1959’dan bu yana, gerek yönetimlerde yer alarak, gerek seçilmiş yönetim kurullarına destek vererek etkin bir isim olan, Patrik Kazancıyan ve Patrik Kalustyan’ın seçilmesinde belirleyici bir rol oynadığı bilinen, ancak son yıllarda aktif görevler üstlenmeyen Harun Keçecioğlu, “Patrik seçimi Ermeni toplumunun onurudur” diyor.
Patrik seçimi konusunda tartışmaların yaşandığı bir yıl daha geride kalıyor. 2015 yılı tamamlanırken, sorunun çözümü konusunda herhangi bir yol kat edilebilmiş değil. Bir grup sivilin girişimiyle Patrik II. Mesrob için vâsi tayin edilmesi talebiyle açılan dava, son dönemde konuyu tekrar toplumun gündemine taşıdı. Bu girişimde yer alanları eleştiren de var, destekleyen de. 1959’dan bu yana, gerek yönetimlerde yer alarak, gerek seçilmiş yönetim kurullarına destek vererek etkin bir isim olan, Patrik Kazancıyan ve Patrik Kalustyan’ın seçilmesinde belirleyici bir rol oynadığı bilinen, ancak son yıllarda aktif görevler üstlenmeyen Harun Keçecioğlu, “Patrik seçimi Ermeni toplumunun onurudur” diyor. Keçecioğlu'yla son gelişmeleri konuştuk.
Son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce devlete seslenmek istiyorum. Ey devlet seçim yapmayı biliyorsun, seçiliyorsun ve yönetiyorsun. Peki, bizi neden ehliyetsiz bir otobüs şoförünün eline mahkûm ediyorsun? Bütün bir cemaat ‘o’ direksyondayken bir sağa bir sola savrulup duruyor.
Bu ifadeler sizce de biraz ağır değil mi?
Bundan beş yıl önce, bir günden ötekine ‘Patrik Genel Vekili’ diye bir şey icat edildiğinde, ‘Patriklik makamı gasp edilmiştir’ demiştim. O zaman ‘gasp etmek’ bazılarına ağır bir ifade olarak gelmişti ve beni eleştirmişlerdi. Bugün durumu en iyi ifade eden kelimenin bu olduğu herkes tarafından görülüyordur. Bugünü anlatmak için de ehliyeti olmayan bir şoförün bizi sağa sola savurduğunu söylemek en doğrusu.
Bu seçimlerin yapılmasını istemeyen size göre devlet mi bu durumda?
Devlet, seçimlerin yapılmasını istemiyor. Bu durum bazılarının işine geliyor olmalı ki seçim yapma hakkımızın elimizden alınmasına seyirci kalınıyor. Vakıf seçimleri için de durum böyle. Toplum olarak bu sorunlar etrafında birleşip çözüm üretilmesi gerekirken, seçimin yapılması için çaba sarf edenlerin sesi kısılmaya çalışılıyor.
Sağa sola savurmak olarak kastettiğiniz nedir?
Kulaklarımdan hiç silinmiyor, bundan birkaç yıl önce, Kayseri kilisesinin açılışında ‘ben ne Ermenistan tanırım ne de başka bir şey, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ dedi. Buna kimsenin itirazı var mı? Tabii ki hepimiz T.C. vatandaşıyız, ama sana kim Ermenistan’ı, Katolikosluğunu ayaklar altına alma hakkını veriyor? Niye tanımıyoruz Ermenistan’ı? İstediği yerde istediği şeyi konuşabiliyor. Devlete gidiyor 1915’le ilgili açıklama yapıyor, ‘bu cesetler artık kokuyor, ortadan kaldırın’ diyor. O senin annenin, babanın, dedenin cesedi değil mi? Nasıl böyle konuşabiliyorsun? Bugün de açıklama yapıyor, ‘vâsi de benim, her şey de bana bağlıdır’ diyor. ‘Siz kim oluyorsunuz’ diyor herkese had bildiriyor. Üstelik Patrik seçiminin yapılması için çaba sarf eden insanları hedef gösteriyor. Onların vâsi tayini için açtıkları davanın Diramayr Mari Mutafyan’la bağlantısı doğrudan yok ama kendisi Diramayr’ı kullanmaktan hiç çekinmiyor. Kendi cümlelerini Diramayr’ın açıklamaları olarak Patrikhane kanalıyla yayınlıyor. Ahlak bunun neresinde? Buna da çok üzülüyorum. ‘Patrik Genel Vekili’ adı altında Patrik gibi davranıyor. Kim bu yetkiyi verdi? Bu milleti temsil etme hakkını kim verdi? Patriği 95 milletvekili seçer. Halkın seçtiği delegeler bir günlük milletvekilidir. Sadece onlar Patriği seçebilir. Bu olmadığı sürece ehliyetsizdir. Ama her konuda açıklama yapabiliyor ve sözleriyle toplumu, bir sağa bir sola savuruyor. Yoksa kimsenin düşmanı değilim. Medeni cesaret göstererek seçime aday olursa cemaat onu da seçebilir, o zaman halkın seçtiği Patrik olarak kendisine saygı gösteririz.
