yaygara kopardılar ve ülkeyi anti Sovyetik bir cepheye oturttular. O zaman da bu kurulan parti, bir nevi Sovyetler Birliğiʼnin ajan partisi olmakla suçlandı. Parti daha önceki TKPʼden elemanlar da barındırdığı için birtakım bağlantılar bulmak da çok güç olmadı. Birçok kişinin ifadesini alıp partiyi suçladılar. Sonra da bu insanları, faşizm kökenli 141. maddeden mahkûm ettiler, partiyi de kapattılar. Bu arada hapishanede Ermeni grubu arkadaşlarla epeyi çatışmalar çıkmış.
• Grup kaç kişiydi?
V. TÜRKALİ: Aram Pehlivanyan vardı. Hayg Açıkgöz vardı. İhmalyanlarʼdan Jak vardı. Sorgulamada en kötü sınavı Aram verdi, bildiğim. Jak çok sağlam çıkmış. Ben şahsen hiç tanıyamadım onu, ama arkasından çok sempati duyduğum bir çocuktu. Vartan İhmalyanʼı sonradan tanıdım. Hatta anılarını, o öldükten sonra karısı bana verdi, Moskovaʼdan Londraʼya götürdüm önce; koşullar pek elverişli değildi çünkü. Türkiyeʼye birkaç yıl sonra soktuk ve basılmasına yardım ettim.
• Peki bahsettiğiniz çatışma neydi?
V. TÜRKALİ: Cezaevi psikozuyla sinirler geriliyor, insanlar karşılıklı birbirini suçlamaya başlıyor. Ben o tutuklamada yoktum, başka arkadaşlardan işittim. Hayg çok üzgündü. Şefik Hüsnüʼye kızıyorlardı. Hemen herkes bir polis saldırısı beklentisindeydi; bunu olası görmeyen tek kişi Şefik Hüsnüʼydü! ‘Komünist’de anlattığım gibi; ben kaç kez söylememe karşın Şefik Hüsnüʼye bunu kabul ettiremedim. Hükümet kanallarının halkı, muhalefeti ürkütmek için yaydığı bir yaygara olarak görüyordu Doktor bu yorumları. Bu inançla da, önlem almamış, çok belge kaptırmıştı polis aramasında… Bu Ermeni arkadaşlardan oluşan grup da yaklaşık sekiz kişi kadardı, sanıyorum. Ermeniliklerinden değil de aralarındaki görüş ortaklığından doğan bir birliktelikti. Derttaştılar.
• Ermeni Sorunu denilen konunun Türk Solu içinde gereği gibi tartışılmamış olduğunu biliyoruz. Bahsettiğiniz bu gruplaşma, bu konu eksenindeki tartışmalardan da doğmuş olabilir mi?
V. TÜRKALİ: Hayır, değil, çünkü bizim kuşaklarda bu konu ara sıra söz konusu edilir, ama tam bilinmezdi. Yalnız Ermeniler bizden daha bilinçliydiler, çektikleri acıyı kuşaktan kuşağa aktarmışlardı. Ben Ermeni Olayıʼndaki pek çok ayrıntıyı şahsen sonradan öğrendim. Çünkü bu bir oldubitti olayı sayılıyordu ve yeni toplumun kuruluşunun öncüsü olan Kemalistler, öncekilerin bu konuda yapıp ettiklerini pek sahiplenmediler, suçlular gibi bile göründüler! Mustafa Kemalʼin İttihatçıların bu kitlece imha yöntemine “Çılgınlık bu!” dediği söylenir. Batılılara bildirisinde, suçsuz yurttaşları yasa dışı yoldan kıyımla suçlar Mustafa Kemal İttihatçıları. Yapanlar kim? Başta Talat, Enver, Sait Halim Paşa ve Bahattin Şakir. Bunlar İttihat Terakkiʼnin en azılı çete başları. Çıkacak olan yeni kitabımda ben tüm bunlara değiniyorum.
• Ermeni tarihine ilişkin neler düşünüyorsunuz?
