Gün geçtikçe bu Yaradılış (Teori? Efsane? İnanç?) daha çok aklıma yatmaya başladı.
Biliyoruz ki, tek tanrılı dinlerin Kutsal Kitapları evrenin, dünyanın, ışığın, insanın nasıl yaratıldığını öğretir.
O kitapların en eskisi Tevrat. Hatırlayalım:
TEKVİN
MUSANIN BİRİNCİ KİTABI
BAP 1
BAŞLANGIÇTA Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı. Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece, dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün.
Allah böylece ilk çalışma gününde ışığı ve karanlığı ve geceyi ve gündüzü yarattıktan sonra, geri kalan günlerde göğü, yeri, denizleri, karaları, bitkileri, yemişleri, güneşi, ayı, yıldızları yarattı. Sonra sıra deniz canlılarına, kara hayvanlarına, havada uçan kuşlara geldi. Peşinden bütün yer hayvanlarını cinslerine göre ayırdı. Ve Allah tüm bu yaptıklarının iyi olduğunu gördü.
Sonra Allah tüm bu yarattıklarına hakim olması için insanı yarattı. İnsanı kendi suretinde ve erkek ve dişi olarak yarattı. Ve Allah onları mübarek kıldı.
Ve Allah onlara dedi: Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın; ve denizlerin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hakim olun.
Ve Allah altıncı günde bu işleri tamamlayıp ikmal edince baktı ve yaptığı her şeyi gördü, ve işte, çok iyi idi.
Bunları ve daha çoğunu biliyoruz. Havra’da, Kilise’de, Cami’de duyduk, Kutsal Kitaplar’da okuduk. Adem’i yarattığını, yalnız kalmasın diye onun kaburga kemiğinden Nisa’yı halkettiğini, elma ağacını, yılanı, yılanın Nisa’yı, Nisa’nın Adem’i nasıl yoldan çıkardığını, böylece Adem’in Nisa’yı ‘bildiğini’... Bunların tümü malumumuz. Sıra geliyor Adem’le Nisa’nın (ki adı artık Havva’dır, ki biz ona ‘Havva Anamız’ diyebilelim) Aden bahçesinden, yani Cennet’ten kovulmasına. Ve bu da bizi bugünkü konumuza getiriyor.
Benim düşünceme göre, Cennet’ten kovulan Adem’le Havva’nın gönderildiği yer bizim bugünkü dünyamız. Yaşadığımız dünyanın halkedilişinden bugüne hiç bir zaman cennet olmadığını ve zaten onların Cennet’ten kovulduğunu bildiğimize ve Allah yarattığı Adem’le Havva’yı Cehenneme göndermediğine, göndermeyeceğine ve Adam’le Havva’nın soyu burada, yeryüzünde semereli olup çoğaldığına göre, demek ki buraya, bizim bu dünyamıza gelmişler. Nereden? Allah Baba gökyüzünde oturduğuna göre, göklerden... Yani sonsuzluktan, uçsuz bucaksız evrenden. Demek ki semadan, uzaydan.
Bir de öteki teori var, Evrim Teorisi. Darwin adında bir zat ileri sürmüş. Ona göre biz, yani bütün mahlukat, yani kuşlar, böcekler, balıklar, hayvanlar, insan, günün birinde balçıktan çıkagelen bir canlıdan türemişiz. Şöyle bir düşünelim: Canı sıkıldığından mıdır nedir, balçığın içinden sürünüp çıkan yıvış yıvış, pörtlek gözlü, parmak kadar bir canlı... Tüm yaratıkların atası. Sonra evrile çevrile bu bildiğimiz tüm canlılar oluşmuş. Güçlü, dayanıklı olan yaşamış, ötekiler yok olup gitmiş. İnsan da milyon yıl içinde primatların evrimiyle önce dört ayaklı ve kuyrukluyken kuyruğunu kaybetmiş, yarı doğrulmuş, tam doğrulmuş, iki ayak üstünde yürümeye başlamış, bugünkü insan suretine ulaşmış.
Allah yazdıysa bozsun. Bilim adamlarına saygım var ama, bu evrim teorisi pek aklıma yatmıyor.
