Stephane Boudoyan'la 1969'dan bugüne yaptığı Türkiye gezilerini , geçmişi ve bugünü konuştuk.
Stephane Boudoyan, Lyon’da yaşayan Fransalı bir Ermeni. Gençliğinde arabasıyla dünyada gezilmedik yer bırakmayan Boudoyan, Türkiye’ye ilk ziyaretini Kapadokya’ya yapıyor. 1968’teki ilk ziyaretin ardından bu kez ikinicisini, bir sonraki yıl düzenliyor: 1969, Doğu Anadolu. Bir başına Anadolu’ya gelen Boudoyan, orada Kürt bir gençle tanışıp, kendisine rehberlik etmesini istiyor: “Kendisi birkaç yıl önce Paris’te bir kurşunla öldürüldü. Çocukları çocuklarım gibidir, halen her Türkiye’ye geldiğimde onları mutlaka ziyaret ederim.”
Türkiye ziyaretlerinin sayısını artık hatırlayamadığını belirten Boudoyan’ın memlekete gelmesinin son vesilesi ise, Fransız Kültür’ün düzenlediği bir etkinlik oldu. Etkinlik kapsamında Bouduyan, 1969’daki ziyaretleri sırasında çektiği fotoğrafları ve deneyimlerini aktaran bir konferans düzenledi. Biz de bu etkinliği fırsat bilip, Boudoyan’la hem geçmişini, hem de bugününü konuştuk.
Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Neredeysde 74 yaşındayım. Eğitimim yok, okumadım. Meslek olarak da spor koçluğu yaptım. Bir kızım var; o da benimle aynı tutkuyu paylaşıyor ve tüm dünyayı geziyor. Ancak onun ilgi odağı daha çok Suriye, Lübnan, Mısır gibi Ortadoğu ülkeleri.
Siz nerede doğdunuz?
Ailem, o dönemki birçok Ermeni gibi 1922-23 yıllarında Fransa’ya göç etmiş. Lyon’da doğmuş gerçek bir Fransızım. Ermeni kimliğimi 20’li yaşlarımda yaşamaya başladım, öncesinde pek bir önemi yoktu Ermeni kimliğimin. Ailem evde Fransızca konuşurdu, beni bir Fransız okuluna gönderdiler ve Ermenilerin yaşamadığı bir bölgede oturuyorduk, sanırım bu yüzden.
Ailenizin Fransa’ya göç hikâyesi nasıldı?
Yunanistan’dan Fransa’ya gitmişler. Önce İzmir’e, oradan Yunanistan’ın Kofu Adası’na göç etmiş, daha sonra oradan da Atina ve sonra Marsilya’ya geçmişler. O dönem birçok Ermeni, bu yolla Fransa’ya göç ediyordu. Marsilya önemli bir limandı.
20’li yaşlarınızda Ermeniliğinizle ilgi duyduğunuzu söylediniz. Sizi Türkiye’ye ziyaret etmenize vesile olan neydi?
1965’te babam emekli olduktan sonra bir gün bir otobüse binip Yozgat yakınlarında Ermenistan’daki bir köye gitti. Oradan Yozgat’a geçmiş, doğduğu evi bulmuş. Kapıyı çaldığında bir kadın açmış. Kadına dönüp, “Burası benim evim” demiş, kadın da “Hayır, hayır, burası senin evin olamaz, biz 50 yıldır buradayız” diye cevap vermiş. Bunun üzerine babam, “Evet, ondan önce benimdi” dedikten sonra kadın babamı evine misafir etmiş ve babam iki gün orada kalmış. Eve döndüğünde bu hikâyeyi bize anlattı ve ben de bu hikâyenin etkisi altında kalarak Türkiye’yi ziyaret etmem gerektiğini düşündüm. Bahsettiğim ilk Kapadokya ve bir sonraki yıl Doğu Anadolu gezisini eşimle birlikte yaptık. Artık eşim bu tip gezilerden bıkmış durumda, o yüzden Ortadoğu gezilerini tek başıma yapıyorum, o da tatil için başka yerleri tercih ediyor. İkimizin de ailesinin bir tarafı, aynı köyden.