V. TÜRKALİ: Ermeni halkının Ortadoğuʼda acılı bir tarihi var. Daha Bizans zamanında, Ermeni Kilisesi ile Bizans Kilisesi sürekli çatıştılar. Ermeniler; Perslerden, Bizansʼtan, Moğollardan büyük zulüm gördü. Fatih İstanbulʼu aldığı zaman Ermenileri kente yerleştiriyor, bu da tabii Rumlara karşı Ermenileri kuvvetlendirme politikası. Ermeniler bu bölgenin en uyanık topluluğu. Onların talihsizlikleri, tarihteki geri bir aşamada bölge halklarından çok daha önce Kapitalizme ayak uydurmuş olabilmeleri! En eski Hıristiyan bir halk olarak, İslam yoğun bir bölgede kuşatılmış olmaları. Asıl önemlisi emperyalist çağda, gözünü Ortadoğuʼya, yakın Asyaʼya dikmiş Alman emperyalizmi tarafından, bu saldırı tasarılarına engel olarak görülmeleri. Batıʼdaki öteki emperyalist ülkelerle de bağları vardı Ermenilerin. Almanlar, çıkarlarına en uygun gördükleri Türk ulusalcılarını her türden saldırganlığa kışkırttılar, desteklediler. İttihatçı terörünün ardında Almanlar vardır.
• Dediniz ki, biz o dönemdeki sol olarak 46ʼlı yıllarda 30 yıl öncesini bilmiyorduk. Peki bilenler vardı. Ermeni bir grup vardı sol içerisinde. Bunlar da mı hiç anlatmazlardı?
V. TÜRKALİ: Hayır. Başlarda aldatıcı bir dönem vardı. Kemalistler kurnaz hareket ettiler ve yeni bir dönem başladı, olan oldu biten bitti, dendi. İlk zamanlar, demin dediğim gibi, bunu yapan adamları da düşman olarak anlattılar bize. Sonra sonra burjuvazi sağa kaydıkça bunların hepsi kahramanlaştı. Sen bu pisliği yapanları ulusal kahraman ilan edersen, dünya da onların faturasını önüne koyar senin; öde der! Üstelik bu adamların Türke, Ermeniden çok zararı dokunmuş. Koca bir imparatorluğu batırmışlar.
• Türk Soluʼnun Ermeni konusuna yaklaşımı açısından Nazım Hikmet de incelenmeye değer. Tüm bu solcu Ermenilerin yanı sıra Ermenistanʼdan da birçok ozanla Moskovaʼdayken arkadaş olmuş. Ama Nazımʼda da bu konuya dair bir tek satır yok.
V. TÜRKALİ: Şimdi, İttihatçılar öylesine radikal bir edim yaptılar ki bugün Türkiyeʼde yeniden bir Ermeniler hikâyesi yaratmak, çözümsüz kanlı bir döneme kapı açar bu! Örneğin bizim Haygʼın babası Havzalı bir toprak sahibi, değirmeni var. Sürgün yollarında değirmenciyim diye güç bela canını kurtarmış, dönmüş gelmiş ki toprak falan yok. Tarihte çok görüldüğü üzere mülkiyet el değiştirmiş. Nazım, Kuva-yi Milliyeʼyi anlattığı zamanda bu Ermeni Olayı en acı biçimiyle olmuş bitmişti.
• Ama Ermeni tarihi 1915ʼte başlayan tehcirin 1923ʼe kadar sürdüğünü söyler. Hatta yeni bulgular şudur: Kuva-yi Milliyeʼnin en fazla verdiği mücadeleden biri de geri dönen Ermenilere karşı olmuştur. Bu açıdan bakıldığında Nazım gibi Türk solunun büyük isimleri de Kuva-yi Milliyeʼnin bu yönlerini konuşamadılar.
