Soykırımın 100. yılında Anadolu’daki pek çok şehri gezen gazeteci Aris Nalcı, Ermenilerin eski yerleşim yerlerinden geride kalanları, Umut Vedat’ın fotoğraflarıyla ‘Arta Kalan’ başlıklı bir sergide topladı. Sergi Depo’da 23 Nisan'dan beri açık.
Soykırımın 100. yılında Anadolu’daki pek çok şehri gezen gazeteci Aris Nalcı, Ermenilerin eski yerleşim yerlerinden geride kalanları, Umut Vedat’ın fotoğraflarıyla ‘Arta Kalan’ başlıklı bir sergide topladı. Depo’daki serginin açılışı 23 Nisan Cumartesi günü yapıldı. Sergide fotoğrafların yanı sıra Amasyalı Anuşyan Ailesi’nin soy ağacı ve Nalcı’nın gezdiği bazı şehirlerde antikacılardan aldığı ve birçoğu Ermeni kiliselerine ait anahtarlar dikkat çekiyor. Gazeteci Aris Nalcı’yla Ermenilerden arta kalanları ve gezi boyunca yaşadığı deneyimleri konuştuk.
Sergi için pek çok şehri gezdiniz. Bu illerde yerel halkla Ermenilere dair konuştuğunuzda insanların tepkisi ne yöndeydi?
2015’ten bu yana yaklaşık 47 şehir gezdim, sanırım. Bu ziyaretlerin büyük bir çoğunluğunu fotoğraf ve video belgelemeleri açısından Umut Vedat’la yaptık. Çözüm süreci dönemiydi biz başladığımızda, dolayısıyla insanlar Ermenilerle ilgili daha rahat konuşuyorlardı. Mesela Kayseri’ye gittiğimizde, bize Çerkes köylerindeki Ermenilerden ve hâlâ Ermeni kalanlardan bahsedebiliyorlardı. Antep’te Ermeni mahallesinde şimdi otel olan konakların sahipleri, “Buralar Ermenilerindi biz de ancak restore edebildik” diye yakınıyordu. Gittiğim her şehirde en az bir Ermeni aileyle karşılaştım. Biriyle karşılaştınız mı zaten kapılar açılıyor. “Bak bu da senin akraban” diye yanımıza getirdikleri birçoklarıyla halen telefonda görüşüyoruz. Aslında yerelde herkes kimin Ermeni anneannesi var biliyor, Kim Ermenidir biliyor ama bunu dışarıya göstermekten çekiniyorlar.
Ancak özellikle iki seçim arasında her şey değişti. 7 Haziran öncesinde gittiğim Malatya’da Kayısı Pazarı’nda Alevi, Kürt, Türk esnafla hoşsohbet iken, 11 Kasım öncesinde yolum aynı pazara tekrar düştüğünde sözümü sakınmadan söyleyeyim, adeta ‘kovuldum’. Karşımdaki esnafla şöyle bir sohbet oldu:
-Bak kardeş sen de Müslümansın, ben de, dinsiz adama oy verilir mi?
- Ben Müslüman değilim, Hıristiyanım.
- Hadi canım.
-Ermeniyim ben.
İşte bu konuşmanın ardından yavaş yavaş seçime yönelen sohbet üzerine ortam gerildi ve “Zaten hep siz karıştırıyorsunuz ortalığı. 100 yıl önce de şimdi de...” diye bir sözle muhabbet son buldu. Apar topar çıkarıldım pazardan. Oysa daha önce geldiğimde de Ermeni olduğumu biliyorlardı. Hükümetin yarattığı gerginlik ve iki seçim arasındaki değişim işte bu sohbette çözüldü benim için.
Erzurum’da da mesela milliyetçi duygu o kadar hakim ki “Ermenileri şuraya götürüp öldürdük, yaktık” gibi cümleleri çok duyduk. Umut çoğu zaman “Nasıl dayanıyorsun bu laflara” diye soruyordu yolda.
Bu gibi konuları Anadolu’da çalışmanın bazı zorlukları var. Siz bu proje kapsamında herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı?
Bu dediğim gibi çok örnek var. Gittiğimiz yerler çoğunlukla son dönemde başlayan turistik gezi rotalarının dışında yerlerdi. Bilecik mesela, ya da Erzincan. Yerel halk aslında nerede ne olduğunu gayet iyi biliyor ama size anlatması için bir güven oluşturmanız gerek. Bu güveni oluşturmak için bazı şehirlere iki kez gitmek durumunda kaldık. Sonrasında çorap söküğü gibi geliyor bilgiler. Ermeni kilisesi demiyorlar da, onun yerine ‘yatır’ diyorlar, ‘dua yeri’ diyorlar, ‘Osmanlı yapısı’ diyorlar. Ne kadar eski, ya da kimin yatırı gibi sorular sorunca, “İşte daha önceden papazınmış orası” dediklerinde anlıyorsunuz.
Birçok farklı şehirde de defineciler karşıladı zaten bizi. Her bindiğimiz taksi bizi defineci sandı önce. Bu yüzden bildikleri kiliseleri de göstermekten çekindiler. Veya bizimle gelmek istediler. Ki bu çok tehlikeli. İnsanların gözünü boyayan definecilik yeri gelir sizin canınıza mal olur. Özellikle işsizliğin yüksek olduğu illerde bu durum daha belirgin bir hal alıyor. Size bir harita gösteriyorlar veya bir taş üzerinde hiçbir şey yazmıyor, sadece haç var mesela. Diyorsun ki sadece haç var. Karşındaki senin yeri anladığını ama ona söylemek istemediğini düşünüyor ve sana kin beslemeye başlıyor. Su çatlaklarını iz sanıp evleri, kiliseleri darma duman etmişler mesela. Köylü de “Biz şikâyet ediyoruz definecileri, istemiyoruz” diyor. Halbuki bilen varsa da, kendisi çıkarsın istiyor.
Sergide bazı anahtarlar da dikkat çekiyor. Bu anahtarlara dair bilgi verebilir misiniz?
Bu iki yıl boyunca yaptığım ziyaretler sonucu ufak bir anahtar koleksiyonum oldu. İlk anahtarımı Antep’ten almıştım. Sonra her gittiğim şehirde antikacılardan bir şeyler bulduk. Bazılarında bir Sarkisof saat (Afyon) bazılarında Ermenice bir kitap (Geyve), bazılarında kabartmalı çanak çömlek (Diyarbakır) bulduk. Ancak beni asıl etkileyen anahtarlardı. Bundan birkaç yıl önce Ermenistan’da bir restorana götürdüler beni. Reklamı da olsun, adı Aprikyan. Oranın tavanında ekonomik sebeplerden veya Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği ilk yıllardaki milliyetçi akımdan dolayı Tiflis’ten Yerevan’a göç etmiş Ermenilerin evlerinin anahtarları asılıydı tavanda. Yüzlerce... Beni çok etkilemişti. Bizse bugün ancak antikacılardan toplayabildiğimiz birkaç anahtarı sergileyebildik bu sergide. Sergilenen anahtarların çoğu kilise yapılarının anahtarları. Düşünün 100 yıl önce bu ülkede bu anahtarlardan binlerce vardı, şimdi ancak onlarcasına ulaşabiliyoruz, onlar da antikacıdan.
‘Arta Kalan’ sadece bir fotoğraf sergisi mi, yoksa bir projenin dallarından biri mi? Sergi Türkiye dışında başka ülkelerde izleyiciyle buluşacak mı?
Arta Kalan bizim projemizin ismi. Sergi bunun sadece küçük bir kısmı. Önümüzdeki ay benim izlenimlerimin, Zeynep Özatalay’ın ilistürasyonlarının, Umut Vedat’ın fotoğraflarının yer aldığı 100 yıl sonra yapılan bir seyahatname niteliğindeki kitabımız çıkacak. Elimizdeki haritaları, soyağaçlarını, gezi boyunca tanıştığımız kişilerle konuştuklarımızı gazetecilik diliyle bu seyahatnameye aktaracağız. Ayrıca aslında işimizin asıl amacı olan envanter çalışmasını sunduğumuz artakalan.net adlı internet sitesi de yayına başladı. Bu adreste gezdiğimiz şehirlerle ilgili bilgileri, haritaları, çizimleri paylaşıyoruz. Amaç buraları bulmak isteyenlere kolaylık sunmak. Bu yüzden GPS koordinatlarını da giriyoruz çoğu yere. Mesela, tıkladığınızda bahsettiğimiz köydeki kiliseye nasıl ulaşacağınızı haritadan görebiliyorsunuz.
