AHaber’de yayınlanmış bir haberin videosu düşüyor önüme. ‘Muhabir’ demek ne kadar doğru bilemiyorum ama, bir muhabir, Alman ZDF kanalının önüne gitmiş, çekim yapıyor, oradaki insanlara bulaşmaya çalışıyor, binanın önünde kendi halinde konuşan kişilerin yanına gidiyor, diyor ki “Bakın, elleri ceplerinde konuşuyorlar, saygısızlık.” Sonra binaya girmeye çalışan bir Alman’ı çekiyor, bu yaşlı başlı kişiyi onları oradan kovmaya çalışan güvenlik görevlisi diye takdim ediyor ve soruyor “Nerede basın özgürlüğü?”
Niye bu yapılıyor? Çünkü, bir zamandır Alman kanallarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren skeçler, şiirler yayınlanıyor. Hatta son olarak Erdoğan bu konuda Almanya’da dava açtı. Neyse, mesele bu. Mesele bu olunca, AKP medyasına gazeteciliğin yanından, yakınından geçmeyen haberler yapma hakkı doğuyor. İzlerken şunu düşünüyorsunuz: “Bunları izleyenler bu işe ne diyor acaba?”
İlk ihtimal izleyenlerin de bu mizansene inandığı. Mümkündür belki, inananlar vardır, ama gördüğü, duyduğu her şeyin altında bir bit yeniği aramayı alışkanlık edinmiş bu toprakların insanlarının büyük bir kısmının bu habere inandığını düşünmüyorum. Biliyorlar muhtemelen yalan olduğunu ama mesele etmiyorlar. Çünkü iktidarda kalmak için bir yalan ve inkâr zinciri kurmanın gerekli olduğunu zaten biliyorlardı ve geride bıraktığımız yıllarda bunun en üst makamlarda nasıl yapıldığını gözleriyle gördüler. Dolayısıyla böyle bir yalan rüzgârı içinde yaşamakta sorun yok herhalde, AKP tabanı için.
Tam bu görüntüleri hayretle izlerken, AKP yanlısı Star ve Yeni Şafak gazetelerinin internet sitelerine şöyle bir haber düştü: Bilhassa Suriye konusunda savaş yanlısı demeçleriyle dikkat çeken, milliyetçi kesimin önde gelen ekran figürlerinden Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Güneydoğu’da olup bitenler hakkında bir demeç vermişti. Diyordu ki, bölgede yürütülen operasyonlarda öldürülen yedi keskin nişancı Ermeni ordusunda komando imiş. Sonra da diyordu ki, “ASALA bitmedi, PKK’ya dönüştü.” Bunu nereden mi biliyormuş? Eski bir asker olduğundan, bölgede görev yapanlar kendisine bilgi ulaştırıyormuş.
Devlet bu örgütü yeniden canlandırmaya epey meraklı, belli. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ABD gezisinde otel önünde gösteri yapanlar arasında ASALA elemanları saptadığını söylemişti. Nasıl saptadığını anlayamadık elbette, ama şurası açık ki, devlet yine en iyi bildiği işi yapıyor, Kürt meselesinde spotları ısrarla Ermenilere döndürmeye çalışıyor.
Bunu niye yapıyor? Muhtemelen şundan: Kürtlerle ilelebet kavga edemeyeceğini biliyor. Bir aşamada kendi kafasındaki çözüm planını devreye sokacak ve bunu özellikle yıllardır ateş üzerinde tuttuğu Batı’daki milliyetçi kesime de pazarlayacak. Bunu yaparken şunu demesi gerekiyor: “Aslında bizim aramızda sorun yoktu, hiç olmadı, bütün meseleyi Ermeniler çıkardı.”
Bunun doğru olmadığını kendisi de biliyor olacak, bu senaryoyu pazarladığı taban da. Zaten daha şimdiden biliyorlar. Ama kimse çıkıp “Ne yapıyorsunuz?” demiyor. Demeyecek de. Bırakın AKP içindeki ya da yakınındakileri, CHP de demeyecek. Çünkü bu daha büyük bir iktidar meselesi. Devlet meselesi. Mesele bu kadar büyük olunca, temelsiz haberler yapmak ve yaymak meşru. Herkesin ne olduğunu bildiği bir oyunun içinde olmak, evet, bu topraklarda her zaman vardı ama artık neredeyse bir yaşam biçimi haline geldi.
İlgisiz bir konuya geçelim. Karaman’da ortaya çıkan, çocuklara yönelik cinsel istismar meselesi... Bu skandal AKP’ye yakın vakıflarda ortaya çıktı ve şurası artık gayet açık ki bu vakıfların bu yaştaki çocuklara yönelik böyle bir eğitim vermesi yasadışı.
Ama bu haber ilk ortaya çıktığı andan itibaren iktidarın refleksi meselenin bu vakıflara sıçramasını önlemek oldu. Bu istismarların, açık konuşalım, tecavüzlerin buralarda meydana gelmiş olması (ENSAR ve KAİMDER’den bahsediyoruz) bu kurumların zedelenmesi sonucunu getirmemeliydi. AKP açısından süreç hâlâ böyle işliyor, orası belli ama böyle büyük bir skandal ortaya çıktığında, toplum, bilhassa AKP tabanı ne diyor, orası belirsiz. Çocukların hayatını mahvedebilecek bir istismardan söz ediyoruz. Bu konuda atılacak en küçük bir adım, belki de sırada bekleyen bir çocuğun hayatını kurtaracak. Ancak bu konuda da meseleyi bir sis bulutu ardında bırakmak, ‘dava’ya zarar gelmemesine öncelik vermek daha önemli sanki. AKP medyasına baktığımızda görünen manzara bu. (Bu arada HDP’li Altan Tan’ın meseleye bakışını hiç sağlıklı bulmadığımı da belirteyim)
İşte bütün bu rüzgârlar içinde, iktidar, HDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırmaya niyetlenmiş vaziyette. Gerçi siyaseti izleyen kimi gözlemcilere inanacak olursak, bunu asıl olarak isteyen Erdoğan. Başbakan Davutoğlu ise bu iradeye karşı çıkamıyor ancak işi hiç olmazsa süreye yaymak istiyor. Neyse, sonuç şu aşamada değişmiyor; asli olarak HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırılması ve onların yargılanmasını amaçlayan teklif hazır ve şu günlerde yasamanın gündeminde yerini alacak.
Erdoğan ve iktidar inanmamızı istiyor ki, bu olursa Kürt meselesi de çözülecektir, ‘terör’ dedikleri mesele de çözülecektir. Buna inanan var mı sahiden? Ama, sahiden. Hele 90’lar örneği önümüzde dururken... Bu da AKP ve medyasının doğru olmadığını bildiği ama doğruymuş gibi davranması gerektiğine karar verdiği vakalardan biri, hatta aslına bakılırsa en önemlisi.
Tel tel dökülmek bu herhalde.