Sokağa çıkma yasaklarına karşı 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı metni imzaladıkları için önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedef alınan, ardından YÖK'ün 'gereği yapılacaktır' açıklamasına muhatap olan akademisyenler, akademinin ifade özgürlüğüyle kopmaz bağını hatırlatıyor.
Yurtdışından ve Türkiye'den 1127 akademisyenin imzaladığı, Kürtçe ve Türkçe olan imza metni bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedef alındı.
Devleti uluslararası ve ulusal hukuk kurallarını uymaya çağıran ve çözüm süreci çağrısında bulunan akademisyenler, Erdoğan'ın açıklamasında "Bu aydın müsveddeleri kalkıp devletin katliam yaptığından bahsediyor. Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız. Aydın falan değilsiniz. Kendilerine akademisyen diyen güruh Türkiye'nin muhatabı değildir. Yalnızca millet bizim muhatabımızdır. Terör örgütü tamamen çekilene kadar güvenlik güçleri orada kalacaktır" açıklamalarına hedef oldu.
Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından kısa bir süre sonra da YÖK'ten (YüksekÖğretim Genel Kurumu) açıklama geldi. Yapılan genel kurul toplantısından sonra yapılan yazılı açıklamada, 'hukuk çerçevesinde gerekenler yapılacak" dendi:
"Bir grup akademisyen tarafından yayımlanan devletimizin, Güneydoğu'da sürmekte olan teröre karşı mücadelesini 'katliam ve kıyım' olarak niteleyen bildiri, tüm akademi camiasını zan altında bırakmaktadır. Teröre destek veren kişinin mesleği ve statüsü hiçbir demokratik ülkede kişiye imtiyaz sağlamaz, teröre destekçiliği hiçbir şekilde hafife alınamaz. Teröre destek veren bu bildiri, akademik özgürlük ile bağdaştırılamaz. Vatandaşlarımızın güvenliğini sağlamak devletin en temel görevidir. Bu bildiri ile ilgili olarak hukuk çerçevesinde gereği yapılacaktır. Rektörlerimiz ve Üniversitelerarası Kurul ile bu konuyu görüşmek üzere toplanacağız."
İmza metni hakkında yapılan açıklamaların ne anlama geldiğini, bildiriye imza veren akademisyenler Şebnem Korur Fincancı, Ayşe Gül Altınay, Gençay Gürsoy, Erhan Keleşoğlu ve Ohannes Kılıçdağı'na sorduk.
Şebnem Korur Fincancı - Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi
Hukukun gereği soruşturma değil ifade özgürlüğünü saygıyla karşılamak
Hem Cumhurbaşkanını açıklaması hem de YÖK’ün inceleme başlatacağına yönelik ifadesi, ifade özgürlüğüne yönelik bir saldırıdır. “Hukukun gereği yerine getirilecek” diyorlar, hukukun gereği ifade özgürlüğünü saygıyla karşılamak olmalı. Tabii bu yaklaşım, tartışma ortamlarını yok etmeye, muhalif sesleri ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım. Akademisyenler olarak farklı bir tepki beklemiyorduk. Biz sorumluluğumuzu yerine getirdik. Onlar da siyaseten yapmaları gerektiğini düşündüklerini yapacaklardır. bu ülkede zamanında da barış isteyenler yargılandı. Utanç duyması gerekenlerin kim olması gerektiği o zaman da ortaya çıktı, bugün de ortaya çıkacaktır.
Ayşe Gül Altınay- Doç. Dr., Sabancı Üniversitesi
Her aşamada hedef gösteriliyoruz
İmza metnini, “burada suç işleniyor, bu suça ortak olmayacağız, yönümüzü barışa doğru çevrelim” diyen bir çığlık olarak tanımlıyorum. Burada asıl şaşırtıcı olan, hem uluslararası hem Türkiye’den bir çok akademisyenin imzalaması oldu. Çünkü akademisyenlerin bir sözde ortaklaşması çok zordur. Ama burada öyle vahim bir durum var ki, kılı kırk yarma ayrıcalığını kenara bırakıp herkes ortak çığlıkta buluşmak istedi. Yıkıma ve öz yıkıma götüren bir süreçten geçiyoruz. Normalde bir araya gelmesi zor olacak insanlar burada bir araya geldi. Bu kendi başına bir şey söylüyor. Metinde Türkiye’nin ulusal hukuku, uluslararası hukuku ve insan hakları hukukunu uygulanmasına bir davet vardı. Bu nasıl bir suç unsuru olabilir, algılamakta zorluk çekiyorum. Erdoğan’ın açıklamasında metni imzalayanlardan aşağılayıcı ifadelerle bahsedilmesi, hain ilan edilmeleri, artık ifade özgürlüğünün ve bilimin sözünün sınırlarının ne kadar daraldığını gösteriyor. Devletin, hükümetin adımlarını sorgulamanın kendisi terörist olmaya eşitleniyor. Öte yandan buradaki bir başka büyük tehlike, daha küçük şehirlerde çalışan arkadaşlarımızın isimlerinin, fotoğraflarının yayınlanmasıyla hedef gösterilmiş olmaları. Bu metni imzalayan herhangi bir akademisyene bir saldırı olursa, açıklamaları yapanlar sorumlu olacak. Her aşamada hedef gösteriliyoruz. Bir cumhurbaşkanı kendi ülkesinin akademisyenlerini nasıl hedef gösterebilir? En temel demokratik işleyişten ne kadar uzak olduğumuzu ne yazık ki bir kez daha gösteriyor.