V. TÜRKALİ: Kuva-yi Milliye, 1. Cihan Harbi bitip de Anadoluʼda Osmanlıʼdan kalan parçalar üzerinde Batı emperyalizminin kalkıştığı işgaller döneminde başladı. Mustafa Kemal Samsunʼa gitti, sonra Erzurumʼa gitti. Sivasʼa sonra geldi, niye? Çünkü Erzurum, Kürtlerle ilişki kurmanın ana kapılarından biriydi ve evvela onları yanına aldı. Çünkü Şerif Paşa ile Boğos Nubar Paşa Sevresʼde, başta Amerika olmak üzere emperyalist devletlere dediler ki “Bize iki ayrı devlet kurun; bir Kürt, bir de Ermeni devleti. Biz sizin adaletinize güveniyoruz.” Tam teslimiyet politikası! Şimdi Mustafa Kemal bunun karşısında ince bir politikayla Kürtleri kazanmanın yolunu aradı. Erzurumʼda Kürt Beyleriʼyle buluştu ve “Sizi Ermenilere, Hıristiyan dünyasına kurban edecekler. Hiç merak etmeyin, devlet İslam kardeşlerimizle birliktedir. Biz sizi koruruz” dedi. Kürtler de razı geldi, çünkü Ermenileri öldürenlerin, malına, mülküne el koyanların çoğunluğu da Kürt Beyleriʼydi. Dolayısıyla Ermeniler geri gelir, topraklarını ister diye korkuyorlardı. Olup biten de şöyleydi gerçekte: Ermeniler güneyde, Fransız; kuzeyde, Kafkaslarda Rus üniformalarıyla geliyorlardı Türklerin, Kürtlerin üstüne. Etnik bir tepkiyi yaşıyor Ermeniler o günler. Erivan merkezli Ermeni devleti kurulacak; Ermenistan Komünist Partisi, İngiliz emperyalizmiyle yakınlık içindeki Taşnaksutyunʼculara karşı savaş yürütüyor en çok. Kafkas yöresindeki TKPʼliler en çok Çar ordusuyla, İngilizlerle işbirliğindeki Ermeni ulusalcılarından korkuyorlar. Nazım bir halkın Kürt Türk ayrımı da yapmadan emperyalizme karşı yürüttüğü savaşı anlattı. Ermenileri anlatsa aleyhlerine konuşacak. Verilen bu anti emperyalist savaşı, yerel tepkiyi anlatmakla yetindi.
• Bir yanda halen Ermeni Soykırımıʼnın tanınmasına yönelik çalışmalar, sağımızda bir Ermenistan, bu konuya halen empati gösteremeyen bir Türkiye Cumhuriyeti resmi tezi, birçok şeyi bilmeyen ya da yanlış bilen bir Türkiye toplumu çoğunluğu... var. Ne yapmalıyız bundan sonrası için?
V. TÜRKALİ Ben komünistim; bütün insanlığı kardeş biliyorum, ama bu kardeşlik diğer halkların haklarını çiğnemeye dayanan ve onları asimile etmeye yönelik bir duygu olamaz. Ermenilere büyük haksızlık edilmiştir. Biz Ermenilere çok şey borçluyuz. Tiyatroyu Ermeniler kurdu. Basında, sanatta, müzikte onlar var. Bir Zohrab var mesela. Bugün getirin Zohrabʼın Meclis konuşmalarının altına imza atayım. Bir gerçek vatanseverin, yaşadığı ülkenin çıkarlarını nasıl koruduğunu gösteriyor. Batı finans kapitalinin Türkiye uzantısı maliyeci Cavit Beyʼle Meclisʼteki tartışmaları örnek yurtsever bildirilerle dolu. Biz bu adama ne yaptık? Sürgüne yolladık ve o yolda bir çavuş kafasını taşa vura vura öldürdü. Gomidas var ki tarihte ilk defa köy köy dolaşıp Kürt, Türk, Ermeni, tüm halkların müziğini derlemiş, öncü bir etnomüzikolog! Sürgün günlerinin acılarıyla ruhsal sağlığını yitirmiş. Çekilen bunca acı, dökülen suçsuz kanından sonra insancıl yollar düşünmek zorundayız. Ülkenin varolan güzelliklerini çiğneyerek bir yere varamayız. Varamadık da; etnik ayrımcılıkla çok şeyler yitirdik. Yasaklarla birlikte biz Türkler de büyük zararlara uğruyoruz. İnsanlık kültürüne asıl ışık tutan şeyden, özgürlükten yoksun kalıyoruz. Hâlâ aydınımız egemen güçlerin taktığı at gözlüğüyle bakıyor dünyaya. Mesela Taner Akçam ve Halil Berktay bu konuda bilimsel tezler ortaya attı, neredeyse vatan haini ilan edildiler. Bu dar, etnik kafalarla bir yere varamayız. Öncelikle şu vatan sevmenin ne olduğunu çok iyi öğrenmek zorundayız.