Mısır Firavunu Tutankamon’un ölümünden yüzyıllar sonra bulunan mezarında, onlarca değerli parçayla beraber 36 şarap amforası da vardı. Mezarı yağmalayan Howard Carter pek dikkat etmese de, dünyanın belki de ilk etiketli şarapları burada gün ışığına çıkıyordu. Amforanın üzerindeki yazı şöyle diyordu: “Aten Evi’nin çok kaliteli tatlı şarabı –Yaşam, Zenginlik ve Sağlık– Batı Nehri bölgesinden. Şarap ustası Apererşop.”
Fark ettiyseniz şarabın yapımcısı ve tadı dışında bir bilgi daha verilmiş, firavunun şaraplarının etiketinde: Şarabın geldiği yer. Batı Nehri bölgesinden... M.Ö. 1300’lü yıllarda bile şarap meraklıları bazı yerlerde yetişen bitkilerin daha lezzetli sonuçlar çıkaracağını biliyorlardı demek ki.
Zaten yaşadığımız medeniyeti kuranlardan, başka türlüsünü beklemek doğru olmazdı. Onlar da tıpkı bizim gibi, şarap yaptığınız üzümün, yemekte kullandığınız patlıcanın, patatesin, yediğiniz meyvelerin aslında lezzetleriyle beraber bize topraklarını, iklimlerini taşıdığını biliyorlardı.
Bugün bölgesinin adıyla andığımız her yemek bunu kanıtlıyor zaten. Bir ürünün yetiştiği yerin kendine has özellikleri, onunla yapılan yemeği de kendine has kılıyor.
Bir bağ bölgesinin coğrafi konumu, yani denizden yüksekliği, yakınlarında su kaynağı (deniz, göl, nehir vs.) olması, toprağın mineral yapısı gibi birçok değişken, şarabınızın kalitesini belirleyen asli unsurlardır. Tahmin ettiğinizden fazla farklılık gösteren bu tür her değişken, size güzel ya da kötü sürprizler yapar. Efsanevi Chateau Petrus şaraplarının yılda ancak 30 bin şişe civarında üretim yapmasına olanak veren bağlarının hemen karşı komşusu olan bağlarda, aynı üzüm ve aynı üreticinin elinden çıkmış olsa da çok daha mütevazı şaraplar yapılıyor olması, şarap yapımcılığında ustanın becerisinden daha fazlasının topraktan kaynaklandığının ufak bir kanıtı sadece.
Toprak bizi biz yapıyor. Yediğimizi içtiğimizi ve ruhumuzu belirliyor. O toprak ki, bize lezzetleri taşırken bazen içinden acıları kusar ortamıza...
Memleketin belki de en iyi üzümleri Diyarbakır’dan gelir. Ondan yapılan şarap insanın boğazını kerttiği için adı ‘Boğazkere’ olan üzüm hakkında Heredot bile bir-iki kelam etmiştir. Diyarbakır’dan Babil’e kadar satıldığını anlatır ‘Tarih’inde, neredeyse 2500 yıl önce...
Nadin,dün akşam yediğimiz yemeğin üzerine bolca baharat dökmüştü. Son gittiğimde Diyarbakır’ın en iyi baharatçısı, 140 yıldır hizmet veren dükkânın sahibi Kör Yusuf’tan almıştım. Alışverişten çok sohbet etmeye gidilen dükkânlardandır Kör Yusuf. Biz tam yemeğimizi yerken, Cizre’de son yapılan operasyonda ölenlerin sayısı altmış mı, on mu diye tartışıyordu televizyonda birileri. Hatta öldükleri değil, “etkisiz hale getirildikleri” söyleniyordu.
KörYusuf Baharatçısı yerinde duruyor mu, bilmiyorum. Beyaz peynirle şarap ikram eden Sülüklü Han duruyor mu, bilmiyorum. Binalar duruyorsa da içinde yaşayanlar, benim de yanyana geldiğim insanlar hayatta mı, hayatta iseler bundan sonar onlara ne olacak, onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey, üzerimize gece gibi çökmüş zifiri bir karanlık. Ahmet Arif’in “hani kurşun sıksan geçmez geceden” dediği gibi, zifir bir gecedeyiz. Yemeden-içmeden, hayattan bahsetmenin insanı utandırdığı bir coğrafyadayız.
“Coğrafya kaderdir” demiş İbni Haldun. Yüz yıldır aynı kaderi yaşıyoruz.