Gençay Gürsoy- Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi (Emekli)
'1402'lik olmaya' geri dönüş
Türkiye’nin son 50 yılın bütün siyasi olaylarına tanıklık etmiş bir yaştayım. 1402’lik olma diye bir deyim vardı bizim zamanımızda. 12 Eylül döneminde, 150 kişilik bir kadro üniversiteden sorgusuz sualsiz, mahkeme kararı olmadan, kamu görevinde çalışmamak üzere atıldı. 12 Eylül günlerine geri dönüyoruz. O zaman bu icraatın başında bugün hayatta olmayan bir general vardı. Şimdi başımızda da bir sivil general var. Cumhurbaşkanın konuşmasında yabancı imza sahiplerini Türkiye’ye davet ederek olayları yerinde görmeleri teklifinde bulunmuştu. Biz bu teklifi sahipleniyoruz. Orada imzası olan Noam Chomsky, David Harvey ve diğerlerinin gelmesine biz de çaba göstereceğiz. Bu tehditlerin devam edeceği inancındayım. Bir televizyon programına dışarıdan katılan bir öğretmenin “olup bitenlerle ilgili batı da haberdar olsun” minvalinde cümleleri birle terör olarak değerlendiriliyor artık bu ülkede. Alıştık, ama imza sahipleri adına söylüyorum, bu ülkeye demokrasiyi, barışı ve özgürlükleri getirene kadar devam edeceğiz.
Erhan Keleşoğlu- Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi
İfade hürriyetimizi kullandık
Açıklamaların tamamını henüz dinlemedim ama şunu söyleyebilirim, biz İfade hürriyetimizi kullandık. Akademi demek düşünceyi ifade hürriyeti demektir. o ifade hürriyetine karşı kısıtlayıcı bir söylem geliştirmişse Cumhurbaşkanının tercihidir.
Ohannes Kılıçdağı- Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi
Ara pozisyonları yok etmeye çalışan bir mantık
An itibariyle 1127 akademisyenin imzaladığı, “Bu suça ortak olmayacağız!” bildirisi iktidar sahiplerinin ve yandaşlarını bayağı “hareketlendirdi” ki sessizliktense bu iyi bir şey. Bildiri temel olarak devleti ulusal ve uluslararası hukuk içinde kalmaya davet eden, şimdiye kadar yapılan insan hakları ihlallerinin de, gene ulusal ve uluslararası mekanizmalar yoluyla soruşturulmasını talep eden bir metin. Yani, aslında devleti meşru bir devlet olmaya çağıran minimal bir metin. “Katliam” sözü “fazla” bulunmuş. İyi de, hükümetin kendisi yüzlerce adam öldürüldüğünden bahsediyor ve bu kadar insanın nasıl, hangi süreçle öldürüldüğünün belli olmadığı, cesetlerin ortalara saçıldığı duruma katliam denmesinde şaşılacak bir şey yok. Verilen tepki, Türkiye siyasetinin çok iyi bildiği karalama, ihanetle suçlamaya, bastırmaya, korkutmaya odaklı. Bunu yaparken de gene beylik, “beşinci kol”, “ya bizden yanasın ya da terörden” gibi laflar ileri sürülüyor ki sonuncusu birebir oğul Bush’un ağzından çıkmıştır zamanında. YÖK’ün toplu soruşturma tehdidiyse tam darbe veya tek parti dönemlerini çağrıştıran bir durum. YÖK bildirinin, “teröre destek verdiğine” karar vermiş bile çünkü mantık cumhurbaşkanının dillendirdiğiyle aynı: devletin her yaptığına onay vermiyorsan otomatikman terörden yanasın. Ara pozisyonları yok etmeye çalışan bu mantık çatışmayı derinleştirecektir, dolayısıyla kabullenmemek gerek.