Neyi hatırladığını unutmak, neyi unuttuğunu hatırlamak

Tek bir toplama kampı sahnesine yer vermeyen, Nazizmin ve faşizmin bugün de sürdüğünü gösteren 'Remember', hakikati örtbas etme gayretinin beyhudeliğini yüzümüze vuruyor.

Çağrışımıyla birlikte gelen kelimelerdendir ‘hatırlamak’. Birine “Hatırladın mı?” dediğimizde, aslında içten içe “Nasıl unutursun!” diye isyan etmiş oluruz. Atom Egoyan’ın filmi ‘Remember’ın (Hatırla), ismini ilk duyduğumda, beynimde John Lennon’ın, bastırmaya çalışılan çocukluk anılarıyla halleştiği aynı isimli şarkısının sonunu işittim. “Remember / the fifth of November” diye bağırıyordu Lennon. Şarkı, patlayan bir silah sesiyle bitiyordu. 

Egoyan sineması, filmlerin birbirinden özgün ve apayrı bir anlatıma sahip oluşuyla bilinir. Ancak hepsinin arasında önemli bir bağ vardır; yönetmenin, inkâr edilmiş hakikat, belleğin oyunları, kimliğin yıkılışı-kişiliğin oluşumu gibi temel ve ağır meselelerle derdi hiç bitmez. Kişisel olandan hareketle toplumsalı yakalar. Her filmi bu yüzden çok katmanlıdır.

Bir Holokost filmi olduğunu bildiğimiz ‘Remember’, tıpkı bu zorlu meseleyi ele alan sayısız diğer örnekte olduğu gibi, daha en baştan konunun altında ezilmemek ve mesaj kaygısıyla sanat kriterlerinden ödün vermemek tehlikesiyle karşı karşıya. ‘Remember’ bu yılın diğer sarsıcı Holokost filmi ‘Son of Saul’ / Şaul’un Oğlu’ örneğinde olduğu gibi çok özgün bir anlatım ve muhteşem oyunculukla kendini unutulmaz kılmayı başarıyor. Zaten filmin isminin de kendi içindeki gizli iddiası bu olsa gerek – unutulmaz kalmak.

Günlük hayat faşizmi

Filmin ana hatlarıyla konusuna değinmek gerekirse, 90 yaşına yaklaşan Amerikalı Yahudi Zev Gutmann, eşi Ruth’u bir hafta önce kaybetmiştir ve bunama tedavisi gördüğü hastanede her zamankinden daha sık bellek kaybı yaşamaktadır. Akranı Max Rosenbaum ise tekerlekli sandalyeye mahkûmdur ve Zev’in aksine her şeyi hatırlamaktadır. Max, Zevle Auschwitz toplama kampında aynı koğuşta olduklarını ve Zev’in Ruth öldükten sonra o dönem koğuş amiri olan SS komutanı Rudy Kurlander’i bularak intikam için öldüreceğine söz verdiğini anlatır. Zev’in bu ileri yaşta, üstelik zaman ve mekânda gidip gelen zihniyle bu zorlu göreve konması, ancak Max’ın adım adım hazırladığı talimat mektubunu takip etmesiyle mümkündür. Beden ile zihni buluşturan bu ikili, Zev’in şahsında aynı ismi taşıyan dört olası katilin peşine düşer.

Zev karakterine hayat veren Christopher Plummer izleyiciyi o denli etkisi altına alıyor ki, diyaloglardan bağımsız olarak beden dili ve duruşuyla başlı başına bir hikâye anlatıyor. Faşizmin her türü ve insanın kendini kandırışının farklı yollarıyla ödeşen film, bu noktada toplumun yaşlılara uyguladığı aşağılayıcı baskıyı ve her yaşlı insanın gözetilmesi şart olan onurunu gözümüzün içine sokuyor.

Bunayan toplum

Max rolünde Martin Landau’nun da harika bir performans sergilediği filmde, gerilimli aksiyon, alışageldiğimiz genç, yakışıklı kahramanlardan bağımsız olarak seksen yaş üstü bir kadro eşliğinde ilerliyor. Toplama kampında koluna yapılmış rakamlardan oluşan dövmeye ve mektuba bakarak adım adım ilerleyen Zev, elinde tabancasıyla ölüm meleği halinde tek tek Kurlander’lere uğramaya başlıyor. Her bir karşılaşma o döneme dair başka bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Nazi ordusunda ama kampta değil de Doğu Afrika cephesinde görev yapmış subay, kampta Yahudilerle aynı kaderi paylaşmış bir eşcinsel, üç ay önce ölen ama Neo-Nazi oğluyla geleneği devam ettiren Nazi ordusu aşçısı... Dördüncü ve son Kurlander, Zev Gutmann’la birlikte hepimizi irkiltiyor. Zev’in bunama rahatsızlığının aslında toplumsal amneziye gönderme olduğuna da böylelikle ayıyoruz.

Tek bir toplama kampı sahnesine yer vermeyen, Nazizmin ve faşizmin bugün de sürdüğünü gösteren film, hakikati örtbas etme gayretinin beyhudeliğini yüzümüze vuruyor. Üzerini taşlarla kaplasan da, hakikat iki taş arası fışkıran ot gibi ortaya çıkacaktır. Bu haliyle film, sadece Holokost’a değil Ermeni Soykırımı’na, aile içi sırlara, ikili ilişkilerdeki ihanete ve tek kişilik kendini kandırmacalara kadar her şeyi düşündürüyor.

Filmin sonunda araba çarpmış gibi kaldım ve içgüdüsel olarak onu izleyen birilerini aradım. Yükü bölüşmek lazımdı. Sonrasında gece bastırdığım hatıralarımla kendi filmime daldım. John Lennon yine haykırdı: “Remember / the fifth of November.” Sonunda hep o aynı silah sesini duydum. Hatırladım. 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA