“Dağılmış pazar
yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar
yerlerine memleket
Gelmiyor içimden
hüzünlenmek bile”
Edip Cansever
“Champagne” (şampanya) denince aklınıza ne geliyor? Özellikle yeni yıl gecesiyse, tabii ki müthiş lezzetli köpüklü şaraplar, değil mi? Peki “Roquefort” (rokfor) ya da “Camambert” (kamamber) dendiğinde? Bu sefer de usta işi, lezzetli ve özel peynirler geliyor akla...
Bunların her biri, aslında bir bölgenin ya da kasabanın adı. Ürünleri o kadar meşhur ki, bunların birer yer adı olduğunu birçokları bilmez. Devlet bu ürünleri korumak ve isimlendirmek için çaba gösterir.
Bizim memleketimizde, hani bir çakıl taşı için kan dökmeye hiç erinmeyen haşmetli devletimizin şehvetle sahip çıktığı memleketimizde, durum böyle değil.
Mesela tarihin belki ilk şaraplarının üretildiği üzümlerden biri olan Boğazkere’nin anavatanı Diyarbakır’da, yeni yıla girerken, kutlamaları, içilecek şarapları, çekilecek halayları değil, ölen çocukların sayısını konuşuyoruz. “Diyarbakır” denince aklımıza ölü çocuklar geliyor. Torununu ambulansa yetiştirmeye çalışırken vurulan dede ile torunu geliyor. Çatışma devam ettiği için anasının ölü bedenin bir hafta yol ortasında bırakan, her dışarı bakışında anasının cansız bedenini görmek zorunda kalan evlat geliyor.
Artık alışkanlık oldu ölen çocukları konuşmak. Çünkü ölüyorlar mütemadiyen. Evinin bahçesinde oyun oynarken vurularak, ekmek almaya giderken gaz fişeğine denk gelerek, kötü bir botta ucuza almış can yeleğinden sıyrılıp Ege Denizi’nde boğularak ya da torna tezgâhına bir tarafını kaptırarak ölüyor çocuklar, ve ancak belirli bir sayınını üzerine çıkarsa sayılar ve haşa, eğer terörist değillerse umurumuzda oluyor ölüşleri.
Ulusal bir haber kanalında, spikerin biri garip Türkçesi ve yanlış tonlamalarıyla, gerine gerine, gözlerini devirerek, iki tümgeneralin yönettiği operasyona 10 bin askerin katıldığını ve bilmem kaç yüz teröristin ölü olarak ele geçirildiğini anlatıyor. Ve unutmadan ekliyor, tüm bunlara neden olan şeyin oralarda açılan hendekler olduğunu.
Bu haberi dinleyen, daha bir-iki sene evvel kendi elleriyle Taksim’den Gezi Parkı’na barikat kuran arkadaşlar, hendeğe verilen bu cevabın çok yerinde olduğunu düşünüyor.
Şimdi orada yaşayan insanlara anlatın, bütün bunların hendekler yüzünden olduğunu, yapılanın aslında bir barış harekâtı olduğunu. Ne yapıldıysa bölgeye barış gelmesi için yapıldığını anlatın. Bu yalan yani savaşları bitirecek savaş yalanları 100 yıl önce tüketildi. Hâlâ bu yalanlara sarıldıklarına göre, çok büyük bir çaresizlik içinde olmalılar. Maalesef, sokaklara yazdıkları şey doğru, “Kurdun dişine kan değdi” gerçekten, ama o kurşunu sıkanın dişine değil, kan dökerek seçim kazanabileceğini gören iktidarın dişine kan değdi.
Biz bunları konuşarak, izleyerek ve kulaklara her geçen gün daha olağan geldiğini düşünerek yeni yıla yaklaşıyoruz.
100 yıldır kanayan yaralarını saramadığı için hâlâ kanayan bir ülke olarak, yeni bir yıla daha giriyoruz.
Her yeni yıla bir dilek dileyerek girilir ya, ben ölen çocuklarıyla değil, bölgelerinin adını taşıyan lezzetleriyle anılan bir ülke hayal ediyorum. “Diyarbakır” denince hüzünlenilmeyen bir memleket diliyorum.
İyi seneler, ne kadar iyi olabilirse...