‘Gâvur değiliz ki biz, inanıyoruz’

Yıl 1839. Gülhane Parkı’nda Tanzimat Fermanı okunuyor. Fermanda kimi haklar sıralanıyor ve deniyor ki, “Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla, öbür milletler bu haklardan tam yararlanacaklardır.” Kimileri bunun nasıl bir şey olduğunu anlayamıyor, tellallar sokakta naralar atarak onlara durumu anlatıyor: “Bundan böyle gâvura gâvur demek yoktur ha…”

İsminizin anlamıyla başlayalım mı söze? 

‘Şabo’, Süryanice bir kelime. Pazar günü anlamına geliyor. Hıristiyanlık inancına göre Tanrı dünyayı yedi günde yarattı ve en son gün olan pazar gününü insanlara dinlenmeleri için ayırdı. O dinlenme ve ibadet günü, Süryanicede ‘Şabo’dur. Ben de bunu çok sonradan öğrendim.

Nasıl, ne zaman, kimden öğrendiniz?

Süryanice bilmiyoruz. Mardinliyiz biz, Arapça konuşuyoruz genelde. Üniversite yıllarından sonra İstanbul’da kendi toplumumun içinde girmeye başladım ben, o zaman bana ismimin anlamını söylediler. Üniversiteye giderken çevremde hiç Süryani yoktu, ne anlama geldiğini bilmiyordum ismimin, sonradan öğrendim. Ailem de pek açıklamıyordu. Babam rahmetli olmadan önce anlattı: Şabo, onun babasının ismiymiş. Babası 1915’te kaybolmuş, başına ne geldiğini bilememişler. Babam da çocuklarından birine onun ismini vermek istemiş hep ama içinde bir çekince varmış. “Ya yarın öbür gün adından Süryani olduğu anlaşıldığı için başına bir şey gelirse” endişesiyle, benden önceki çocuklarına Süryanice isimler koyamamış. Beş kardeşiz biz, bütün kardeşlerime, ağabey ve ablalarıma Türk ismi vermiş. En son bana bu ismi vermiş fakat ben bu ismin sıkıntısını hayatım boyunca çok yaşadım. İsminiz farklı olduğu için her şeye negatif olarak başlıyorsunuz.

Bu seçimi yüzünden babanıza kızdınız mı?

İlk önceleri, ufakken kızıyordum. Sonra hoşuma gitmeye başladı, çünkü bu benim atalarımdan gelen bir isim, onu gururla taşımam gerekiyor. Sevmeye başladım. Fakat insanlar hep sizi Türkleştirmeye, asimile etmeye çalışıyorlar. Süryanice isminizi Türkçe forma sokup öyle söylüyorlar. Ben bunu asimilasyon olarak görüyorum. “Şabo” dediğim zaman kabullenemiyorlar, “Gel biz sana başka bir isim verelim: Şaban” diyorlar. Kemal Sunal filmlerinin çok revaçta olduğu yıllarda bundan çok rahatsız olurdum, sinirlenirdim. Fakat artık düzeltmekten, adınızın doğrusunu söylemekten o kadar yoruluyorsunuz ki, bıkıyorsunuz ve bir noktadan sonra teslim oluyorsunuz. Karşınızdaki her zaman Süryaniliğin ne demek olduğunu da bilmiyor. Hemen ‘gâvur’la özdeşleştiriliyorsunuz. Hıristiyanlara karşı negatif bir anlayış var çoğu insanda, bununla mücadele ediyorsunuz.

Nasıl bir mücadele bu?

Bir kere, ‘gâvur’ inanmayan, kâfir demek. Biz Süryaniler, inanan insanlarız. 2000 yıldan beri Mesih’e inanıyoruz. Bunu anlatıyoruz. Fakat bunun sıkıntısıyla ömür geçiyor. Askerde özellikle... Kısa dönem yaptım askerliği. Ben gittiğimde oradakilere dediler ki, “Mardinli bir çavuş geldi.” Mardinli çavuş çok azdı, çünkü o bölgede yaşayan insanlar çoğunlukla Kürt’tü, Kürtlerden çavuş yapılmazdı. Ben gittim, tanıttım kendimi. İsmimi, kim olduğumu söyleyince, beni karşılamaya gelenler kaçtılar. Çevremde kimse kalmadı. Yüksek rütbeli insanlar vardı, onlar bana sıkıntı yaşattı. Birkaç kötü anım oldu, bana “gâvur” dendi, tepki verdim. Askerlikte tepki pek güzel bir şey değil, ‘emir demiri keser’ orada. Bu yüzden ve özellikle ismimden dolayı sıkıntılı bir askerlik yaşadım.

Bu sıkıntılar çocuklarınıza isim seçerken belirleyici oldu mu?

