“Tarihine yabancı hiçbir dile (hiçbir söz edimine,hiçbir söz dağarcığına) sahip değiliz.”
Jacques Derrida
Türkiye’deki Yahudilere dair gözlemlerini, balonlar içindeki sözleriyle dillendiren İrvin Mandel’le, isimleri ve çizimleri üzerine söyleştik.
İsminizin anlamıyla başlayalım mı söze?
Bunu sorduklarında her zaman “Bilmiyorum” dedim. Bugün, siz gelmeden Google’a baktım, en az yedi-sekiz anlamı varmış: deniz dostu, domuz dostu, yeşil ırmak; efendim, yakışıklı... E, bu işime geldi. Çok farklı anlamları var ama galiba orijini İngilizcede, Anglosakson bir isim.
İsminizin anlamını daha önce hiç merak etmediniz mi?
Bugüne kadar hiç araştırmamıştım, çünkü emindim ki hiçbir anlamı yok. Hâlâ da bir anlamı olduğundan pek emin değilim. İnternetten anlamını aradığınızda o kadar çeşitli sonuçlar çıkıyor ki, çok ciddiye almamak lazım.
Sizin için neden bu ismi seçmişler? İrvin ailenizden birinin ismi miymiş?
Hayır, ailede hiç kimsede bu isim yok. Baba tarafım Aşkenaz benim, Aşkenazlarda yaşayan dedenin adı çocuklara verilmiyor. Ben doğduğumda iki dedem de hayattaydı, dolayısıyla onların adı bana verilmedi. Babamın babası, bu ismi bulmuş benim için – o ara aklına nasıl gelmişse...
Soyadınızın bir anlamı veya bildiğiniz bir hikâyesi var mı?
Mandel, Almanca badem demek. Çok yaygın bir Alman Yahudi soyadıdır. Benim babamın anne tarafı Rus kökenli. Ukrayna’dan, pogromlardan kaçanlardan. Babaannem burada doğuyor ya da çok çok küçükken geliyor. Babamın baba tarafı ise, Avusturya Macaristan İmparatorluğu’ndan gelme. Alman kültürüyle yetişmiş. Dedem, imparatorluk parçalanınca Polonya tarafında kalıyor, yaşamını orada devam ettiriyor. Sonra buraya geliyor. Tam olarak ne zaman geldiği net değil. Babam da Polonya vatandaşıydı. Fakat savaştan sonra Polonya vatandaşlığından çıktı, komünist olmak burada iyi görünmüyordu. Abisi Fransa’ya göç etti, Fransız oldu. Ablaları evlilikten dolayı Türk oldular. Böyle oldu…
Türkiye’de ‘İrvin Mandel’ adını taşıyor olmak nasıl bir durum?
Zor. Ben 40 küsur senedir bu ismi Türkiye’de taşımakta çok zorlandım. Bir kere, telaffuzu zor; beş harf ama her zaman karıştırıyorlar. Genelde “Irvin” diyorlar, “İrbin” diyorlar. Bizim cemaat de dahil olmak üzere, ismimi düzgün telaffuz eden pek yok. Eskiden bundan sıkılıyordum. Üzülüyor insan, sonuçta bir ismin var ve kimse söyleyemiyor. Şimdi eğleniyorum. Komik oluyor, davetiyeler geliyor, bir bakıyorum ismim ‘w’ ile yazılmış ya da sonuna bir ‘g’ eklenivermiş…
Askerliğinizi yaparken isminizin başına neler geliyordu?
Ben Yurt dışında çalışmıştım, o yüzden kısa dönem, 55 gün askerlik yaptım. Bir çavuş vardı, sürekli ismimi söylüyordu. Doğru söylüyor gibi geliyordu. Bir gün elindeki kâğıda baktım ismimi nasıl yazmış diye. ‘İribin’ yazmış. Meğer öyle diyormuş ama ben ‘İrvin’ duyuyordum.
İsminizin başkaları tarafından anlaşılamayınca, Yahudi olduğunuzu söylüyor musunuz?
E tabii, yanına hemen ekliyorum. Neden yabancı bir isim? Daha geçen gün işyerime misafirler geldi. “Hoşgeldiniz” dedim, kartımı verdim. Kadın oturduktan beş dakika sonra “İrvin Bey Türkçe biliyor mu?” dedi ortağıma. Algılar böyle. Fakat Türkiye’de bu isim Yahudilere de yabancı, buradaki Yahudiler genelde Sefarad oldukları için... Yıllar önce Yahudi bir müşterim beni Ermeni sanmıştı, çünkü bu ismi daha önce duymamış.
Siz çocuklarınız için daha önce duyulan isimler mi seçtiniz?
Bizim çocukların isimleri biraz daha Türkçe. Biri Selen, biri Roksan. Her ülkeye uyabilen isimler olduğunu düşündüğümüz için bunları seçtik. Telaffuzu kolay, çok yabancılık çekmezler.
