Coşku açısından en benzettiğim şampiyonluk 1982 oldu niyeyse. Belki de “Olamazsak çok yazık olacak” sınıfından bir sezon olduğu içindir.
Bizim gazetede Ermenice sayfaların editörü ve köşe yazarımız Pakrat Abi vardır. Pakrat Estukyan. Her pazartesi telefonla Fransa’daki bir Ermeni radyosuna bağlanır ve gazetenin, ülkenin gündemini özetler. Beşiktaş yendiyse mutlaka maçtan da söz eder. Şampiyon olduğumuz hafta sordum “Bahsettin mi?” diye. “Bahsetmez miyim?” dedi. Gazetede böyle bir gündem var çünkü. Beşiktaşlı sayısı az değil. Ben, Ferda, her iki Karin, Baruyr, Miran, Gözde, Sevan, Selin, Pakrat Abi.
Şampiyon olunca kafamda epey bir evirip çevirdim, bir şeyler yazmalı mı, diye. Bilen bilir bir zamanlar bu konuda epey kalem oynattıydım, bilhassa Beşiktaş taraftarının kendi çabasıyla çıkardığı ForzaBeşiktaş dergisi’nde. Ama sonraki yıllarda ülkemizde futbolun geldiği hal, yönetici sınıfının alengirli işleri, taraftarlık kurumunun yorucu, çığrından çıkmış hale gelmesi, siyasi gündem vs beni biraz futboldan uzaklaştırmıştı. Aslına bakarsanız hâlâ da öyle. Yıllardır stada gitmişliğim yok. Sadece stadımız olmadığından değil. Passolig, maça gitme şekil şemalinin iyice değişmesi de var bunun içinde.
Ama bu şampiyonluk üzerine iki satır yazmak istedim. Çünkü takımımız bu yıl gerçekten iyi top oynuyordu. Evet sosyalist teknik direktörümüz Slaven Biliç ile bir yola girmiştik zaten, ama bir türlü neticeye varamıyorduk. Sonra isabetli bir karar alındı ve 2002’den beri sempati ile takip ettiğim Şenol Güneş geldi takımın başına. Daha da bir kıpırdanmaya başladım. Teknik direktörlük performansının dışında ayrıca önemlidir Şenol Güneş çünkü.
Sezon başında imza törenini izlerken 34 yıl önceye gittim. 1982 yılına. 15 yıldır şampiyon olamıyoruz ve o yıl nihayet şampiyonluğa koşuyoruz. Sondan bir önceki hafta İnönü’de şampiyonluk için çekiştiğimiz Trabzon ile maç var. Mahşeri bir kalabalık var o hafta İnönü’de. Beşiktaş bastırıyor ama atamıyor bir türlü. Umut son haftaya, deplasmanda oynayacağımız Eskişehir maçına kalıyor, ki onlar da küme düşmemeye oynuyorlar. Neyse işte o maçta kalede Şenol var ve çok kritik kurtarışlar yapıyor. Maç 0-0 bitiyor ama sadece benim değil birçok Beşiktaşlının duygusu kızgınlık değil, saygı. İşini iyi yapıyor çünkü Şenol.
Sezon başındaki imza töreninde işte o günlere gittim ister istemez ve takım da lige iyi başlayıp taraflı tarafsız herkesi tatmin eden bir futbol oynamaya başlayınca içimde “Tam da bu yıl şampiyon olmalıyız” hissi iyice yerleşti. Ya da daha veciz bir ifadeyle “Bu sene, o sene” duygusu.
Olaylar beni yine 1982’ye götürüyor. Çünkü şu son maçlardan birinde Olcay’a soruyorlar “Beşiktaş’a şampi.. diyebilir miyiz?” Türkiye’de büyümeyen ve bu dil oyunlarına aşina olmayan Olcay tüm naifliğiyle soruyor “Şampi ne demek?” diye. Ben ise gülümsüyor ve 1982 yılından bir spor sayfası manşeti hatırlıyorum, “Beşiktaş Şampiyo..” yazan. Sanıyorum Trabzon maçı sonrasıydı, çünkü Eskişehir’i yenersek şampiyon olacaktık. Öyle de oldu zaten.
Coşku açısından da en benzettiğim şampiyonluk 1982 oldu niyeyse. Belki de “Olamazsak çok yazık olacak” sınıfından bir sezon olduğu içindir. Bir de o yıl bütün İstanbul’u kaplayan bayrakların sadeliği ile bu yılki bayrakların sadeliğini benzetmemdendir.
Futbol zaten biraz, biraz değil çokça duygular işi değil midir? İyi geldi bu şampiyonluk herkese. Kutlu olsun.
Not: Yazıyı bitirdikten sonra sevgili Tanıl Bora’nın Birikim dergisinin sitesindeki yazısını gördüm. O da bu yılın şampiyonu Beşiktaş’ı selamladıktan sonra gönlünün şampiyonu olarak Amedspor’u ilan etmişti. Haklı tabii. Amed’e de buradan bir selam gönderelim, tüm aleyhte şartlara rağmen çok önemli bir iş yaptılar. Üstelik bu yıl statta izlediğim tek maç, Haber Nöbeti vesilesiyle gittiğim Diyarbakır’da izlediğim Amed-Fenerbahçe maçıydı. Yani fahri bir Amedsporluyum zaten. Yolları açık olsun.