Hayır. Ben çocuklarıma Türkçe isim vermedim. Umarım onlar aynı sıkıntıları yaşamazlar.

İsimleri ve kimliklerine dair farkındalıkları var mı?

Şu âna kadar öyle bir farkındalık yaşamadılar. Herhalde olursa bana sorarlar, “Baba benim ismim niye böyle?” diye. Oğlan yedi, kız 11 yaşında; daha sormadılar bunu. Çocuklarına zorluk çekmesin diye Türkçe isimler koyup entegre olmayı seçen insanlar da var. Ya kabul edeceksiniz asimilasyonu, ya da...

Asimile olmak sizin için ne ifade ediyor?

Kendi kültüründen, kendi dilinden, kendi inancından zorla uzaklaştırılmak... Avrupa’ya giden insanlar bu süreçten geçiyorlar mesela; dillerine, kültürlerine uzaklaşıyorlar. Zamanında cumhurbaşkanımız demişti, “Asimilasyon bir insanlık suçudur.” Türkiye’de de aynı süreç işliyor, burada da farklı insanlar asimilasyona tâbi tutuluyorlar. Ayrımcılık hayatın çeşitli alanlarında var. Fakat ne yazık ki insanlar, asimilasyona uğramayan insanlar bunun varlığını kabullenemiyorlar.

Süryaniler ne gibi ayrımcılıklara maruz kaldılar, kalıyorlar?

Süryaniler kendilerini gönüllü asimilasyona tabi tutmalarına rağmen bazı haklardan mahrum kaldılar. Bu hâlâ sürüyor. Örneğin eğitim hakkından yararlanamadılar. Onlar da bir azınlık olmalarına, Lozan Antlaşması’nda “Müslüman olmayan” terimi yer almasına rağmen, eğitim hakkından faydalandırılmadılar. Kendi kurumlarını kuramadılar. Anaokulu açmak için bile hukukî sürece girmek zorunda kaldılar. Sonunda dava kazanarak anaokulu açtılar fakat herhangi bir Türkiye vatandaşı çok kolay bir şekilde anaokulu açabilir. Eğitim kurumları yok, eskiden diğer azınlık gruplarının okullarına gönderirlerdi. Son zamanlarda orada da zorluklar var, Ermeni okullarına kayıt yapılırken vaftiz belgesi isteniyor. Midyat’ta yaşayan Süryaniler okul için Millî Eğitim Bakanlığı’na soru sormuşlardı, cevap alamadılar, sürüncemede bırakıldı. Kırsal bölgeler olduğu için orada insanlar daha sıkı sarılıyorlar kimliklerine. Büyük şehirde kimlik feda edilebiliyor.

İnsanların kimliklerine sıkı sarılmış olduğu nasıl anlaşılıyor?

Bakıyorsunuz; isimleri Süryanice, kim oldukları biliniyor, hep bir arada bulunuyorlar, alışverişleri aynı yerlerden yapıyorlar. Burada farklı yerlerde yaşıyorlar, bölük pörçükler. Orada devamlı bir aradalar. Büyük şehirde yaşamın getirdiği zorluklar var. Mesela Süryanilerde Hano Kritho diye bir gelenek var; üç gün boyunca şenlik yapılıyor. Herkes evinden getirdiği yiyeceği köy meydanında topluyor, o yiyecekleri hep birlikte tüketiyorlar, eğleniyorlar. Bazı köylerde hâlâ yapılıyor ama tabii ki büyük şehir için olanaksız bir şey bu. İnsanlar büyük şehrin getirdiği zorlukları aşmakta zorlanıyorlar, uzaklaşıyorlar. Bir arada bulunamıyorlar. Etkinlikleri unutuyorlar zamanla; yapmaya yapmaya unutuluyor. Büyük şehirde yaşam nasıldır? Sabah kalkılır, işe gidilir, akşam yorgun dönülür, ertesi sabah rutin yine başlar. Oysa kırsal kesimde böyle bir sıkıntı yok. Mesela harman zamanı insanlar tarlada çalışırlar, sonra gelirler, köy meydanında hep beraber otururlar.

Hano Kritho şenliği İstanbul’da düzenlenecek olsa, hangi meydan, hangi semt seçilirdi?

Bakırköy, Yeşilköy, herhalde o taraflarda bir yer olurdu. Fakat, hiçbir kültür ait olmadığı bir yerde yaşayamaz. Biz de Mezopotamya topraklarına aittik. Oradan koparıldık, kopmak zorunda kaldık. Gittiğimiz yerlerde kültürümüzü yaşatmaya çalışıyoruz ama ana gövdeden koptuğumuz için yaşamamız zor olacak. Nüfusumuz çok azalıyor, göç ediliyor. Süryanilerin rengi soluyor.

Kategoriler

Toplum

Etiketler

İsimler Hikayeler


Yazar Hakkında