Ne zamandır AKP eliyle yürütülen otoriter-faşizan rejimin toplumda karşılık bulduğundan söz ediyoruz. Buradan çok hızla şöyle bir denkleme dönülebilir elbette: Bu zaten toplumda varolan bir eğilimdi de AKP mi bu dalgayı kullanıyor, yoksa Erdoğan ve çevresi eliyle üretilen bu tehditkar dil toplumda gitgide daha mı fazla karşılık buluyor ve giderek daha mı fazla karşılık bulacak? Böylesi toplumsal meselelerde kesin bir hüküm vermek zordur ve verilen hükümler de bir miktar tartışmalı olacaktır. Ancak kesin olan şey, bu konudaki gidişatın somutluğudur.
Mesela geçen hafta, bir şehit cenazesinde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun önüne mermi atılması meselesini ele alalım. Olayın ardından Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın neredeyse olayı savunmuş “Milletimiz kimin nerede durduğunu görüyor” demişti. Kalın daha sonra yeni bir açıklama yaptı ve “Bu tip olayları tasvip etmemiz mümkün değildir” mealinde ama yine de Kılıçdaroğlu’na laf atan bir tonda konuştu. Erdoğan ise “Yapılanı tasvip etmek mümkün değil. Fakat tabii ki siyasetçi de, nerede ne konuşacağını gayet iyi bilmeli. Tahrikler tepkiye yol açabilir. Etki-tepki meselesi var. Yani siz, hele hele böyle şehitlerimizin arka arkaya geldiği bir dönemde, toplumun hassasiyetlerini göz ardı ederseniz, bu toplum size tepki verir. Toplumu tahrik etmemek lazım. Siyasilere düşen de budur. Fakat orada, bir gün önce yapılan açıklamalar, şehit yakınlarını tahrik etmiş olmalı.”
Açıklama dedikleri Kılıçdaroğlu’nun bir önceki gece televizyonda katıldığı yayında cezaevlerindeki terör tutuklularını da ziyaret ettikleri yönündeki açıklaması. Yani bu açıklama üzerine birileri mermi bulmuş (ki şehit yakını olmadığı belli) ve Kılıçdaroğlu’nun önüne atmış. Ki bu yayının daha sabahında billboardlara asılan ve Kılıçdaroğlu’nu suçlayan afişler hayli şüphe uyandırmışken. Burada iki mesele var tabii: bir dönem cezaevindeki terör suçundan yatan tutukluları insani nedenlerle çok sayıda milletvekili ziyaret etmişti ve yanlış hatırlamıyorsam bunlar arasında AKP’li vekiller de vardı. İkincisi böyle bir açıklamanın bu hızda reaksiyon üretmesi pek akla yakın değil. Ama diyelim ki öyle olsun. Erdoğan’ın yaptığı açıklama ne manaya gelmektedir? Açık biçimde neredeyse linç hukukunu savunacak raddeye gelmiştir Erdoğan, daha doğrusu “gelmiştir” demek ne kadar doğru bilmem çünkü ne zamandır oralarda dolaştığını zaten bilmekteyiz.
Geçen hafta bu vakaya kısaca değinirken yeni rejimin kurgusunda sadece Kürt siyasetinin değil CHP’nin de kriminalize edilmesinin yer aldığını söylemiştim. CHP belki “kurucu öğe” olduğunu düşünerek ve kitle tabanı olduğunu hesap ederek bu denklemi önemsemeyebilir ancak yeni rejimde CHP’nin de şu ya da bu şekilde hedefte olduğu bellidir. Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlık oylamasına evet oyu vermesi ise tarihin tekerrür etmesinden başka bir anlam taşımayacak herhalde. Zira malumdur, siyasi tarih, her türlü faşizan gidişatta muhalefetin bu tür sarsakça adımlarına zengin bir yer ayırır. Herhalde bu hamleler de böylesi bir gidişatın mütemmim cüz’ü oluyor artık.
Başta bahsettiğimiz vakalardan bir diğeri de 26 Haziran’da LGBT grupları tarafından yapılacak Onur Yürüyüşü’ne (ki son zamanlarda her yıl yapılmaktadır) İslami-Faşist gruplardan gelen tehditler ve bu tehditler karşısında yetkili makamların takındığı suskun tavırdır. Son olarak Alperen Ocakları Vakfı İstanbul İl Örgütü de bir açıklama yaparak bu grupları açık biçimde tehdit etti. Şöyle dendi açıklamada: “Sayın devlet yetkilileri bunlarla bizi uğraştırmayın. Ya gereğini yapın ya da biz gereğini yapacağız. Biz her şeyi göze aldık direk yürüyüşü engelleyeceğiz. Biz şimdi uyarıyoruz. Önceden olacakları bildirdik, bundan sonra olacakların sorumlusu biz değiliz.” Böylesi bir açıklama karşısında İçişleri Bakanı başta olmak üzere ilgili tüm devlet yetkililerin derhal devreye girip bu tür tehditlerin önünü alması gerekirdi, ancak dediğim gibi bu yazı yazılırken güvenliği sağlamakla yükümlü kurumlardan çıt çıkmamıştı.
Türkiye’de işler maalesef böyledir. Birileri önce devlete bakar oradan ışık yakıldığını görünce hareket geçer. Sonra bir daha bakar devlete. Sessizlik artık yeşil ışık anlamına gelmektedir. Neden sonra açıklama gelir ama mesaj alınmıştır artık. Devlet ve faşist gruplar, aralarında böyle anlaşır.
Umalım ki bu örnekte artık öyle olmasın ve kamu kurumları başlıca sorumluluklarını yerine getireceklerini artık beyan etsinler ve beyanlarının da gereğini yapsınlar. Fakat bunu yaptıkları durumda bile artık gelinen aşama manidardır. IŞİD zihniyetinin Türkiye’yi gün be gün nasıl ele geçirdiğini kaygı içinde izlemekteyiz.
Son örnek de seri katil olmakla suçlanan Atalay Filiz isimli zanlının yakalanmasından sonra polislerin bu kişiyle birlikte selfie çektirme yarışına girmeleri. Haberlere bakılırsa bu polisler açığa alınmış ama selfie çektiren polis sayısına bakıldığında bunun hiç de münferit bir vaka olmadığını anlıyoruz.
Şöyle bitirelim. Türkiye’de son günlerde bu cümleden meydana gelen hiçbir iş münferit değil. Bundan önce de değildi. Ama şimdi yeni bir mekanik işliyor. Gittiğimiz yer hayli can sıkıcıdır.