Renge dair bir hikâye anlatma düşüncesiyle yola çıkan Aslı Çavuşoğlu, Aras Nehri kıyısında yaşayan Ermeni Kermesi adlı böcekle ve M.Ö. 7. yüzyıldan beri bu böcekten elde edilen kırmızı boyanın hikâyesiyle karşılaşmış. Çoğunlukla Anadolu’da yaşayan Ermeniler tarafından kullanılan bu boya yapım tekniği, 1915’ten sonra kaybolmuş. Dünyada bu boyayı üreten tek adamın peşine düşünce kendini Yerevan’da Eski Elyazmaları Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nde bulan Çavuşoğlu, buradaki elyazmalarından ve geleneksel Ermeni minyatürlerinden esinle desenler ve defterler üretti. Sanatçı, 1 Kasım’a kadar devam eden 14. İstanbul Bienali kapsamında İstanbul Modern’de sergilediği ‘Kırmızı/ Kırmızı’ adlı yerleştirmesini, Aras’ın her iki tarafına, birlikte yaşamaya ve iyileşmeye işaret eden metaforlarla kurguladı.
Bu hikâyeyle nasıl karşılaştınız? Boya hakkında bilgiye nasıl ulaştınız?
İstanbul Bienali’ne davet edildiğim andan itibaren, renkle ilgili bir hikâye anlatabilir miyim, renkler gizli kalmış bir tarih konusunda bizi aydınlatabilir mi diye düşünüyordum. Aklımda maviyle ilgili bir proje vardı ama, Meksika’da yaşayan Ermeni bir arkadaşım, bana resimlerinde kullandığı, Meksika Kermesi adlı böcekten bahsetti. Ezildiğinde kırmızı boya elde edilen bu böceğin Aras Nehri kenarında yetişen akrabaları olduğunu anlattı. Bu boya 1915’ten beri Türkiye’de, hatta dünyada üretilmiyormuş. Bunu öğrenince, maviyi bir kenara koyup, kırmızı ile devam etmeye karar verdim.
Bienalden ne kadar önce oldu bu tanışma?
Geçen Şubat ayında öğrendim ve konuyu araştırmaya başladım. Aras Nehri kıyısında yetişen bir bitkinin köklerinde yaşıyor bu böcek. Nehrin Türkiye tarafında, günümüzde de çokça var ama bölgede yaşayanlar onunla ne yapacağını bilmiyor, çünkü kırmızıyı elde etme bilgisi 1915’ten sonra kaybolmuş. Nehrin Ermenistan tarafında ise, endüstrileşme ve tarım gibi nedenlerle, böceğin ve bitkinin nesli tükenme tehdidi altında.
Dünyada bu boyayı üreten biri var mı diye araştırmaya başladığımda Karslı bir doğal boya uzmanı olan Profesör Recep Karadağ’la tanıştım. Karadağ bu böcekleri toplayarak kırmızı boya ürettiğini söyledi, fakat bana verdiği pigment mordu. Araştırmamı, bu boya ve pigment hakkında yazılmış kaynakları tarayarak sürdürdüm. Yaklaşık 20 yıl önce yazılmış bir doğal boya kitabında, Yerevan’da bir bilim adamının bu alanda çalıştığına dair kısa bir bilgiyle karşılaştım. Kitabın yazarına ulaştığımda bunun Armen Sahakyan olduğunu öğrendim. Sahakyan, Madenataran Elyazmaları Kütüphanesi’nde çalışıyor; oradan aldığı ufak fonlarla, ailesiyle birlikte Aras kıyısına gidip bu böceği topluyor, 14. yüzyıl elyazmalarındaki tariflere göre ondan boya elde ediyor.
Ermenistan tarafında topluyor herhalde böcekleri...
Evet. Çok az miktarda ve yalnızca araştırma amacıyla boya üretiyor. Boyayı başka bir yerden bulmak ya da satın almak mümkün değil. Ermenistan’a yaptığım ilk yolculukta Sahakyan’la tanıştım. İkinci gidişimde ise bana boyadan bir miktar vermesi için onu ikna ettim. Çok az miktarlarda ürettiği için elindeki tüm ganimeti bir anda vermek istememişti. Fakat sonra, bu konudaki ciddiyetime ve iyi niyetime güvendi.
Peki, bu boya ne için kullanılıyormuş?
Boyanın bilinen ilk kullanımı M.Ö. 7. yüzyılda. Tekstilden fresklere kadar çok çeşitli yerlerde kullanılıyor ama en çok elyazmalarında... Ermenice ismi ‘vortan garmir’. Türkiye’deki bazı mimari kalıntılarda, mesela Ani’deki fresklerde bu rengi görmek mümkün. Bugün Ermenistan’da hâlâ –az miktarda da olsa– üretilmesinin nedeni ise, eski elyazmaları arşivinin restorasyonunda ve bu eserlerin kopyalarının yapımında kullanılıyor olması.
Ermenistan bu yıl, ‘vortan garmir’ pigmentiyle, somut olmayan kültürel miraslar kapsamında UNESCO’ya başvurdu.
Siz işlerinizde bu boyadan ne kadar kullandınız?