Bu “yabancı olma”, “yabancılık çekme” hali, tüm dünyadaki Yahudi cemaatleri açısından ortak ve sizin de katkı sunduğunuz Yahudi mizahı açısından önemli bir konu…
Ben burada yaşayan bir Yahudi’yim. Yahudi yaşamını görüyorum, yaşıyorum. Evrensel anlamda böyle bir mizahın var olduğunu düşünüyorum. Dünyada Aşkenazlar çoğunlukta olduğu için onların ağırlığı var. Bu öğrenilmiş bir şey değil gibi geliyor bana. Ben de “oturayım da mizahçı olayım” diye uğraşmadım. Bu kendiliğinden geldi. Gözlemleriniz yaşadığınız toplumla ilgili olduğu zaman, otomatik olarak oradan toplumun gözlemiyle yaratılmış mizah ortaya çıkıyor. Sonrasında da Yahudi mizahı yapıyor oluyorsunuz. Oturup çalışılıp yapılmıyor.
Fakat üzerinde çalışılan çok belirgin figürler var, ‘Yahudi annesi’ tiplemesi gibi…
Ben o tipler üzerinden gitmiyorum. Masaya, Yahudi annesi veya Yahudi tüccar çizmek için oturmuyorum. Fakat gözlemlerimin içinden Yahudi annesi veya Yahudi tüccar da çıkıyor, her türlü insan çıkıyor.
‘Yahudi tüccar’dan hareketle, Yahudilerin zengin ve cimri olduğu yüklemesi, antisemit söylemde sıklıkla yer alıyor. Sizin antisemitizmle ilgili hassasiyetleriniz var mı?
Onların söylemi benimkinden farklı tabii. Ben o konularda hassasım. Mizah yapmakla alay etmek ya da küçük düşürmek birbirinden çok farklı, ve ikincisi benim alanım değil. Hiciv ağırlıklı mizah yapıyorum ama ölçüyü korumaya çalışıyorum. Kimseyi kırmadan, küçümsemeden... Politik de çiziyorum ama onları gazetede (Şalom) yayımlamıyorum, Facebook’a filan koyuyorum. Günümüz Türkiye’sinde her şeyi söylemek, eleştiri yapmak kolay değil. Kulağımı çektiler bir defa. Bir karikatürümü Oda TV şu başlıkla yayımladı: “Tayyib’i çok kızdıracak bir karikatür. Yahudi cemaatinin gazetesi Şalom’un çizeri İrvin Mandel Tayyib’i çok kızdıracak bir karikatür çizdi.” Bu biraz olay oldu. Karikatürü kullanmak için benden izin almışlardı ama böyle bir başlıkla çıkaracaklarını düşünemedim.
Karikatür çizmeye ne zaman, nasıl başladınız?
Küçüklüğümden beri çizgi romana merakım vardı; onları kopyalayarak, onlara bakarak çizerdim. Fakat düzenli çizim yapmaya 1985’te, Şalom’da başladım. O zaman Şalom altı sayfa çıkardı, siyah-beyaz, kötü baskı... Gazeteyi canlandırmaya çalışıyorlardı. Ben de Türkiye’ye yeni dönmüştüm. Çiziktirdiğimi bilen biri, onlara beni tavsiye etmiş. “Çizer misin?” dediler, “Olur” dedim. Editoryal karikatüre başladım. Faks yok, internet yok... Dedim ki, “O hafta yayımlanacak makaleleri bana gönderin, onların arasından seçeyim, çizeyim.” Kurye Kemal Bey (Karataş) işyerime getirirdi yazıları, zarf içinde ben de çizip yine kuryeyle gönderirdim. Bir süre sonra aksamaya başladı, devreden çıktım. 92 yılında geri döndüm ama o arada İzel (Rozental) başlamıştı editöryal çizmeye. Benim canım da bant yapmak istiyordu. ‘Mozotros Ailesi’ni çizmeye başladım, o gün bugündür her hafta çiziyorum.
‘Mozotros’ ne demek?
‘Bizimkiler’ demek. Bizim aileden hareketle başlattım bu bandı, o yüzden bu ismi verdim. Kısa bir süre sonra bunu sadece bizim aileyle değil, Yahudi cemaatiyle devam ettirdim. Şimdi Türkiye’deki Yahudi cemaatini içine alan, temsil eden bir ifade oldu. Gündelik hayat, bayramlar, yeni yıl vs. üzerine çiziyorum.
Cemaatin sorunlarına değiniyor musunuz?
Sorunları nedir ben de pek bilmiyorum. Cemaatin pek içinde değilim. Hayatın akışı içindeki olaylar benimkiler. Çizdiklerimin %99’u yaşanmamıştır ama yaşanmaya çok yakın şeylerdir; çizerken “Mutlaka birileri yaşamıştır” diye de düşünmüşümdür.
Karikatürlerinizin yayımlandığı Şalom gazetesinin bir mensubu olmak sizin için ne ifade ediyor?
Şalom’un 85’ten beri yakaladığı ivmeyi takip ediyorum. Müthiş bir gelişme içinde. Bugünkü Türkiye’de Agos, Şalom şu anda geniş toplumun medyasının çok daha üstünde bir kalitede gazetecilik yapıyorlar bana göre. Anaakım medyada birilerinin suyuna giden, doğru olmayan, sansasyonel haberler yayımlanabiliyor fakat Şalom’un öyle bir kaygısı yok. Ciddi, güvenilir, amatör ama gayet profesyonelce bir şeyler yapıyorlar. Oradaki yazarların yazıları yerel medyada referans alınmaya başlandı. Bu çok önemli.