Yatmıyor, çünkü insan denilen yaratığın başlangıcını yeryüzünde buluyor. Oysa insanın atası cennetten kovularak yüryüzüne düşmüş olmalı. Bu benim aklıma daha çok yatıyor.
Benim teorim şu:
Dünyaya dünya dışından gelme tek mahluk insandır.
Yaşadığımız yerkürede tek yabancı, yad, el, insanoğludur. Şöyle:
Yeryüzündeki bütün canlılar kanaatkar yaratıklardır. Modası, kuaförü, kat kat giysileri, cins cins otomobilleri yoktur. Dünyaya giyinik gelirler. Ve öyle giderler. İnsan dışında.
En yırtıcı yaratık aslan, onu-yirmisi bir araya gelir bir manda boğazlar. Oturup yemeklerini yerler. Sonra oyun oynar, uykuya dalar, kızışınca çiftleşir, acıkıncaya kadar av düşünmezler. Hazır sürüyü bulduk, beş-onunu boğazlayalım demezler. Yılan tavşanı yutar, fil doyuncaya kadar ot yer, sincap yeteri kadar pelit-palamut biriktirir, kurt bir geyik avlayınca ikincisine saldırmaz. Niçin? Çünkü tüm bu yaratıklar birbirlerinin ve doğanın parçasıdır. Doğa onlara, onlar doğaya aittir. Hayvan bilinciyle bunu anlar, bilirler.
Bir de insana bakalım.
Dünyaya elleri yumuk ve çıplak gelir. Hırsının sonu yoktur. Kendinden, kendiliğinden bir şey üretmez, doğadan çalar, doğayı sömürür. Petrolünü, madenini, suyunu, havasını, ormanını, yemişini, balığını, kuşunu, hayvanını yer bitirir. Bugünü talan, yarını yok eder. Çıplak bedenini örtmek için incir yaprakları değil, dolap dolusu giyecek kullanır. Onların tümü de doğa veriminden üretilmiştir. Yiyeceği kadar pişirmez, pişirdiği kadarını yiyemez. 300 milyonluk ABD’de bir günde çöpe atılan gıda ile 1,5 milyarlık Çin halkının doyacağı bilinir. Bu da yetmez, başka insanları sömürür. Üstüne hayatını inşa ettiği inanç, kurnazlık, çıkarcılık, tamah ve insafsızlıktır. Hak-adalet bilmemektir. Tüm bunları Allah’ın kendisine ihsan ettiğine, bunu Allahın buyurduğuna inanır. Kurban doğrar, şölen kurar, insan öldürür. Sonrasında elleri açık ve boş, çıplak olarak göçer gider.
İnsan, çevresine kendi yaktığı ateşin ortasında kalakalmış akreptir.
Tabii, Kutsal Kitaplar’ın söylediklerine uygun tüm bunlar. Yani, al, bunlar senin, talan et, ye bitir, kardeşini öldür, her ne işlersen işle, hayır veya şer, tövbe istiğfar eder, rahmet, mağfiret diler, affolunursun... diyen ben değilim, o kutsal kitaplar.
(Burada biraz aklım karışıyor. Yaradılışla Darwin arasında gidip geliyorum.)
Ama olsun. Asıl konu, insanoğlu ve öteki canlıların yeryüzünde nasıl yaşadıkları. Yaşama saygı duyup duymadıkları. Amerikan yerlileri “Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, biz onu çocuklarımızdan emanet aldık,” demişler. Anlaşılan bunu öteki canlılar biliyor, bir tek insan bundan bihaber.
UFO’lar var mı yok mu, uzaylılar var mı yok mu, diye sorar dururuz. Dünyaya başka alemlerden gelen var: İnsan. O buraya ait değil. O doğanın bir parçası değil. Onun yaşayışı, anlayışı bunun canlı kanıtıdır. Zırhlının arkasına bağlayıp sürükledikleri insan bedenine bir bakın.
İnsan yalnız vahşi ve yabani değil, el’dir, yabancıdır. Bu böyle. Bu böyle biline.