‘Soykırım konusunda Türk tarih söylemi ile Doğu Alman söylemi örtüşüyor’

Köln Üniversitesi Tarih Bölümü mezunlarından Sandy Zurikyan da, kısa süre önce tamamladığı tez konusunda Doğu Almanya ve Ermeni Soykırımı’nı konu edindi. Bir dönem Agos’un kültür sanat editörlüğünü de yapan Zurikyan’la Ermeni Soykırımı’nın Doğu Almanya’daki yansımalarını konuştuk.

1948 BM Soykırım Sözleşmesi’ne giden yolda yapılan tartışmalar, Sovyetler Birliği’nin soykırımı Nazilerin dolayısıyla faşizmin işlediği bir suç olarak görme ve genel olarak soykırım kavramıyla arasına mesafe koyma tavrını ortaya koyuyor. Doğu Almanya’nın da soykırıma bakışı bu çizgide mi?

Soykırımın sorumluluğu Doğu Almanya’ya göre sadece faşizmde değildi. Metinlerde ‘monopol kapitalistler’, ‘emperyalistler’ ve onlarin ‘işbirlikçileri’, ya da ‘işbirlikçilerin uşakları’ da faillerin adresi olarak bilimsel makaleler de dahil olmak üzere çokça kullanılıyorlar.

Bu çerçevede hangi olaylar soykırım olarak nitelendiriliyor?

1963’te Doğu Almanya’da yayınlanan bir ansiklopediye göre Amerikan Yerlilerinin ve kimi ‘zenci halklar’ın yok edilişi, Musevilerin, Polonyalıların ve Çeklerin Naziler tarafindan öldürülmesi soykırım olarak kabul ediliyor.

Batı Almanya’nın Holokost sonrasında ciddi eksikleri olsa da önemli bir yüzleşme çabasından bahsedilebilir. Doğu Almanya’da Holokost konusundaki resmi söylem nasıl şekilleniyor?

Doğu Almanya Holokost günahından, Sovyetler Birliği’nin safında faşizme karşı savaşarak kendini arındırdığına inandırıyor. Holokost’un Doğu Almanya’da işlenişini araştıran Martin Broszat, 1953-1972 yılları arasında tarihbilimcilerin yayınladıkları ‘Zeitschrift für Geschichtsforschung’ dergisinde Holokost’un sadece bir kere konu edildiğini, onun da bir edebiyat araştırması olduğuna dikkat çeker.

Batı Almanya’nın attığı İsrail’e tazminat ödenmesi veya Willy Brandt’ın özrü gibi adımlar, Doğu Almanya tarafından nasıl karşılanıyor?

Bu konu Batı’da olduğu gibi yankı uyandırmıyor. Mesela Willy Brandt’ın diz çöküşünün üstü örtülüyor. Brandt’ın ziyaretini araştırdığım üç gazetede de değinilmiş ama özrü üzerine bilgi verilmemiş. Yalnız soykırım suçunun zamanaşımıma uğraması üzerine yoğun bir yayın var.

Sosyalist Almanya’nın Ermeni Soykırımı konusundaki çizgisi de Holokost ve soykırım kavramına bakış çizgisiyle paralel mi?

Büyük benzerlikler var ama, Museviler Ermeniler gibi ‘emperyalizmin işbirlikcileriydiler’ diye yaftalanmıyorlardı ve kırıma uğramalarına kendi tutumlarının yol açtığı gibi yorumlara maruz kalmıyorlardı. Bu açıdan Türk tarih söylemi ile Doğu Alman söylemi örtüşüyor. 

Ermeni Soykırımı tam olarak nasıl resmediliyor?

Bilimsel yayınlarda Ermeni Soykırımı’nı başlı başına konu alan salt bir makaleye rastladım, başka yok. Hermann Goltz’un Lepsius Sempozyumu’nda da soykırım ana tema değildi. Elbette Lepsius’un hayatı soykırım olmadan anlatılamazdı ama sonucta ‘ana tema’ soykırım değildi. Benim çalışmamda sergilediklerim örnekler, soykırımın bir başka konu araştırılırken söz edilmesi esnasindaki değinmeler. Onun için tam bir tasvir söz konusu değil. Lothar Rathmann’ın yayınlarında böyle değinmeleri görüyoruz. Bilimsel olmayan yayınları araştırdığımda ilginç olan Franz Werfel’in ‘Musa Dağ’da Kırk Gün’ romanının Doğu Almanya’da senelerce en çok satanlar listesinde yer almasıdır. Fakat birçok kez yayınlanan kitapta hiç önsöz olmaması da tuhaftır. Usülen böyle bir kitaba başlangıç metni gerekir. Roman, Neue Deutsche Literatur adlı edebiyat dergisinde birçok kez konu edilmiştir ama arka planda yaşanmakta olan olay hiç işlenmemiştir. Hatta romani ‘kahramanca kurtuluş mücadelesi veren bir halkin destani’ olarak tanıtıp, hangi halkın söz konusu olduğunu yazmayan yayın da vardır.

Doğu Almanya’nın bu konuda çizgisi Sovyetler Birliği’yle aynı çizgide mi?