Türkiye’ye ilk geldiğinizde neler hissettiniz? Korktunuz mu?
Elbette korktum. İstanbul’dayken biri bana 10 saniyeden uzun süre baktığında korkup oradan uzaklaşıyorum. Şimdiyse her Türkiye’ye gelişimde arabamın arka camında Ermenistan bayrağıyla ülkeye giriş yapıyorum. Türkiye’ye geldiğimde korkuyordum ancak ziyaretten bir yıl sonra Doğu Anadolu’yu gezdiğimde Van’a gitmiş ve orada kendimi çok iyi hissetmiştim. İlk olarak Kapadokya’ya ve Ege Denizi’nin yakınlarına turistik ziyaretlerde bulunmuştum ancak şimdi oralar pek de ilgimi çekmiyor açıkçası. Kendimi Ermeni bir aktivist değil, Ermeni meselesiyle uğraşan bir aktivist olarak görüyorum çünkü Türkiye’ye geldiğimde kendimi iyi hissettiğim yer Kapadokya değil, Van.
Gezilerinizde tek başınıza mıydınız?
Eşimle birlikte gezdim. Daha sonra kızımız doğdu, bir yaşındayken onu da beraberimizde getirdik. Eşim zamanla yorulmaya başladı bu gezilerden. Doğu Anadolu’ya geldiğimizde Kürt bir aktivist bize çok yardımcı oldu. Van’a bir başımıza gitmiştik. Gittikten sonra onunla tanıştık. Paris’te bir kurşunla öldü. Vanlı olduğu için mezarını Van’a getirdiler. Sunumda paylaştığım fotoğrafların hemen hepsini, bu insan sayesinde çektim. Ahtamar Adası’na giderken elimde kamera olan biri yanıma gelip, “Bayım, Ermeni misiniz?” diye sordu, biraz korkup ona, “Siz Kürt müsünüz?” dedim. Böyle tanıştık.
Türkiye’de nereleri gezdiniz?
Öyle yerleri gezdim ki, eminim hiçbir Türk daha önce oraya gitmemiştir. İstanbul’dan Ermenistan sınırına kadar her fare deliğini biliyorum. Her yıl arabamla Kars’tan kapalı olan Ermenistan sınırına gidiyorum. Sonuçta ben Fransalı bir turistim. Sınırdaki görevliler, “Burada ne işiniz var, bu sınır kapalı” diyorlar, ben de “Bırakın geçeyim, Ermenistan’a geçmek istiyorum” diyorum. Bu diyaloğu her yıl yaşıyoruz. Tabii her yıl arabama birkaç taş atılıyor bu sebeple. Nereden baksanız 40-45 kez Türkiye’ye ziyarete geldim. Son iki yıldır sağlık sorunlarım nedeniyle gelemiyordum ama bu 24 Nisan’daki anmaya katıldım.
Ermenistan’ı ziyaret ettiniz mi?
Evet, oraya birkaç kez gittim. İlk ziyaretimin sebebi, belediye başkanlığı yaptığım ilçeyle Ermenistan’daki bir şehrin ilçesinin ‘ikiz şehir’ olmasıydı. Bunu size söylediğim için üzgünüm ama Ermenistan benim pek de ilgimi çekmedi açıkçası. Ermenistan benim tarihim, babamın tarihi değil çünkü. Ermenistan konusunda iyi değilim, kendimi orada iyi hissetmiyorum. Oraya ilk gittiğimde belediye başkanı olduğum ilçenin bazı yöneticilerini de beraberimde götürmüştüm, tabii ki onlara Ermenistan’ın ilgimi çekmediğini söylemedim. Bilhassa Ermenistan’da olduğum için gurur duyduğumu söyledim, oysa benim için Van, Kars gibi şehirler her zaman çok daha ilgi çekici oldu.