Biz aslında şu anda bu coğrafyada var olan hatıraların bir envanterini çıkarmaya çalışıyoruz. 40 küsur şehir yeterli değil, ama bu site projesi yıllar boyu ilerleyecek ve büyük bir sosyal paylaşım ağına dönüşecek. Sitenin kodları açık, yurtdışı ve yurtiçindeki diğer benzer projelere de kaynak sağlaması açısından böyle yaptık. Öte yandan isteyenler üye olarak bilgi ekleyebiliyorlar. Sizin bulunduğunuz veya bildiğiniz bir yapı veya insan hikâyesi varsa gönderebiliyorsunuz ve bir editör bunun değerlendirmesini yaptıktan sonra sitedeki haritaya yerleştiriyor. Buradan da duyuralım, anneannenizin size söylediği Ermenice bir şarkı bile çok değerli. Bu proje bu hatırları toplamak ve geliştirmek için başladı.
Bu sergiyi İstanbul’un ardından Ermenistan, Belçika, Hollanda, Fransa gibi yerlerde sergilemeyi planlıyoruz. Bir de ABD projesi var. Çok kolay taşınabildiğinden çok gezmesine çalışıyoruz. Türkiye’de de bazı şehirlerden teklifler geldi sergi açıldıktan sonra, onları da değerlendiriyoruz. Elimizdeki bilgileri birçok yere ulaştırma derdindeyiz.
'Seropyan’la birlikte çok önemli, koca bir insan ansiklopedisini kaybettik’
Tüm bu ziyaretler sırasında ve proje boyunca yaşadığınız deneyimden biraz bahsedebilir misiniz?
Bu geziler benim Ermeni bir gazeteci olarak hem kariyerimde hem de etnik kimliğimde çok değerli bir yere sahip. Bu yola çıkarken sevgili ağabeyim Sarkis Seropyan’dan çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Seropyan’ı kaybettiğimizde çok önemli, koca bir insan ansiklopedisini kaybettik. Her yerde birini tanır, her yerde hangi taşın altından ne çıkacak bilirdi. Her görüştüğümüzde bana bir başka memleket bilgisi aktardı. Ben onu okumaya, dinlemeye doyamadan gitti. Şimdi kendimi sorumlu hissediyorum. Birileri onun yolundan devam etmeli. Benim yaptığım onun yaptığının %1’i bile değildir ama umarım bir gün gelir onun kadar bilgili oluruz. O taşların hatıralarını anlatır, yazardı. Ben insanların hatırlarını topluyorum. En azından tamamlayıcı olduğunu düşünüyorum.
Bu proje sırasında bir Ermeni olarak birçok şeyi sorguladım. Gittiğim şehirlerde karşılaştığım Müslüman Ermeniler bana “Müslüman kalsak ne olur Ermeni’den saymaz mısınız?” diye sorduğunda millet olarak birliğimizi sağlamak için dinin geçmişten beri çok önemli olduğunu bilsem de, millet kavramında dinimizin yeri olmadığını düşünmeye başladım. Ermeni olup da Müslümanlaşmış bir aileden gelen ve 100 yıldır bu dinde dua eden biri kendisini Ermeni olarak tanımlıyorsa, benim için, bizim için, bir problem olmamalı. Davamız bu küçük din tartışmasından çok daha yüce olmalı. Bizler milyon insanı katledilmiş bir milletin temsilcileri olarak bir de şimdi kendi aramızda birbirimizi Müslüman, Budist veya Hıristiyan diye ayrıştırmamalıyız. Emin olun Müslüman bir Ermeni de en az Hıristiyan’ı kadar iyi işler yapar bu memlekete. Belki de daha fazla. Ve bu kabul bizleri büyük bir millet olma yolunda ilerletir.
Öte yandan Hıristiyanlığa geri dönmek isteyen veya kendini gizleyen Ermeniler bana hep şunu söyledi: “Sen ve senin gibiler böyle gelip gidiyorsunuz. Bizimle röportaj yapıyorsunuz veya konferanslarda konuşturuyorsunuz, ya da makalenize bizi malzeme edip gidiyorsunuz. Sonrasında biz her gün burada yalnızız. Siz yoksunuz. Size nasıl güvenelim?” Bu da koca bir sorun olarak önümüzde bekliyor. Türkiye’deki Ermeniler, Anadolu’da, Kürdistan’daki Ermenilerle ne kadar iletişim halinde? Harput’ta son ölen Hıristiyan Ermeni’yi gömerken İstanbul’dan papaz istediklerinde ‘Yoğunuz’ cevabını aldığınızda kendinizi bu ülkedeki soydaşlarınızdan ayrı gayrı hissetmeniz çok doğaldır.