Bu yazı yayımlandığında, dokunulmazlıkların geçici olarak kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği oylamasının ikinci turu ‘yapılmak üzere’ olacak. Bu tür ara günlerde yazı yazmak riskli olsa da, konuya değinmeden olmaz. Salı akşamı yapılan ilk tur oylamalarda ‘evet’ oyları referandum aralığında, yani 330 ile 367 arasında kaldı. Teklifi gündeme alıp almama oylamasında 348, teklifin birinci maddesi için yapılan oylamada 350, ikinci madde için yapılan oylamada ise 357 ‘evet’ oyu çıktı. Maddelere geçildiğinde, ‘evet’ oylarının arttığı, ‘hayır’ oylarının ise değişmediği görülüyor.
Oylama üzerine epey analiz yapıldı. Belli olan şu ki, CHP’den epey bir ‘hayır’ oyu çıkmış. Başta “Anayasa’ya aykırı olsa da evet diyeceğiz” diyen CHP’nin, Erdoğan rejimin gidişatını fark edip bu gidişata fren olmaya karar verdiği düşünülebilir. Bunun da ötesinde, teklif zaten hukuki açıdan izah edilebilir değil (sadece belli bir süreye kadar olan geriye dönük dosyaları kapsaması...) ve bir kere bu dokunulmazlıklar kaldırıldığında ardından ne geleceği belirsiz, daha doğrusu endişe verici.
Salı akşamki dengenin bir benzerini cuma günü de yaşarsak, teklif referanduma gidecek. Erdoğan’ın ya da AKP’nin bu konuda ne planladığını bilmek zor. “Bu konuya ‘başkanlık’ önerisini ekleyip ikisini birden referanduma götürmek isteyebilir” diyenler de var ama başkanlık için de TBMM’de benzer bir sürecin işletilmesi gerekiyor. Bir diğer görüş, olur da referandum aralığı çıkarsa, Erdoğan’ın, teklifi tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye gönderebileceği. Bu süreçte CHP üzerinde kurulacak manevi baskıyla (“HDP’ye destek oldular!”) sonuç alınması planlanıyor olabilir. Gerçi bu baskı Cuma günkü oylama için daha bugünden başlamış vaziyette.
Dolayısıyla, her durumda spotlar CHP’nin üzerinde toplanıyor. Nasıl bir tutum takınacakları, siyasi hayatımızın kalan kısmını tayin edecek nitelikte. 90’lardaki ilk dokunulmazlıkların kaldırılması ‘operasyonu’, kalan 20 yıl üzerinde büyük bir etkide bulunmuş, Kürt meselesini daha da içinden çıkılmaz hale getirmişti.
Yeni devlet yeniden bu yoldan gitmeye kalkarsa Kürt meselesinde bir kez daha ve üstelik şimdikinden çok daha sıkıntılı bir döneme gireceğimiz ortada. Hele bu bir referandum yoluyla yapılırsa, toplumun daha da kutuplaşması ve kampanyanın taraflarının Türkler/Kürtler olarak şekillenmesi tehlikesi var ki, bu gerçekten altından kalkması zor bir süreç olur. Bütün bunların ötesinde, en temelde, HDP’li vekilleri oraya seçerek getirmiş olan bir iradenin referandumla iptal edilmesi gibi siyasi/hukuki bir garabetle karşı karşıya kalacağız.
Mesele ciddi. Dolayısıyla, CHP dışındaki aktörlerin de devreye girmesi gerekiyor. Böyle bir durumda dikkatler ister istemez AKP içine çevriliyor. İlk oylama öncesinde AKP içinden de ‘hayır’ oyları çıkabileceği yönünde beklentiler vardı ve öyle anlaşılıyor ki, gündeme alma oylamasında kimi AKP’liler ‘hayır’ demiş olabilirler. Ancak parti yönetimi işi sıkı tutmaya başladı; gizli yapılması gereken oylamalarda AKP’li vekiller tercihlerini belli edecek şekilde oy atmaya başladılar, böylece oyunu belli etmeyenlerin partiye karşı gelmiş olacağı bir ortam yaratılmış oldu.
AKP, demokrasiye ve parlamenter rejime hiçbir şekilde uymayan, bu en basit teamülleri bile tahrip eden bir parti hüviyetine bürünmüş durumda. Bu tabloya Erdoğan rejiminin tetikçisi haline gelmiş pelikan bildirisi sitesinde AKP’li vekiller hakkında yapılan haberleri eklersek manzara tamamlanmış olur.
Bu ortamda, AKP kendine ilginç bir partner bulmuş durumda: MHP yönetimi. Dokunulmazlıkların kaldırılması için oy vereceklerini zaten söylemişlerdi ancak şu açıkça görülüyor ki, parti içindeki muhaliflere karşı yürüttükleri –biraz da hukuksuz görünen– savaşta iktidarın gücünü yanlarına aldılar. Muhaliflerin topladıkları imza doğrultusunda kurultay yapılabileceğine hükmeden mahkeme hakkında HSYK tarafından inceleme başlatılması, bu haftanın ilginç gelişmelerinden. Bahçeli’nin “AKP ile hukuki anlamda koalisyon kurabiliriz” açıklamasını da bununla birlikte okumak mümkün.
Tüm bu gelişmeler, bundan sonrası için hiç de hayırlı bir manzara vadetmiyor. Adı konmamış bir milliyetçi cephenin günden güne sistemleştiğini görüyoruz. 22 Mayıs’taki AKP kongresi sonrası, koca bir soru işareti.
Kalın’ın açıklamaları
2 Haziran’da Almanya Parlamentosu Ermeni Soykırımı tasarısını gündemine alıyor. Oylama öncesinde, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bu konuya da değindi. Bilinen tezleri tekrarlarken şöyle bir cümle kullandı: “Diyelim ki Bosna’da, Srebrenitsa’da ya da Ruanda’da yaşanan hadiselere baktığınızda, bunlar uluslararası mahkemelerde karara bağlanmış soykırım kararlarıdır. Dolayısıyla hukuki bir delil, bir mahkeme süreci de olmadan 1915 olaylarını bir katliam olarak ifade etmeye çalışmak, her şeyden önce hukukun üstünlüğü ilkesiyle de çelişir.”
Hukukun üstünlüğü ilkesinin günümüzde Türkiye’de iktidarı temsil eden herhangi bir kurumun konuşmalarına ne kadar yakıştığı bir yana, 1915’e dair iyice tuhaf bir bakış açısıyla karşı karşıyayız. Katliama uğrayana bir de ispat yükümlülüğü getiren bu bakış açısının hâlâ dillendirilebiliyor olması, nasıl diyelim, hayli umut kırıcı.