LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Zeytin kumarı

 “Bir ölçek buğday bir dinara ve üç ölçek arpa bir dinara. Zeytinyağı ve şarabı ziyan etmeyin.”

İncil, Vahiy 6:6

Cihan Padişahı Haşmetli Kanuni Sultan Süleyman, hayatı boyunca hiç domates yememişti. Fatih Sultan Mehmet tüm debdebesine rağmen patatesin tadına hiç nail olamamıştı. Onlar da, Amerika kıtası keşfedilmeden önce Eski Dünya’da yaşayan herkes gibi, balkabağı, patates, domates, fasulye ve hatta çilekle tanışamadan ölmüşlerdi.

Bunların olmadığı bir dünya epey renksiz olurdu. Domatesin zararlı olup olmadığı, o çağların merak uyandıran sorularının başında geliyordu; domatesten önce, ete lezzet versin diye, yemekler buraların meyveleriyle, örneğin vişneyle pişiriliyordu.

Patatesi Avrupa’ya getirenin, Peru ve İnka topraklarını işgal eden Francisco Pizarro olduğu iddia edilir. Bu bitkiyi 1535 yılında Amerika kıtasından getirip İspanya kralına o sunmuş. Fakat patatesin yıldızı bu sunumla değil, Fransa’da kıtlık başgösterdiğinde parlamış. Patatesin bu kıtlığa çare olacağını düşünen 16. Louis, halkın bu yeni bitkiye özenmesini sağlamak için, belki de, bir gıda ürünü için yapılan ilk PR çalışmasına imza atmış. 50 hektarlık bir arazide bu ürünün yetiştirilmesini emretmiş ve başına nöbetçi olarak epey bir asker dikmiş. Kralın bu kadar özen gösterdiği bu gıda, çok merak edilen ve aranan bir şey haline gelmiş. Tam o sırada saray el altından tohumlar dağıtmaya başladığında, meraklı halk patatese hücum etmiş. Patates, kıtlığa çare olmuş olmasına, ama Fransız Devrimi’ni önleyemediğinden, Kral Hazretleri giyotinle tanışmak zorunda kalmış sonraları. İrlanda’da nüfusun neredeyse yarısının patatesle beslenmeye başladığı 1800’lü yılların başında, patatese dadanan bir hastalık, bu nüfusun yaklaşık olarak yüzde yirmisinin kıtlıktan ölmesine sebep olmuş.

Hayatımıza renk katan, beslenme alışkanlıklarımızı tamamen değiştiren bu gıdaların Kıta Avrupası’na buralara gelmesinin bazı yan etkileri de olmuş. Buradaki bitkilerin hiç aşina olmadıkları zararlıları da beraberlerinde getirmişler. Bu zararlıların en meşhuru, ‘Filoksera Vastatriks’ adlı bir asma biti. 19. yüzyılın başında Fransa’da görülmeye başlayan bu bit, asmanın kökünü yiyip asmayı öldürüyor. 19. yüzyılın sonlarında çözümü bulunana dek, Avrupa’daki bağların neredeyse yarısını mahvetmiş, 20. yüzyılın başında Türkiye’ye ulaşmış. Osmanlı Meclisi’nin 20 Kanunisani 1326 (2 Şubat 1911) tarihli kayıtlarında, yaklaşan bu felaketle nasıl baş edileceğinin konuşulduğunu görülüyor. Avrupa’da şarapçılığı neredeyse bitirme noktasına getiren bu zararlıyla mücadele yolu bulunmasaydı belki bugün şarabını tadını bilmeden yaşıyor olacaktık. Allahtan ,her şey yok olmadan çözüm bulunmuş. Üstelik, zararlının kendisi gibi, çözümü de Amerika’dan gelmiş. Günümüzde dahi asma bitine karşı uygulanan yegâne yöntem olan şaraplık Avrupa asmalarının, yabani Amerikan asmalarına aşılanması. Yeryüzünde, bu zararlıdan etkilenmeyen Şili, Kapadokya gibi bazı yerler olsa da, bugün bağ kurmak isterseniz, bu şekilde aşılı asmalar dikmeniz gerekiyor.

“Noel’e şurada kalmış birkaç gün, neden bitten-böcekten bahsediyorsun?” diyeceksiniz ama, asmanın başına gelen bu felaketten yaklaşık 200 sene sonra bugün, zeytin ağaçları benzer bir tehlikeyle karşı karşıya. ‘Xylella fastidiosa’ (çiftçilerin taktığı adıyla ‘zeytin ebolası’) birkaç yıldır ciddi bir sorun yaratıyor. Zeytin ağacını yok eden bu bakteri de, tıpkı Filoksera gibi, Amerika’dan, büyük ihtimalle sadece görsel olarak bir işe yarayan zakkum bitkisiyle Avrupa’ya gelmiş.

Avrupa Birliği, İtalya’nın en büyük zeytin üretim bölgesi olan Puglia’da bir milyon ağacın kesilmesiyle, bu bakteri yayılmadan bir tampon bölge oluşturulması kararı almıştı. Ama bölge mahkemesi bu kararı durdurdu. Bu kararın ardında, “Xylella bakterisi testlerinde pozitif çıkan bazı ağaçların kurumadığını, negatif çıkan bazılarınınsa kuruduğunu gördük” diyerek, bakteri ile ağaçların hastalanması arasındaki ilişkinin kesin olarak kanıtlanamadığını iddia edenler var.

Bugüne dek sadece 1600 ağaç kesilebilmiş durumda. Ağaçların kesilmesinin mi yoksa kesilmemesinin mi doğru karar olduğunu zaman gösterecek. Ama tehlike altında olan şey, en kadim ağaçlardan zeytin ağaçlarımız.

Anlayacağınız, elle çizilmiş sınırlardan, farklı adlar konmuş inançlardan, körü körüne bağlandığımız ideolojilerden çok daha gerçek dertler var hayatta.

Zeytinyağsız ya da şarapsız bir hayat düşünebiliyor musunuz?