Ermeni Soykırımı’na dair çalışmalarıyla tanınan antropolog Dr. Yektan Türkyılmaz, Agos’a bu kez plak koleksiyonuyla konuk oluyor. 2500’ü aşkın plağa sahip Türkyılmaz, bu koleksiyonu Uruguay’dan Saraybosna’ya farklı coğrafyalardan oluşturduğunu belirtiyor. 1942’de Nazi rejimi sırasında kaydedilmiş, Parsegh Ganatchian’ın meşhur Oror’unu (Ninni) söyleyen kadını dinleyince “Muhteşem bir şey” diyor ve iç geçirerek ekliyor: “O kadar acıklı söylüyor ki, sevemiyorum bile.” Türkyılmaz’la anlatılmaz dinlenir türden bir röportaj yaptık.
Plak koleksiyonuna nasıl başladınız?
Benim babam doktor, 70’li yılların başında okuldan mezun oluyor ve o dönemki birçok idealist gibi doktorluk hizmeti vermek için köye gidiyor. Bu yüzden annem ve babam da memlekete taşınıyorlar. Ben de ilkokula orada başladım. Dağ köylerindeki acil hastalar sağlık ocağına ulaşamadıkları için babam onların yanına gidiyordu. Yine bir gün gitti ve iki gün sonra elinde köylülerden satın aldığı bir kutu ve biraz da plakla geldi. O zamanlar altı-yedi yaşlarındayım, heyecanla kutuyu açtım. Bir çocuk düşünün, o zaman nahiyede elektrik yok, bir şey yok, açıyorsunuz, kuruyorsunuz ve ses çıkarıyor, bir çocuk için bundan daha hoş bir oyuncak olabilir mi? Ben oradan sardım buna. İnsanlar benimle plak hakkında konuştuklarında onlara “Benim anadilim taş plak çünkü 12 yaşından önce başladım bu işe” diyorum.
İstanbul’a taşındıktan sonra elektrik kesildikçe gramofonu piyasaya çıkarırdım ve kurup müzik dinlerdim. Liseye kadar gramofonun bittiğini, en son plakların bizde olduğunu sanıyordum. Son sınıfta Moda’dan aşağı doğru inerken baktım el arabasında bizimkine benzer plaklar var, o zaman fark ettim ki bu şey bir tek bizde yok. O zaman maddi imkânlarım da çok kısıtlı olduğundan tek tük plaklar alıyordum, dönemin en popüler şarkısı olan ‘Love in Portofino’ falan... Sistematik plak toplamaya ise, doktora yaparken başladım. 2000’den bu yana sistematik olarak plak topluyorum. İlk başlarda önüme gelen her plağı alıyordum, sonra tüm plakları alarak taş plak, daha doğru ismiyle 78 devirli plak, koleksiyonu yapamayacağımı anladım. Ondan sonra belli uzmanlaşmalara yöneldim. Belli firmalar tarafından basılan plaklara yoğunlaştım, mesela Osmanlı’nın yerli plak şirketi olan Orfeon (Orfeos) markasına. Bir diğer kıstasım, ortofonik kayıtlar, yani elektrikli kayıt öncesi, 1925’ten önce kaydedilen plaklar. Bir diğer topladığım plaklar ise, Osmanlı diasporasının kayıtları. Yani Osmanlı ülkesinden giden Yahudilerin, Ermenilerin, Rumların Amerika’da, Fransa’da, Suriye’de yaptığı kayıtlar veya Karamanlıların, Pontusluların Atina’da, Selanik’te doldurduğu plaklar. Bir diğer ilgi alanım ise Kürtçe kayıtlar.
