İki haftadır, Hrant Dink Cinayeti Davası için hazırlanan yeni iddianamenin ek klasörlerinde yer alan çarpıcı belgeleri manşetten duyuruyoruz. Geçen haftaki sayımızda bir MİT belgesinden bahsetmiştik. 2011 yılına ait bu belgeye baktığımızda, MİT’in, Hrant Dink cinayeti hakkında devam eden duruşmalarda olup bitenleri ‘Etnik Bölücü Faaliyetler’ başlığı altında raporlaştırdığını görmüştük. Belge Agos’ta yayımlandıktan sonra bazı gazeteler ve internet siteleri haberi sayfalarına taşıdılar, bir televizyon bu konuda özel bir bülten hazırladı, HDP milletvekili Garo Paylan Başbakan Davutoğlu’nun yanıtlaması talebiyle bu konuda bir soru önergesi verdi. Ancak tüm bunlara rağmen şu güne kadar MİT’ten ya da MİT’in bağlı olduğu Başbakanlık’tan herhangi bir açıklama gelmiş değil.
Bu hafta haberleştirdiğimiz belgeler de gayet irkiltici. Emniyet İstihbarat, cinayetten hemen sonra zanlıların soylarını araştırmış. Ta 1900’lerin başına kadar gitmişler. Ne mi aramışlar? Samast ve Hayal’in soylarında ‘dönme’lik ya da ‘gayrimüslim’lik var mıdır? Bulamamışlar. Belgeden bunu öğreniyoruz.
Beri yandan, yine klasörlerde rastladığımız bir belgede görüyoruz ki, Hrant Dink’in de katıldığı bir Helsinki Yurttaşlar Derneği toplantısı ayrıntılı biçimde incelenmiş, derneğin diğer faaliyetleri de detaylı biçimde mercek altına alınmış, toplantılarda kimin ne söylediği uzun uzun raporlaştırılmış, derneğin üyeleri ve toplantılara katılanlar hakkında bir tür fişleme çalışması yapılmış. Dikkatinizi çekmek isterim, Helsinki Yurttaşlar Derneği yasal bir sivil toplum kuruluşu. Ancak bununla da yetinilmemiş, Romanlarla ilgili çalışmalar, toplantılar da detaylı biçimde raporlaştırılmış, bu çalışmalar ‘yeni bir azınlık yaratma’ şüphesi altında değerlendirilmiş.
Bir başka belgeden de, Hrant Dink’e niçin pasaport verilmediğini öğreniyoruz. Belge 1997 yılına ait. Agos kurulalı bir yıl olmuş. Belgede Dink’in Ermenilik faaliyetlerini araştırma çerçevesinde ‘hedef’ olduğu söyleniyor. Buradan, yani ‘hedef’ kelimesinden, iyimser bir yorumla “izliyoruz” demek istedikleri sonucunu mu çıkarmalıyız, bilemiyorum. Ancak bunun kadar ilginç bir ifade de, o zamanlar Patrik Başyardımcısı olan, daha sonra Türkiye Ermenileri Patriği seçilen Mesrob Mutafyan için kullanılan “koyu Ermeni milliyetçisi” nitelemesi.
Bir yönüyle, bunlar hiç şaşırtıcı değil. Yani devletin Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, Süryanilere, Protestanlara, muhaliflere nasıl baktığını bilenler için, bu belgeler, kullanılan ifadeler şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak bunu bilmek, bu belgeler karşısında irkilmemize engel değil. Çünkü bu belgeler gerçekten irkiltici. Öncelikle şu açıdan: Artık gayet net görüyoruz ki, devlet Hrant Dink’in neredeyse nefes alışını bize izlemiş. Hakkında tutulan dosyalara baktığımız zaman, Dink’in yürürken bile attığı her adımdan devletin haberdar olduğunu anlıyoruz. Devletin neredeyse tüm kanatlarının da bir şekilde bulaştığı bir cinayet olması açısından, bu çok önemli. Ve aslında, bir anlamda, Hrant Dink’in nasıl bu şekilde öldürüldüğünü de açıklıyor. Hrant, devlet için, nasıl anlarsanız anlayın, ‘hedef’ çünkü. Ve bir kişi devlet için şu ya da bu anlamda bir kere ‘hedef’ haline gelince... Gerisini biliyorsunuz artık.
Bu belgeler bir de şu açıdan irkiltici: Bunlar muhtemelen savcılık tarafından yürütülen soruşturma aşamasında devlet kurumlarından davayla ilgili olarak talep edilen belgeler. Yani muhtemelen şöyle olmuş: Savcılık ilgili tüm kurumlara “Hrant Dink’le ilgili olarak elinizde ne belge varsa gönderin” demiş, kurumlar da “Madem savcılık istiyor, gönderelim bari” demiş. Normalde bu belgelerin ne kadarı dosyaya girerdi, ne kadarı girmezdi, bilemiyoruz, bu ayrı bir fasıl, ama ne olmuşsa olmuş, bu belgeler soruşturma dosyasında yer almış. Şunu demeye çalışıyorum: Daha kim bilir nasıl belgeler var devletin elinde, ‘hedef’ gördükleri hakkında.
Bu belgeler ve elbette bu dava, artık bazı meselelerin gayet açık biçimde masaya gelmesi gerektiğini bir kez daha gözümüze sokuyor. Başta bahsettiğim ‘soy’ araştırmasını da hatırlayarak söylemek gerekir ki, bu devlet, ‘ırkçı’ bir işleyişe sahip bir devlettir. Vatandaşlarına ırkçı bir pencereden bakar, öyle değerlendirir ve onları ırklarına, soylarına göre fişler.
Burada önümüzde duran asıl mesele şu: Bu devlet bu alışkanlıklarını günümüzde de sürdürmekte midir? Sürdürüyorsa, bu daha ne kadar bu şekilde devam edecektir? Böyle devam edecekse, bu ülkede yaşayan vatandaşların tümü, kendilerini nasıl bu ülkeye ait hissedecektir?
En önemlisi: Bu sorulara cevap verecek biri var mıdır? Yoksa yine boşlukla mı konuşuyoruz?