Doğu Almanya, Sovyetler’in tasvip etmediği bir şeyi yapabilecek bağımsızlıkta bir ülke değildi. Ama Ermeni Soykırımı’nın değinildiği yerlerde kendine özgü, üç aşamalı bir yöntem geliştirmişti. Metinlerde ilk olarak soykırımdan söz edildiğini görüyoruz. İkinci aşamada soykırım sonrası Ermenistan’ın bağımsızlığı için Sovyetler’e karşı tavır alan Taşnaklar’ın negatif tasvirlenmesi geliyor. Taşnaklar, Ermeniler’e soykırımcılar kadar, hatta kimi metinlerde onlardan daha çok zarar vermiş olarak betimleniyorlar. Son aşmada da Ermenilerin kurtuluşu ve Ermenistan’ın bağımsızlığa ulaşması Sovyetler’in hanesine yazılıyor ve bu gelişim sosyalizmin büyük zaferi olarak sunuluyor.

Sovyetler’de önemli bir Ermeni nüfus yaşarken, Ermenilerin ‘burjuva’ olarak kodlanması iç siyasette sorun yaratabilecek bir çizgi değil mi?

Sovyetler için kesinlikle bir sorun teşkil etmiyordu. Neden etsin ki zaten? Ermeniler, Sovyet nüfusunun yaklaşık yüzde 1’ini oluşturuyorlardı. Ayrıca Sovyet Ermenistanı’ndaki yöneticiler veya Duma’da söz sahibi olan Ermeniler de sosyalist kimliklerini öne çıkartıyor, ulusal kimliklerini hasıraltı ediyorlardı. Ben Sovyet arşivini araştırmadım, o nedenle Sovyet metinlerinde de bu tür bir kodlandırılma olup olmadığını bilmiyorum lakin bu kodlanma Ermenistan’ın iç siyasetinde bir sorun olarak kalmış ve özellikle de soykırım anıtının yapılması gündeme gelince daha da belirginleşmişti.

Nasıl bir belirginleşme sürecinden bahsediyorsunuz?

Soykırımın 50. yıldönümü bir dönüm noktasıdır. Katolikos I. Vazgen’in 1964 yılı sonunda, 1965’i yas yılı ilan etmesinin ardından değinmelerde bir değişim gözlenmektedir. Samuel Beckett’in oyunlarındaki gibi, söylenen söz değil, söylenmeyen sözün ağırlığı vardır. Ocak başında Franz Werfel’in romanı Ermenistan’da 55.000 adet basılır ve tükenir. Bu, Doğu Alman gazeteleri için de bir haberdir. Ama yüzbinlerce insanın Ermenistan sokaklarına dökülmesi ve bu anıtta direnmesi bir haber değildir. Üstelik bu anıt 4500 m2 bir alanı kapsamaktadır. Sovyet coğrafyasında bu çapta milli bir anıt hiçbir yerde dikilmemiştir. Anıtın iki sene sonra yapılan açılışına Sovyet yetkililer gelmezler. Doğu Alman basınında anıtla ilgili tek haber yer almaz. Ermeniler dünya çapında anma etkinlikleri düzenlerler. Bu etkinlikleri Boston Globe’dan Washington Post’a, New York Times’tan Le Monde’a uluslararası birçok önemli gazete haber yaparken, Doğu Alman gazeteleri konuya yer vermezler. Oysa aynı sene, soykırımın zaman aşımına uğraması tartışması da gündemdedir. Hem Batı hem Doğu Almanya konuyu tartışmaktadır. Ermeni Soykırımı bu bağlamda ele alınmaz.

Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’yle ilişkileri bozulmasına rağmen, Ermeni Soykırımı’na yönelik bu tavrın sürdürülmesi neden?

Sovyetler ve Türkiye’nin arası dönem dönem iyi, kimi zaman da mesafeli olmuştur. Özellikle Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının ardından oluşan bir gergin dönemden söz edilebilir. Ama soykırımı 50. yıldönümünde her iki ülke arasında diplomatik bağlar tekrar güçlendirildi. Mesela iki ülke birlikte, Ermenistan ve Türkiye arasindaki sınırı, Ermenistan’in katılımı olmaksızın belirlediler. Sovyetler Birligi ve Türkiye yakınlaşması Doğu Alman basınında da gözlemlenmektedir. Mesela ‘Neues Deutschland’ (Yeni Tanin) gazetesinin Doğu Almanya’nın tanınması yolundaki yazısinı Ekim 1965’te haber yapar. Türkiye’nin Sovyetlerle yakınlaşması Doğu Bloku’na da start almaları için bir nevi iletidir.

1965’ten sonra veya ASALA’nın ortaya çıkışıyla bu tarih okumasında bir değişim görüyor muyuz?

Dogu Alman gazeteleri içinde en çok okunan üç gazeteyi araştırdım: Bir nevi Pravda olan Neues Deutschland gazetesi, liberal bir çizgide yayın yapan Berliner Zeitung ve muhalefet gazetesi Neue Zeit. Bu gazetelerde ASALA’nın sözü geçmiyor. Sadece Paris Orly-Baskını üzerine kısa bilgi yer alıyor ama Ermenilerle bağlantısına değinilmiyor. İlk olarak 1991’de Neue Zeit gazetesi, Doğu Alman gizli servisinin ASALA’nın 1983’te gerçekleştireceği bir diğer eylemi engellediği haberine yer veriyor. Süreli yayınlarda ise Standpunkt dergisinde Hermann Goltz, ASALA eylemlerine kısa bir gönderme yapar. Bu üç gazetede ASALA’yla ilgili çıkan haberler bunlarla sınırlı.



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.