YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Kimse kimseyi kandırmadı

Günlerdir gözüm haber kanallarına takılıyor ister istemez. Her kanalda bir itirafçı. Gülen Cemaati’nin hangi usullere göre yapılandığını, insanları nasıl kandırdığını anlatıyorlar. Tabii, kendilerinin de nasıl kandığını... İster istemez 36 yıl öncesine gidiyorum. O vakitler de, yani 12 Eylül darbesi sonrasında TRT sürekli olarak, ele geçirdiği, ‘konuşmaya’ karar vermiş eylemcileri çıkarırdı bültenlerde. Yüz ifadelerinden nasıl bir süreçten geçtiklerini anlayabileceğimiz, pişman olmuş ‘anarşistler’, nasıl ‘kandırıldıklarını’ anlatırlardı ekranda. Tüm Türkiye de izlerdi. Bu itirafçıları izlerken, bir süre sonra aklıma şöyle bir şey gelmeye başladı: Madem darbeyi atlatmıştık, niye kendimi gerçekleşmiş bir darbe sonrasındaymış gibi hissediyordum? Neden tüm şartlar sanki bir darbe sonrasında yaşıyormuşuz gibiydi? Bu benzerlik beni ister istemez başka benzerlikleri düşünmeye sevk etti. Bu itirafçıların televizyonlara çıkarılması neden bu kadar önemliydi? Daha doğrusu, darbe sonralarında televizyonlara itirafçıların çıkarılması neden bu kadar önemliydi? Bu manzara içinde hükümet üyelerinden gelen “kandırıldık” açıklamalarını nereye koymalıydık?

İtiraflar meselesine geleceğim, ama önce bir not düşmeliyim. Bu itiraflara şunlar da eşlik etmekteydi: Bu yapı, yani Gülen cemaati, öncelikli olarak bir dış projeydi. Artık nereyi anlıyorsanız anlayın – ister ABD, ister Vatikan, ister Yahudilik, Kabalacılık, ister dünyanın gizli patronları... Bunların maksadı, Türkiye’deki Müslümanlığı bitirmekti. Burada kesip, yine 12 Eylül sonrasına gidelim. Denirdi ki, onlar da kökü dışarıda bir projenin, Türkiye’deki üyeleriydiler. Kuklaydılar. İlk olarak üzerinde durmamız gereken nokta budur. Türkiye, daha doğrusu bu topraklar, hiç kendi kendine bir şey yapmaz; hep birileri bir şey yaptırır. O birileri Türk ya da Müslüman değildir. Maksat hep bu ülkeyi engellemektir. Bu projeleri istediğiniz kadar geriye götürebilirsiniz. Mesela Gülen’a bakarsanız, bu iş bin yıllar öncesine, Ermeni Pakraduni hanedanına kadar bile gidebilir. Onların bu topraklar üzerinde emelleri vardır. Gülen keza Perslerden de fevkalade şüphelenir. Başkalarına göre ise Gülen zaten Vatikan projesidir. (Derken, birden aklıma Yalçın Küçük’ler filan geldi. Neyse...)

Türkiye’de her ne oluyorsa, aslında bu ülkede olmaz. Bu ülkeden böyle şeyler çıkmaz. Söylenen budur, ve ilk meselemiz tam olarak budur. (Bunu, 12 Eylül öncesindeki siyasallaşma ile Gülen hareketi arasında bir benzerlik olmadığına dikkat çekerek söylüyorum.) Şu gerçeklikle yüzleşmeyecektir elbette Türkiye: Gülen Cemaati ve hareketi, bu topraklarda hayat bulmuş, bu topraklara özgü bir milliyetçilik ve dindarlığın tezahürü olarak büyümüş, büyütülmüştür. Bu topraklara özgü bir milliyetçilik ve dindarlığın serpilmesi için kollanmıştır. Bu milliyetçilik ve dindarlığın devlete yerleşmesi için önü açılmış, koca bir siyaset ve devlet sınıfı onunla iyi geçinmiştir. Peki niye?

Burada yine 12 Eylül sonrasına dönebiliriz. Gülen Cemaati’nin önü açılmıştır, çünkü 12 Eylül’den sonra devlette “alnı secdeye değenler” olsun istenmiştir. Solcular, Aleviler, ‘kripto Ermeniler’, ‘kripto Yahudiler’ devlete sızmasın, devlet içinde olmasınlar diye bu yapının önü açılmıştır.

Sonra efendim,, AKP, Kürt meselesi ile solcularla uğraşırken devlet içinde, polis içinde, yargı içinde milliyetçi ve dindar bir güç olsun diye açmıştır Gülen Cemaati’nin önünü. Gülen Cemaati de hiçbir konuda aslında kimseyi kandırmamıştır. Şimdi “kandırıldık” diyenler, Afrika ülkelerinden, Orta Asya’dan gelen çocuklara Türkçe şarkılar söyletilirken aslında ne yapıldığını gayet iyi biliyor, gönülleri neo-emperyal duygularla doluyor, bu proje onları sonsuz hislendiriyor, gözlerini yaşartıyordu. Yoksa Türk asrı mı geliyordu? Keza Kürt illerindeki toplu gözaltılar, hükümeti pek de rahatsız etmiyordu., zira o vakitler zihinlerinde zaten başka bir perspektif yoktu Kürt meselesi konusunda.

Gülen Cemaati kimseyi kandırmadı. Ne yapacakları gayet belliydi. 12 Eylül sonrası ortamda kendilerine çok büyük bir alan açıldı. Bu alanda sadece devlet yoktu, aynı zamanda toplum da vardı. Muhafazakâr bir nesil yetişecekti. İtiraz etmeyen, evlenip çocuk yapmaktan başka bir amacı olmayan, ticaretle uğraşan, mutaassıp bir toplum yaratılacaktı, bir daha toplumun kendi kaderini ellerine almaya çalıştığı bir dönem, maazallah, görülmeyecekti.

Gülen Cemaati’nin önü işte bunun için açıldı. Kimse kimseyi kandırmadı. Ama şimdi “kandırıldık” demek durumundalar. “Bu proje bu topraklardan çıkmadı” demek durumundalar. Çünkü bu ülkenin egemenleri, hiçbir zaman sorumluluk üstlenmediler. Yaptıkları hiçbir işin sonucuna katlanmadılar. Her zaman kabahati atacakları dış ya da iç güçler vardı. Her şeyden önce iç güçler vardı. Sahi, onlar olmasa ne yapacaklardı?

12 Eylül sonrasıyla başladık, öyle bitirelim. Salı sabahına Özgün Gündem’in kapatıldığı haberiyle başladık. Bu da yetmedi, gazete çalışanları, genel yayın yönetmenleri, yayın kurulu üyeleri gözaltına alındı, gazete mühürlendi. “Kendimizi neden darbe sonrasındaymışız gibi hissediyoruz?” sorusunun yanıtı gibi oldu bu uygulama. Üstelik bu gözaltılar OHAL şartları içinde yapılmakta; gözaltına alınanların beş gün boyunca avukatlarıyla görüşememesi söz konusu. Her şeyden önce, yine bir gazete, yine Özgür Gündem kapatılmıştır. Özgür Gündem’in başına gelenler, her zaman nasıl bir rejimde yaşadığımızın göstergesi olmuştur.