İktidar baş döndürücü bir hızla iç siyaset malzemesi yaptığı ne kadar “dış” düşmanlık varsa, hepsinde bir bir geri adım atarak bir tür “normalleşme”ye gitmekte. Rusya ve İsrail’in ardından sırada Mısır ve Suriye rejimi var. Başbakan Yıldırım’ın sözlerinden bu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak derecede anlaşılmakta. Zira Yıldırım “Suriye ile normal ilişkilere döneceğiz” deyiverdi. Başbakan, bu sözlerinden iki gün önce de “Irak, Suriye, Mısır ile bütün bölgedeki ülkeler ile bizim kavga etmemiz için çok neden yok. İlişkilerin ileriye taşınması için çok neden var.” demişti.
Şimdi kamuoyu harıl harıl bu U dönüşünün nedenlerini keşfetmeye çalışmakta, bir yandan da yıllardır bu tür bir normalleşmeyi savunanlar AKP ve medyasından yedikleri “sopa”nın hesabını sormakta, anlamını sorgulamakta. Bu tartışmalar muhtemelen bir yere varmayacak ve bir süre de bu normalleşme havası içinde yaşayacak, AKP medyası ve ideologlarının yeni döneme kendilerini nasıl da ışık hızıyla adapte ettiklerinin şaşkınlığını üzerimizden atmaya çalışacağız. AKP medyası ve tabanının bu konuda AKP’den tutarlılık talep etmesini ise boşuna bekleyeceğiz.
Dediğim gibi bunlar gelip geçecek meseleler, Türkiye her tür konuyu iki hafta delicesine, kanırtarak tartışan sonra da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eden bir ülke. Yine de bu U dönüşü üzerine kafa yoracak olursak kendi adıma söyleyebileceğim şey şu olur ki, temel motivasyon muhtemelen ekonomiktir. Rusya’dan ilk turist kafilesi geldiğinde Hükümet’ten yaşanan coşku patlaması, bunun en önemli göstergesi. Türkiye’nin turizmsiz, hele ki Rus turistsiz yaşayamayacağı belli. Ancak şurası da belli ki Türkiye ekonomisinin kırılgan hali, komşularıyla ve büyük ülkelerle uzun süreli çatışmalara izin vermiyor. Dolayısıyla zaten Rusya, ABD ve AB’yi ne zamandır hayli huylandıran Suriye politikası uygun bir kılıf bulunarak ve belki de Kuzey Suriye için bir iki taviz koparılarak yavaştan terk ediliyor denebilir.
Peki bu terkedilmek istenen politikanın ceremesini kim çekiyor? IŞİD’in artık Türkiye’yi bir hedef haline getirmesi ve Türkiye içinde ciddi biçimde kök salması nedeniyle kendi halindeki insanlar çekiyor. Bayram’dan hemen önceki Atatürk Havalimanı saldırısı, IŞİD’in Türkiye’de ne çapta saldırılar düzenleyebileceğinin göstergesi. Ve her gün, IŞİD militanlarına yıllar içinde bu ülkede nasıl göz yumulduğu ile ilgili haberler okumaktayız.
AKP belli ki her zamanki gibi bu işten de tereyağından kıl çeker gibi sıyrılacak, zira bunun hesabını ona soracak bir kamuoyu ve medya yok. Bu, işin bir yönü.
İşin diğer yönü ise bu U dönüşünün “içeride” de olup olamayacağı. Rusya ve İsrail ile başlayan süreç zaten birçok kişinin aklına bu soruyu düşürmüştü. Öyle ya, kanlı bıçaklı olduğumuz ülkelerle barış yapılıyorken, Kürt meselesinde niçin tekrar müzakereye dönülmesin? Tam bunu kastetti mi bilinmez ama buna benzer bir soruyu bir dönem AKP’de önemli görevler üstlenmiş, TBMM Başkanlığı da yapmış Cemil Çiçek ortaya atıverdi. Bu gelişmen ardından mesele daha sık biçimde tartışıldı ancak Başbakan Yıldırım yazını başında bahsettiğimiz konuşmasında “İçeride ve dışarıda dostluk çemberini genişleteceğiz” gibi genelgeçer bir cümle dışında dişe dokunur bir laf etmedi. Zaten Kürt meselesindeki genel gidişata baktığımızda da iktidarın içerideki en büyük mesele hakkında bir hamle yapmak gibi niyeti görünmüyor, tam tersine savaşın bu hızla gitmesinden neredeyse memnun gibidir. Keza “barış”, “müzakere” diyen bilumum akademisyen, gazetecinin içeri tıkılması, Öcalan’a tecridin sürmesi ve şehitlik mertebesinin her fırsatta övülmesinden de anlıyoruz ki iktidar belli ki bir süre daha bu kan politikasını sürdürmeye niyetlidir. Perde arkasında bazı niyetler varsa da bunlar şimdilik dedikodu mahiyetinde ve elle tutulur bir gelişmeden bahsetmekten hayli uzağız.
“İçeri”nin diğer büyük aktörü olan “Gayrimüslimler”e gelirsek. Burada da durum pek parlak değil. Konuyla bağlantılı olmakla birlikte “dış gelişme” sayılan Ermenistan ile ilişkiler, sınırın açılması gibi meselelerde bir gelişme yok, konu hala Azerbaycan’ın ipoteği altında. Daha da içeriye gelecek olursak, Başbakan’ın bu haftaki konuşmaları bu konuda da çok verimli. Çarşamba günü baştan beri atıf yaptığımız konuşmasının bir yerinde IŞİD’lilerin kollandığı iddialarıyla ilgili CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yanıt verirken bu konuda gerekli adli işlemlerin yapıldığını öne sürdü ve “Hal böyleyken hala maalesef Sayın Kılıçdaroğlu aynı Kirkor'un gaydasını çalıyor..” deyiverdi.
Açıkçası pek duyduğumuz bir laf değil, herhalde Yıldırım’ın memleketinden filan çıkmış olsa gerek. Yavaş konuşan ama ağzını bir türlü frenleyemeyen bir figür Yıldırım. Ve kritik meselelerde içinde serpildiği sağ zihniyetin bu meselelere nasıl baktığı konusunda fikir vermekten hiç çekinmiyor.
Bu incilerden bir tanesini de söz konusu konuşmasından iki gün önce deyivermişti: “Türkiye zor bir bölgede, etrafında 100 yıl ertelenen bir hesap var. Lozan ile ertelenen bir hesap var. O hesap tekrar önümüze konulmuş durumda. O hesap bu toprakların kaderini değiştirecek sinsi planların uygulamaya sokulacağı bir dönemden geçiyoruz.”
Yıldırım’ın bu 100 yıllık hesaptan ne kastettiği tam olarak anlaşılmadı. Ama belli ki devletin “içeridekilerle” barışmasına daha çok var.