Fransalı Ermenilerin bu ziyaretinize tepkisi ne yöndeydi?
“Deli misin sen?”, “Hayatını tehlikeye atıyorsun” gibi yorumlarda bulunanlar oldu. Günümüzde halen böyle düşünen Ermeniler var ancak sayıları çok daha az. Ziyaretlerimden sonra Fransa’dakiler için Doğu Anadolu’ya turlara organize etmeye başladım. Önceleri Ermenilerin hiç ilgisini çekmese de bugün bu organizasyonlara katılanlar yalnızca Ermenilerden oluşuyor. 24 Nisan anması için bu yıl İstanbul’a geldim, yanımda birçok Fransalı Ermeniyle birlikte. Tüm bu ‘uyarı’ların yanı sıra, beni ‘casus’lukla suçlayanlar da oldu. ‘Düşman toprakları’na gittiğimi söyleyenler de vardı. Şimdi mi? Şimdi hepsi Türkiye’yi ziyaret edebilmek için can atıyor. Örneğin konferans için buraya gelmeden bunlardan bazıları “Konferansın nasıl geçtiğini mutlaka anlat” dediler. Bunun nedenini kıskançlık olarak adlandırabilirim. Neyse ki o önyargılarını kırmakta benim de katkım oldu.
Fransa’dan Türkiye’ye ziyarete giden Ermeniler size danışıyor mu?
Birçok arkeolog, araştırmacı ve meraklı insan, bundan 30-40 yıl önce gittiğim yerleri araştırmak üzere oralara gidiyorlar. Bu konuda bazen bana da danışıyorlar elbette. Bazı çektiğim fotoğraflar ilgilerini çekiyor. Örneğin bir kilisenin fotoğrafını çekmiştim, şimdi oraya baraj yapıldığı için kilise yıkılmış ve artık herhangi bir kalıntısı yok. Bu iki fotoğrafı yan yana koyduğunuzda önemli bir değer ortaya çıkıyor. Ama bu konuda artık yalnız değilim, turlar için bilgiler içeren broşürler hazırladım, dolayısıyla o broşürler de ziyaret edenlere yardımcı oluyor.
Lyon’daki Ermeni yaşamından bahsedebilir misiniz?
Fransa’daki üçüncü en büyük Ermeni topluluğu, Lyon’da. Ermenilerin en kalabalık olduğu şehirlerin ilki Marsilya, ikincisi Paris, üçüncüsü de Lyon. Oradaki birçok Ermeni’nin durumu iyi ve hemen hepsi çok iyi şartlarda yaşamlarını sürdürüyorlar. Çok sayıda işadamının yanı sıra artık politikayla ilgilenen Ermenilerin sayısı da hızla artıyor. Neredeyse tüm partilerin Ermeni bir üyesi bulunuyor. Ben de Lyon’a bağlı bir ilçede belediye başkanlığı yapmıştım. Benim için enteresan ve bir o kadar güzel bir deneyim olmuştu.
Tüm bu Doğu Anadolu gezilerinizi yaparken, ne arıyordunuz? Ne keşfettiniz?
Tek kelimeyle söylemek gerekirse; köklerimi. Ve köklerimi keşfettim. Köklerimi, ailemin doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı yerde değil, Doğu Anadolu’nun genelinde buldum. Genel olarak Ermeniler nerelerde doğmuş, büyümüş, yaşamış ve ölmüşlerse, oraları keşfettikçe köklerimi bulduğumu fark ettim.
Türkçeniz ne kadar iyi? Ermeniceyi kimden öğrendiniz?
Aslında her iki dili de konuşmuyorum artık. Evde Ermenice konuşulmadığı için, Ermeniceyi epey geç öğrendiğimi söyleyebilirim. Anadilim Fransızca, tıpkı annem ve babamınki gibi. Türkçeyi ise tüm bu yolculuklar esnasında öğrendim. Benden bir sonraki nesil, Ermeniceyi artık okullarda öğrenebiliyor.