78 devirli plak koleksiyonerlerinde yaygınca rastlanan bir muhafazakârlık vardır. Ben ve birkaç koleksiyoner arkadaşım, bu işi muhafazakârlıktan çıkarmak için uğraşıyoruz. Muhafazakârlığın sebebi ise geçmişte ‘bozulmamış’, ‘öz’, ‘güzel müziğimizin’ aranması. Ve de eski, yani 78 devirli plakların bu ‘yitik’ musikimizin saklandığı yer olarak düşünülmesi Misal, “Ah nerede o Tamburi Cemil?” Tamburi Cemil olağanüstü bir müzisyendi, ama anaakım ve şehirli birisiydi aynı zamanda. Benim ilgim ise daha kenarda kalmış müziklerde. Kenarda kalmış kayıtlardan kastım, örneğin taşra kayıtları, kemençe kayıtları, kadın kayıtları, Eğin havaları, ninniler, Romanlar... Romanlar konusuna özel bir parantez açmak lazım çünkü Osmanlı’daki kayıt tarihinde Romanlar çok önemli bir yere sahiptiler. Tamburi Cemil örneğini verdim, oysa artık unutulmuş Arap Mehmet gibi virtüöz vardı; Arap Mehmet Osmanlı müzik tarihinde en kıymet görmemiş, takdir edilmemiş müzisyenlerden biridir. İlgi anaakımda olunca bu gibi isimler yok olup gidiyor. Müslüman Kadın müzisyenler ancak 1920’lerde görünür oluyor çünkü o zamana kadar Müslüman kadının kayıt yapması ‘ahlaka mugayir’ sayılıyordu. Piyasadaki kadın sesi talebini, gayrimüslimler yanında, özellikle Roman kadınlar karşıladı; Şeker Hanım, Maviş Hanım, (Küçük) Safinaz, Gül Hanım vd. Osmanlı klasik müziğinden, halk türkülerine ve kantolara her tür eseri seslendirdiler. En az kaydettikleri ise kendi geldikleri grup için ve ona ait şarkılardı.
Koleksiyonunuzdaki plakları nerelerden edindiniz?
Plak, çıkışından itibaren global bir medyum ve metaydı. Sistematik olarak plak toplamak istiyorsanız, hiçbir zaman tek bir coğrafyayla sınırlı kalamazsınız. Hiç ummadığınız yerlerden plaklar çıkacağından emin olabilirsiniz. Mesela Arjantin’den, Uruguay’dan Osmanlı kayıtları çıkıyor. Uruguay’dan Abdülhamid döneminde Muhafız Alayı’nın orkestra kayıtlarını satın aldım. Bir Bosna ziyaretinde Balkan kayıtları bulmak için Saraybosna’da eskicileri dolanırken rastladığım 78 devirli plakların neredeyse tamamı Güney Amerika kayıtlarıydı. Türkiye’de çok plak topladığımı söyleyebilirim ama asıl önümü açan, ABD’ydi. Avrupa’dan, özellikle de Fransa’dan çok plak aldım. Türkiye’deki kayıt tarihini en iyi bilen isimlerden Gökhan Aya’nın plak toplamada bana olan yardımlarından ötürü ismini anmadan geçemeyeceğim.
Sizin için çok değerli olanlara örnek verir misiniz?
Çok heyecanlandığım bir disk Laz Ali Osman Efendi’nin kemençe eşliğinde Pontus Yunancası söylediği 1912-13 tarihli kaydıdır, rüyaya girecek plaklardan birisidir. Osmanlı dönemi Kürtçe kayıtları da örnek verebilirim. Bir yerden sonra şarkıyı beğendim, beğenmedim meselesinden çıkıyor durum, bazen bir tek etiket için bile o plağın bir önemi oluyor. Yüzyıl başında İstanbul, Edirne ve Selanikte yapılmış Haim Efendi, Solomon Efendi ve Algazi Efendi’nin söylediği Sefardik, yani Judeo-Espanol, kayıtlar çok sevdiklerim arasındadır. Buna erken dönem (1905-1914) Gramophone Company, Odeon, Zonophone, Favorite ve Orfeon firmalarının bastığı Yunanca İzmir kayıtlarını da ekleyeyim. Meddahların siyasi monologlarını da unutmamak gerek, örneğin 31 Mart olaylarının aktarıldığı kayıtlar, 1913’te kaydedilmiş, Edirnenin İstirdadı anlatısı, 1914’te dünya savaşının ilk günlerinde yayınlanmış Osmanlı propaganda plakları oldukça önemlidir. Ayrıca, zaten benim araştırma konuma giren 1908-14 arası Osmanlı İmparatorluğunda basılmış Ermenice devrimci marşlar, örneğin Favorite firmasından Taşnaktsagan Marş, Tadarani Taşdum vb. Son olarak diyaspora kayıtlarının hepsi özellikle de erken döneme, yani 1900-1929 arasına ait olanların hepsi çok ilginç bence.
Osmanlı döneminde pek çok kimlik bir arada barındığı için farklı müzik kültürlerinden bahsetmemiz mümkün. Plağın yaygınlaşmasında bunun bir etkisi var mı?
