1 Kasım seçimlerine çığırından çıkmış bir vaziyette gidiyoruz. ‘Çığırından çıkan’, elbette rejimdir. İçinde yaşarken mücadele edilecek epey mesele olduğundan belki tam olarak farkına varamıyoruz ama 7 Haziran’dan bu yana başımıza gelenler korkunç. Bunun arkaplanında yatan sebepleri defalarca yazdığım için tekrar girmiyorum; sadece Suruç ve Ankara katliamlarını bile hesaba katsak, trajedinin boyutları ortaya çıkar. Bu tablo üzerine bilhassa iktidar kanadından gelen açıklamalar kan dondurucu. Özellikle son katliamla ilgili olarak iktidarın meseleyi bulandırmaya yönelik açıklamaları yetmezmiş gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Her olayda istifa mekanizmasını harekete geçirirsek...” gibi bir laf etmiş olması nasıl izah edilebilir? 100’ü aşkın insan, kamu görevlileri ve siyasetçilerin, ‘zaaf’la açıklanamayacak göz yummaları nedeniyle öldü. Yaşanan, tam bir ‘Kırmızı Pazartesi’ydi.
Patlama sonrası konuyu yakından izleyen gazetecilerin yazdıklarından gayet net anlıyoruz ki, devlet IŞİD’le birlikte hareket eden bu intihar bombacılarını çok yakından izlemekte, konuşmalarını dinlemekteydi. Bir sonraki adımlarını ne olacağını büyük ihtimalle biliyordu. Bu intihar bombacılarını, aileleri, sürekli olarak polise gidip ihbar etmekteydi. Bunların bir bölümü, Suruç Katliamı’nı yapanlarla akrabalık düzeyinde irtibat halindeydi. Bütün bu tablo karşısında “zaaf” demek fazla iyimser bir yorum değil mi? Burada, çok açık ki, bir göz yumma var.
Peki, devlet neden bu hücreleri hem izlemekte hem de bunlara müdahale etmemektedir? Bir intihar bombacısını yakalamak için, Başbakan Davutoğlu’nun dediği gibi, illa kendini patlamasını mı beklemek gerekmektedir? Bu kendi içinde çöken mantığı ciddiye almak elbette mümkün değil. Ortada daha derin meseleler var.
Tabloya ilk olarak ister istemez biraz ‘coğrafi’ bir çerçevede bakmak gerekiyor. Öncelikle, IŞİD neden bilhassa siyasal Kürt hareketini hedefliyor? Bunun cevabını bulmak çok zor değil. Suriye’de IŞİD’i engelleyen, zorlayan en önemli güç Kürtler. Bu tabloya ekleyecek bir verimiz daha var ki, o da AKP devletinin Suriye’nin kuzeyinde Kürt hareketinin güçlenmesini istememesi – bilhassa, eğer bu Kürtler Türkiye’deki siyasal Kürt hareketiyle yakınlık içindeyse...
Bu denklem içinde son birkaç ayda yaşananlar şunlar: HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bir canlı bomba, Kobanê’ye yönelik şiddetli bir saldırı, Suruç’ta 32 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan canlı bomba saldırısı ve son olarak, Ankara’da 102 kişinin hayatını kaybettiği katliam.
Dediğimiz gibi, bütün bu süreçte devlet IŞİD’in Türkiyeli bombacılarının ne yaptığını çok yakından izliyordu. Ve her seferinde, bilhassa Ankara Katliamı’ndan sonra bu meseleyi bulandırmayı, toplumda “Bu işi PKK yaptı” algısını güçlendirmeyi denedi. Bunu bir ölçüde başarmış görünüyor.
Bu olup bitenler bizi nereye getiriyor? Birkaç yere. Öncelikle, IŞİD’in Türkiye’deki siyasal Kürt hareketini hedef almasının devlet açısından hiç de mahzurlu olmadığına... Bütün bu katliamlar sonrasında HDP miting yapamaz hale geldi. Bu bir devlet için utanç verici bir durum olmalıdır. Ama hayır, mesela Başbakan Davutoğlu hiçbir şey olmamış gibi mitinglerine devam ediyor. Tam da burada, yukarıda değindiğim coğrafi denkleme iç siyasi denklemi eklemek gerekir. Bilhassa 7 Haziran öncesinde ve sonrasında şu apaçık biçimde ortadaydı ki, AKP yönetimi HDP’nin yükselişinden rahatsız olmuştu ve çözüm sürecinin kendisinden çok HDP’ye yaradığını düşünmekteydi. Çözüm masası coğrafi denkleme ek olarak bir de bu yüzden devrilmişti denebilir.
Dolayısıyla, şu hayli can sıkıcı durumla karşıyayız: Bu kadar insan, bu kadar can, bir devlet stratejisi sonucu hayatını kaybetmiş oluyor. Ki bu tabloya, Silvan, Cizre gibi kentlerde olup bitenleri, sivil ölümlerini, 90’ları aratmayacak operasyonları, ölenlerin cesetlerinin yerlerde sürüklenmesini henüz katmıyoruz.
İşte bu tablo içinde, Başbakan Davutoğlu, partisinin Van mitinginde dedi ki, “AK Parti iktidardan inerse buralarda terör çeteleri ya da eskiden olduğu gibi beyaz Toroslar dolaşacak.” Demeye getiriyor ki, biz iktidardan gidersek, 90’lardaki derin devlet çeteleri geri gelir; o yüzden AKP’ye oy verin.
Böyle bir argüman karşısında ne denir bilemiyorum. Öncelikle şunu söylemiş oluyor Davutoğlu: “Bakmayın bütün tumturaklı laflarımıza, 90’larla hesaplaşmak için hiçbir şey yapmadık, o çeteler olduğu yerde duruyor.” 90’lardaki devlet destekli cinayetlerle ilgili davaların sonuçsuz kaldığını düşünürsek, bunu söylemesi en azından bir gerçeğin itirafı olurdu.
Daha acısı, Kürtlere bir tür şantaj yapıyor AKP. Ve bu şantajı, öyle basit bir şey için yapıyor ki: Partinin ve şefin iktidarının sürmesi... Bir anlamda, Kürtleri beyaz Toros’la terbiye etmeye çalışıyor. Çok dramatik bir tabloyla karşıyayız. Çözüm sürecinin bütün o tumturaklı laflarından sonra, AKP’nin meseleyi bu noktaya getirmesi, çok açıklayıcı. Üstelik, sanki siyasal Kürt hareketi ve çözüm talep eden kesim yukarıda saydığımız katliamları AKP döneminde yaşamamış gibi...
Bitirirken şunu da eklemek isterim: Seçim öncesinde İstanbul’daki AKP adayları da Ermeni toplumunun kurumlarını peşpeşe ziyaret ediyor. Duyuyoruz ki, oralarda da “Bize oy verin, sorunlar çözülsün” argümanları işleniyor. 13 yıldır iktidarda olan bir partiden söz ediyoruz, ve dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Kahredici olan budur.