Sahakyan bana 12 gram boya verdi. Mürekkep olarak üretildiği için, onu kullanabileceğim mecralar kısıtlıydı. Yalnızca kâğıt üzerine uygulayabilirdim. Çizimlerde kırmızının bütün tonlarını verebilmek için boyayı suyla karıştırmam gerekiyordu. Bereketli bir boyaydı. Bienaldeki tüm işlerimi tamamladıktan sonra elimde iki gram boya kaldı, arttı yani.
Yapıtlarınızda böceğin ekosistemine göndermeler var mı? Bu hikâye desenlere ne şekilde yansıdı?
Proje son halini alana kadar çok değişikliğe uğradı. İlk hedefim, hem bienalde gördüğünüz sergiyi yapmak, hem de Sahakyan’ı İstanbul’a getirerek, Kars’tan toplanan böceklerin onun bilgisiyle işlendiği açık bir laboratuvar kurmaktı. Fakat bu proje şimdilik yapılamadı. Böceği ve bitkinin birlikte yaşamını vurgulayan bir seri yapabilir miyim diye düşündüm. Defterin sağ ve sol sayfalarını, Türkiye ve Ermenistan olarak hayal ettim. Ermenistan’da, bir grup Ermeni minyatür ressamıyla birlikte beraber çizim yaptık. Bazı geleneksel minyatürleri, kendi konumuza uyarlayarak yeniden yorumladık. Çizimlerde yalnızca iki tip boya kullanıldı: Organik Türk kırmızısı pigmenti ve Ermeni Kermesi (diğer adıyla Ararat) mürekkebi. Defter serisinin Türkiye tarafında ‘vortan garmir’ tamamen kayboluyor, bayrak kırmızısının yoğun olduğu bir bölüm ortaya çıkıyor.
Organik Türk kırmızısı nereden geliyor?
Osmanlı minyatürlerinde kullanılan kırmızıdan... Bu renk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte ulusallaşıyor ve bayrakta karşımıza çıkıyor.
Buradaki profesörün ürettiği boyayla, Ermenistan’daki profesörün ürettiği boya arasındaki renk farkı neden kaynaklanıyormuş?
Sahakyan bana kırmızıyı elde etmenin püf noktasının, böceğin içinde bulunan yağı dışarı atmakta olduğunu söyledi. Bunun da tarifi Ermeniceden şifrelenmiş kodlarla, 14. yüzyıldan kalma bir elyazmasında mevcut.
Kullandığınız kâğıt da özel...
Madenataran bir elyazmasını sergilenmesi için başka bir yere gönderdiğinde, yeri boş kalmasın diye, restorasyon departmanı onun bir tür kopyasını yapıyor. Elyazmasını ve sadece açık olan sayfasını geçici gösterim kopyası gibi üretiyorlar. Bunu yaparken aynı boyayı kullanıyorlar. Boyanın, yaşam ile müzelik olma arasında bir yerde duruyor olması bana çok ilginç geldi. Defterlerimi, benzer bir yöntemle oluşturmak, onlara eski elyazması görünümü kazandırmak istedim. Aynı zamanda kâğıdın eskitilme derecelerine göre bir kronolojiye, geçmişten bugüne uzanan bir zaman çizelgesine ulaşmayı denedim. Bunu yaparken kâğıt restorasyon tekniklerini kullandım. Kâğıtlar birleştirilirken önce kenarlar zımparalanır, sonra lifleri birbirine doğru taranır ve tarağın dişleri gibi birbirine geçer, en son da üzerine su dökülür. Ben bunu, nehrin iki tarafının birleşmesine ve iyileşmeye dair bir metafor gibi gördüm.
Bienal açıldığından beri sık sık sizin projenizden bahsedildiğini duydum. Birçok kişi için serginin favorilerindendi. Size nasıl yorumlar geldi?
İşin, size anlattığım tüm bu bilgileri bir anda izleyiciye vermesi mümkün değil. Benim istediğim de bu hikâyenin aktarımının iş üzerinden olması yerine, bu özel kırmızının kendi kendine bir enerji yaratabilmesi, insanları kendine çekmesiydi, ve sanırım bunu başardı. İnsanlar işleri gördükten sonra hikâyesini de duymak istiyorlar. Fakat benim amacım, bu hikâyeyi bilmeyen insanların da rengi tanımasını sağlamak.
“Eserin insanlar üzerinde zamanla bıraktığı etki değerli”
Sanatta, Ermeni Soykırımı’na dair söylenen sözlerin, bunun gibi sergi ve projelerin iyileşmeye ne tür bir etkisi olabilir?
Bu işi bu yıl yapmayı istememin nedeni, 100. yıl olmasıydı. Bu konuda bir şey yapmak amacıyla yola çıkmamış olsam da kırmızı beni buldu. Zaten diğer türlü olunca, iş şiirselliğini kaybediyor. ‘Sanat büyük dalgalara neden olabilir mi, toplumu değiştirebilir mi’ tartışmaları hep vardır. Bir sanat eserini gören insanların, bir devrim için bir anda sokaklara çıkması mümkün değil. Fakat bir iş 100 kişiye dokunuyorsa ve onları bir şekilde değiştiriyorsa, belki de misyonunu tamamlamış olur. Ani, sarsıcı değişimler beklemek yerine, eserin insanlar üzerinde zamanla bıraktığı etkilerin değerli olduğunu düşünüyorum.