O zaman da her şeyi kaydedemezdiniz, örneğin ‘Yıkılsın Osmanlı’ diye bir kayıt yapamazdınız. Ancak kültürel kaygıların görece az etkisi olduğu bir zamandan bahsediyoruz. Kürtçe, Ermenice, Pontusca kaydedilemiyor diye bir durum söz konusu değil. Kültür siyasetiyle ilgili sıkıntı daha az. O dönem asıl sıkıntı, piyasaya sürülecek müziğin alıcısının olması. Yani 1900 başından 20’lere, yani Cumhuriyet’e kadar çok renkli bir kayıt dünyası vardı ve bu dönem pazar ekonomisinin sınırlarını çizdiği bir çoğulcu popüler kültür üretimi dönemiydi. Kısacası plağı almaya ve çalmaya maddi gücü yetecek hedef kitlesi, yani bireyler topluluğu, kahvehaneler veya meyhaneler varsa, o kayıt yapılıyor, piyasaya sürülüyordu.
Soykırım öncesi ve sonrası kayıtlar arasında belirgin farklılıklar var mı?
Soykırım geriye bir enkaz bıraktı.1915 sonrasında da kayıt yapılıyor elbette. Ancak soykırım sonrası İstanbul’da Ermeni müzisyenlerin neredeyse tamamı Türk müziğine hizmet etmeye başlıyor, piyasa kalmıyor, insanları oradan kaldırırken piyasayı da yok ediyorsunuz. Bunlar araştırılmaya muhtaç konular ama o travma birçok korku ve kaygıyla geliyor, yaşandı bitti diye kalmıyor. Soykırım dediğimiz bir süreçtir, olup bitmemiştir. Katliamlarla, çocuklara el konulmasıyla, o yıkım olup bitmemiştir. Soykırım Türkiye’deki Ermeni kültürel üretimini felç ediyor. Ancak Misak-ı Milli dışına çıkarsanız 1915 sonrasında başka bir hikâye var. Diasporada kültürel ve müziksel üretim çoğalarak devam ediyor. Diasporalar kendi içine kapanmıyor. Soykırım öncesi Ermeni kayıtları açısından namümkün şeyler bile mümkün hale geliyor. Bunu ayrı bir konu başlığı olarak detaylıca ele almak gerek.
Ermenice müziğin Osmanlı’daki diğer dillerdeki müziklerle olan farkından bahseder misiniz? Ermenice müziğin batıya dönük tavrında Gomidas’ın rolü nedir?
İlk başta Gomidas erken aşklarımdan biri, onu söyleyeyim. Ve 1912 Paris kayıtlarının izini ısarla sürdüm ve birçoğunu da buldum. Koleksiyonerlerin, özellikle Kuzey Amerika’daki koleksiyonerlerin erken dönem kayıtları muhtemelen en az payı Osmanlı Ermenileri alacaktır. Osmanlı dönemi Ermeni kayıtlarına bakıldığı zaman çok belirgin bir batılılışma kaygısı görüyorsunuz. Gomidas’ın burada etkisinin olmadığını düşünmek mümkün değil. Piyanosuz kayıt başlamıyor mesela. Kürt kayıtlarında öyle bir kaygı yok . Yunanca kayıtlara bakarsınız benzer kaygılarla yapılmış kayıtların yanında, daha lokal referanslı plaklar da çoktur. Osmanlı Ermenilerinin kayıtlarında yaygınca gördüğüm, sürekli lokal bir ‘özü’ alıp evrensel, siz bunu batı anlayın, hale şekillendirme, yeni bir form yaratma çabası. Ancak bu durum yalnızca Gomidas’la sınırlı kalacak bir şey değil. Herkes Batılılaşarak modernleşmek istiyordu . Her şeyden öte Ermeniler başlarına gelen dertlerin kaynağını zaten ‘oriental’ halde buluyordu, ve dermanını da batılılaşmada. Dolayısıyla Kilise de büyük ölçüde modernleşmeciydi, devrimciler zaten öyleydi. Geriye amira ve Ramgavarlar arasındaki bir avuç ‘muhafazakar’ kalıyordu. Kısacası Osmanlı Ermenileri için modernleşmeyi frensiz bir batılılaşma olarak algılama hali çok yaygındı.
Buradaki Ermeniler batı kaygısıyla müzik yaptıkları için diasporaya gittiklerinde özüne dönmüş gibi hissediyorlar mı?