Ermenice ve Türkçe bilmediğiniz için kendinizi şanssız hissediyor musunuz?
Hem Ermenice hem de Türkçe bilmediğim için çok üzgünüm, bu durum beni bir hayli üzüyor. Yolculuklar sırasında öğrendiğim Türkçe günlük yaşamda anlamama yetiyor ancak Türkçe konuşulan bir konferansa gidememek bana acı veriyor. 40-45 kez Türkiye’yi ziyaret ettiğim için elbette bu ülkede konuşulan dili de merak ettim. Türkçe epey ilgimi çeken bir dil olmasına rağmen bir türlü öğrenemedim. Bunun nedeni de Lyon’da uzun süre Türkçe kursu arayıp da ne yazık ki bir tane bile bulamamam. Şu an bir kurs bulsam, derhal gider ve kaydolur, Türkçeyi öğrenmeye çalışırım.
“1915’i babam bir kez anlattı”
Boudoyan, birçok Ermeni ailenin aksine, Ermeni Soykırımı’nın konuşulmadığı bir ailede büyümüş, dolayısıyla 1915’le de hayli geç tanışmış. Tanışma hikâyesi ise, babasının başına gelenler. Kendisinden dinleyelim:
“Aslında 1915’i, babamın Yozgat’ta yaşadığı olayı bize anlatmasının ardından öğrendim. Ondan önce, ailem hiçbir zaman bu konu hakkında tek kelime etmedi. Babam 1915’le ilgini yalnızca bir hikâye anlattı ve ondan sonra hiçbir şey demedi. Anlattığı hikâye şöyleydi: “Henüz altı yaşındaydım, annem, çeşmeden su doldurmamı istedi. Bahçeye çıktığımda iki kız kardeşimin de kafasının kesik halde çeşmenin etrafındaki taşların üzerine konduğunu gördüm.” Bu babamın 1915’i, kendi geçmişini ilk ve son kez anlatışıydı.
Fransa’da bir dönem Ermeniler, kendi geçmişlerini anlattığı konferans gibi bir şey düzenliyordu. Babam, ne kendi geçmişi hakkında konuşmak ne de başkalarının bu tür hikâyelerini dinlemek istediği için hiçbirine gitmemiş. Kendini geçmişinde öyle soyutlamıştı ki, gezilerimden döndüğümde anlattığım hikâyelerin hiçbiri babamın ilgisini çekmiyordu. Babam inançlı bir insandı, o yüzden bazı kiliselerin halen ayakta kaldığını söylediğimde mutlu oluyor ancak soykırıma dair herhangi bir şey söylediğimde bu ona pek de ilginç gelmiyordu. Oysa ben Doğu Anadolu’ya her gittiğimde, orada kendimden bir parça daha buluyorum. Kilise kalıntılarıyla konuşuyor, onlara “Önümüzdeki yıl görüşürüz” diyerek veda ediyorum. Doğu Anadolu, bugüne dek kendimi en iyi hissettiğim yer.”
Van’da devam eden tarihin izinde yürümek
Stephane Boudoyan’ın Türkiye’ye son ziyaretinin sebebi ise, İstanbul’daki Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘Doğu Anadolu’da 40 yıllık yolculuk’ başlıklı etkinlik oldu. Etkinlikte Boudoyan, 47 yıldır fotoğrafladığı Doğu Anadolu’da yaşadığı deneyimleri dinleyicilerle paylaştı. 7 Ekim Çarşamba günü düzenlenen etkinlikte yüzlerce fotoğraf gösteren ve her birinin hikâyesini anlatan Boudoyan, konuşmasında da Van’ın kendisi için en özel şehir olduğunu bir kez daha belirterek, şunları söyledi: “Van Gölü ve çevresinde, Ahtamar Adası da dahil, devam eden bir tarih var. Ben tarihi çok seviyorum ve insanların izinde yürümek hoşuma gidiyor.”