Vasi tayini için açılan davaya nasıl bakıyorsunuz?
Seçimin yapılmasını isteyenler de var, istemeyenler de. Vâsi tayini için dava açan arkadaşlarımız bu seçimin yapılması için çaba sarf ediyor. Millet olarak kişiliğimizi ispat edebilmenin tek yolu bu seçimi yapmamızdır. Bu yüzden onları sonuna kadar destekliyorum. Patrik seçimi bu toplumun onurudur.
‘Patrik yoksa Patrikhane de yoktur’
Ruhani Kurul’un, 1 Temmuz 2010’da ‘Mucizelere inanan bir milletiz, Patriğimiz iyileşebilir, Patrik ölene kadar Patriğimizdir’ gibi bir açıklaması oldu. Bu da tüm girişimlerin önünü tıkıyormuş gibi gözüküyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu açıklama seçim yapılmasını istemeyenler için son derece kullanışlı bir açıklama oldu. ‘Mucizeye inanıyoruz’ diyerek din adamları kendilerini inancın gereğini yapıyormuş gibi gösterdiler. Aksine böyle yaparak en büyük günahı işlediler. Kiliseyi başsız bıraktılar. O din adamlarına seslenmek istiyorum, gelin bu günahtan dönün. Koskoca bir cemaat inancından uzaklaşıyor. Bu günahı nasıl üzerinizde taşıyabiliyorsunuz? Birilerini hedef gösteriyormuşum gibi geliyor ve bunları söylerken kendimden utanıyorum. Fakat Patrik yoksa Patrikhane de yoktur. Bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yok. Böyle devam ederse gelecek nesillere çok kötü bir miras bırakmış olacağız. Bizim başka önemli sorunlarımız da var. Patriğin yanında sivil temsilcimizin de olması gerekiyor. Çünkü Patrik politika yapamaz, siyasi dengeleri gözetemez, çünkü din adamı olarak sadece doğru bildiğini söyleyebilir. Bu yüzden 1960’ta lağvedilen ‘Merkez Mütevelli Heyet’ tekrar oluşturulsun diye girişimlerde bulunuyorum. Toplumun önde gelenlerini toplayıp bu konu için ne yapılabilir? Bunu nasıl devlete iletebiliriz? Bunu tartışmalarını istedim. Bir sonuç çıkmıyor, çünkü insanlar durumdan memnun. Herhalde işlerine geliyor. Benim 55 yıl bu topluma hizmetim oldu, sorumluluklarımı arkamdan gelen nesle devrettim ve geri çekildim. Yapılması gereken de buydu. Ama hâlâ kalbim bu toplum için çarpıyor. Bu sorunları aşamazsak, kendimi 55 yıl boyunca hiçbir şey yapmamış, gelen kuşaklara hiçbir miras bırakamamış gibi hissedeceğim. Benim gibi Anadolu’dan gelen Ermeniler, Ermenice bilmedikleri için çok aşağılanmaya maruz kaldı, fakat kendilerini kabul ettirdi ve bu toplumu bugüne kadar sırtında taşıdı. Biz iki koyun, bir kazan pilav ve ayranla madağları başlattık. O dönemde her çocuk, defter kitabın yanında çantasında sobada yakılmak için bir odun getiriyordu okula. O madağlarla okullara kaloriferler yapıldı ve okullarımız, kurumlarımız bugünlere gelebildi.