YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Referanduma da savaşla mı?

Son hafta olup bitenler, Kürt meselesinin hem iç hem de dış boyutları açısından baş döndürücü. Cizre’nin Cudi ilçesinde üç bodrumda kalıp ambulans bekleyenlerle ilgili süreç devlet açısından tamamlandı ve operasyon sonucunda 100’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Cesetlerin çoğunluğunun teşhis edilemez halde olduğunu söylüyor HDP’li vekiller ve aileler. HDP Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız 15 Şubat’ta BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada “140’a yakın cenaze var, bunların 120’sinden fazlası henüz teşhis edilebilir değil. Cenazeler büyük oranda yanmış, bozulmaya başlamış” diye konuştu. Cesetler Urfa, Mardin, Antep ve Silopi’yi götürülmüş durumda. İktidara bakacak olursak operasyon başarıyla tamamlanmıştır. Aynı günlerde Başbakan Davutoğlu da Talat Paşa’nın Ermeni meselesi için 100 yıl önce dediklerini hatırlatır bir biçimde “Şark meselesi bitmiştir” deyiverdi.

AKP hükümeti dışarıda da aynı hızla Kürtlerin üzerine gitmeye devam ediyor. Rojava, yani Kuzey Suriye’de PYD güçlerinin Azez yakınlarındaki Menag Havaalanı’nı ve civarını ele geçirmesi üzerine Türkiye Kilis tarafından bu bölgeyi top ateşine tuttu Cumartesi günü. Bu top atışları sonraki günlerde de devam etti. Ancak aynı anda başka bir gelişme daha olmaktaydı. Türkiye önceki haftalarda Suudi Arabistan’la ortak bir güç oluşturacağını açıklamıştı. Cumartesi sabahı Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bu ortak gücün Suriye’de bir kara operasyonu düzenleyebileceği anlamına gelen açıklamalarda bulundu. Daha sonra bu açıklamalar “Yok, öyle demek istemedik” diye tevil edilmeye çalışıldıysa da, yetkililer bu manaya da çekilebilecek açıklamalar yapmayı sürdürdüler. Aynı saatlerde Suudi yetkililer savaş uçaklarının İncirlik üssünde konuşlandığını söylediler. Türkiye bunu doğrulamadı ama önümüzdeki günlerde bunun zaten olacağını da söyleyiverdi.

Türkiye’nin bu top atışı işinde ısrarlı olması ve Suriye’de kara operasyonu yapabileceğini ima etmesi Batı’da pek hoş karşılanmadı. ABD ve Fransa top ateşinin durdurulmasını talep etti. ABD ayrıca PYD-YPG’yi terörist olarak görmediğinin altını bir kez daha çizdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri de Türkiye’nin müdahalesinin BM ilkelerinin ihlali olduğunun altını çizerek, bombardımanın durdurulmasını istediler.

Türkiye şimdilik bu uyarılara en azından perde önünde pek kulak asacak gibi görünmüyor. Davutoğlu “Azez’in düşmesine izin vermeyiz” derken (buradan, devletin Azez’in “Kürt olmayanların elinde” olmasını istediği net biçimde anlaşılıyor), Cumhurbaşkanı Erdoğan “Güney sınırında yeni bir Kandil’e izin vermeyeceğiz” diye konuştu. Erdoğan bölgeye yönelik topçu ateşinin süreceğini de vurguladı. Erdoğan zaten PYD- YPG’nin bir terör örgütü olduğunu söyleyip duruyor. (Geçerken belirtelim ki, PYD’nin Eşbaşkanı Salih Müslim daha bir yıl öncesine kadar Ankara’da ağırlanan, el üstünde tutulan bir isimdi.) Tüm bu gelişmeler üzerine, Salih Müslim 14 Şubat’ta yaptığı açıklamada Türkiye’nin bölgeyi tahliye etme talebini reddettiklerini söyledi. Müslim, Menag Havaalanı’nın YPG’nin eline geçmeden önce El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’nin elinde olduğunu da sözlerine ekledi. (Milliyet, 14 Şubat)

Bu olup bitenlerden ilk aşamada anlayacağımız şey şu: Ankara, önceki hafta Suriye rejimi tarafından icra edilen Halep operasyonu ve binlerce sivilin Türkiye sınırına yığılmasının ardından, son PYD hamlesinin Türkiye’nin Halep’le bağlantısını keseceğini, bu konuda duvara dayandığını düşünüyor. Fakat belli ki, bu sadece AKP’nin düşüncesi değil. Geçen hafta CNN TÜRK kanalında bir programa katılan CHP eski lideri Deniz Baykal da Halep’in bir Sünni kenti olduğunu, Şii kuşatmasına izin verilemeyeceğini ve Halep-Azez hattını açık tutmak için bombardıman yapılabileceğini söyleyiverdi. Davutoğlu’nun bu açıklamayı pek beğenip “Millî muhalefete de ihtiyacımız var” dediğini ekleyelim.

Ancak, AKP ve şu durumda onun yardımına koşan cephe meseleyi ‘Halep’ ve Türkiye-Halep hattı üzerinden açıklamaya çalışsalar da, asıl meselenin Kürtlerin kuzey Suriye’deki kazanımlarını engellemek olduğu anlaşılıyor. Ve bu tabloyu engellemek için Türkiye’nin Suriye’ye girmeyi bile göze aldığı ortada. Hafta içinde Reuters ajansına konuşan Türkiyeli bir yetkili Suriye’ye olası bir kara operasyonunu IŞİD karşıtı koalisyonla görüştüklerini, tek taraflı bir operasyon istemediklerini söyledi.

Batı’nın Türkiye’ye Suudi ordusuyla birlikte Suriye’ye girme onayı vermesi pek muhtemel görünmüyor. Ancak asıl mesele şu: Erdoğan ve iktidar bu eli daha ne kadar artıracak? İçerideki çözüm sürecinin, Kürt hareketinin Rojava’daki kazanımlarına paralel olarak iktidar tarafından rafa kaldırıldığını, dolayısıyla Rojava’da devletin istediği (dayattığı) bir çözüm olmadıkça içeride de yeniden masaya dönülmesinin (maalesef) zor olduğunu söylemiştim.

Ancak devletleşen AKP belki de burada durmayacak. Erdoğan, Kasım seçimlerini savaşla kazandığı verisinden yola çıkarak bir obsesyon haline getirdiği başkanlık referandumunu da savaşla, hem de sadece içeride değil dışarıda da Kürtlere karşı yürütülecek bir savaşla kazanabileceğini, ve bunu icra ederken ülke içindeki geleneksel milliyetçi çevrelerden destek alacağını hesaplıyor olabilir.

Eğer gördüklerimiz bu planın peşrevleri ise, bizi hayli zor günler bekliyor demektir.

not: Yazıyı bitirdikten sonra Ankara’dan bombalı saldırı haberi geldi. Askerî servis araçlarını hedef alan saldırıda, şu anki belirlemelere göre 28 kişi hayatı kaybetmiş, 61 kişi de yaralanmış durumda. Şunu söylemek lazım ilk aşamada: Bu ateş çemberini büyütmenin kimseye faydası yok.