Soykırım öncesinde ABD’deki Ermeni diasporasını baz alacak olursak, büyük ölçüde Harputlulardan oluşan bir cemaatti. Tabii, Ermeni nüfusu soykırım sonrasında daha da yoğunlaşıyor Kuzey Amerika’da. İnsanlar, Osmanlı’da kaydedemedikleri köylerindeki havaları ABD’de, bambaşka bir coğrafyada söylemeye başlıyorlar. Xarperttsi’nin, Vanetsi’nin, Dikranagerdtsi’nin kendi usulüyle, diyalektiyle kayıt yaptıkları bir tablo ortaya çıkıyor. Burada kaybedilen bir hayatı hatırlama ve kurtarma yanında, orada yeni bir hayat kurma çabası da var. Aslında o kadar da yayılmıyor gruplar, insanlar yakınlarının yanına gidiyorlar. Bitlisli Bitlisli’nin, Vanlı Vanlı’nın yanına gidiyor.
Öte yandan ABD’de zamanla çok sayıda plak şirketleri kurulduğunu, Ermenilerin de bu sektörde önemli sayıda yer aldıklarını görmek mümkün. Belli bir zamana kadar yalnızca Victor ve Columbia gibi dönemin en önemli plak şirketleri varken, daha sonra Osmanlı diasporası içerisindeki gruplar kendi firmalarını kuruyorlar. Bunlara örnek olarak M. G. Parsegian çok önemli bir firmadır ABD’de. Bir dilde kayıt yapmaz. Ermenice yanında Rumca, Türkçe, Kürtçe plak kayıtları var. Pharos adlı başka bir firma, Dersim türküsünü kaydederken bir yandan Girit türküsü de basıyor. Margosian, Sohag, Bılbıl gibi firmalar kuruluyor daha sonra. Bu firmalar 1929’daki krize kadar piyasadaki yerlerini koruyorlar. Bazı plak dükkânları var, yalnızca Osmanlı piyasasının plaklarını satıyor. Mesela Taşçıyan mağazasında yalnızca Osmanlı diasporasındakilerin plakları yer alıyor.
Ara Dinkjian’ın çok iyi bir koleksiyonu var. Birbirimize plaklar da verdik. Ara çok yardımlaşmacı bir koleksiyoner. Koleksiyon işine girince yalnızca plakları değil, plağın tarihini de topluyorsunuz aynı zamanda. Ara bu işin çok içerisinde olduğu için çok daha avantajlı konumda. Benim Osmanlı yanım, onun ise ABD yanı güçlü. ABD çok daha ulaşılabilir olduğu için Ara, çok daha iyi bir koleksiyona sahip.
Plaklar akademik hayatınızda da yer alıyor. Bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Esas olarak soykırım tarihi, Orta Doğu’da şiddet antropolojisi gibi toplu şiddet üzerine dersler verdim. Bir gün kayıt denen şeyin hikâyesi ve bu kayıtların hikâyelerinin neden çok önemli olduğu üzerine ders vermek, içimde bir ukde olarak hep vardı. Bir gün akademisyen arkadaşlarımın da olduğu bir ortamda müzik dinliyoruz, onlara çalan şarkıların hikâyelerini anlatırken bir gün bu konu üzerinde ders vereceğimi söyledim. “Nerede vereceksin?” diye sorduklarında verecek cevabım yoktu ama “Vereceğim” dedim. Öyle ki, ders programını yazmaya bile başlamıştım. Nihayetinde şöyle bir şey oldu, aradan iki-üç gün geçti, o gün görüştüğüm arkadaşlarım “Yektan bizde bu dersi ver. Bize ders programı yollayabilir misin?” dediler. Böylece 2012’de Sabancı Üniversitesi’nde erken kayıt dönemini kapsayan Müzik, Kültür, Siyaset dersini vermeye başladım.
Osmanlı ve çevresinde kayıt ve kaydın sosyal, siyasal, kültürel ve hatta politik ekonomik etkileri üzerineydi derslerim. Çevresi derken de Balkanlar, Kafkasya, kısmen Arap dünyası ve Kuzey Afrika’yı kastediyorum. Derslerde ilk olarak plak ne, ne oldu, müziğe ne yaptı onlara bakıyorduk ama daha sonra, ‘Osmanlı’dan ulus devlete ses kaydının, plak endüstrisinin rolü ne oldu?’ gibi spesifik konulara yöneldik. Belki ileride tekrar veririm bu dersi.